menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Demirci Arsen'in “Kötülük Epiği”

11 1
11.10.2025

Etini fabrika duvarına asmış işçilerin ve geçmiş halklarının trajedilerinin şiirdeki seslerinden demirci Arsen Everekliyan yeni kitabı “Kötülük Epiği” (Ekim 2025) ile bu ilgisini daha da çoğaltıp ve çeşitlendirdiği gibi daha bireysel bir düzeye çekerek bir adım öteye daha götürüyor.

Şair kendi kasabası olan Everek’in (Develi-Kayseri) eski halkları (Ermeniler, Rumlar) ve işçilerin trajedileri kurduğu ilişkiyi daha da geliştirerek buna insanın hem insana hem de özellikle insan olmayan canlılara dönük zulmünü eklediği gibi ekolojik yıkımı ekopoetik temelde söz konusu ediyor. Bunu yaparken de sıla olarak kabul edebileceğimiz toplumsal olan eklenmekte zorluk çekmeyen bireysel geçmişi ile birlikte özellikle ölüm ve öldürmeleri, katliamları söz konusu ederek şiirlerini hem bugünle hem de geçmişle hesaplaşmanın alanı haline getiriyor.

İnsanın tahakküm ve egemenlik duygusuna bağlı olarak hem kendi eliyle hem de araçlarıyla ettiği zulüm birbiriyle bağlantılı iki ayrı noktada ortaya çıkar. Bunlardan birincisi insanın yabanın diğer canlılarına dönük zulmüyse ikincisi de doğrudan insana başka bir deyişle öteki kabul ettiğine dönük zulmüdür. İnsan olmayan canlılara yönelik kalıcı hale gelmiş şiddet bu zulmün başlangıcını oluşturur. İnsan zulmünü ilk önce insan olmayan diğer canlılar üstünde gerçekleştirir de diyebiliriz.

Bu zulüm kapitalist bir dünyada nerdeyse bütün canlılara yönelik bir soykırım özelliği kazanmıştır. Bu olurken bir yandan şehirler her geçen gün daha da şehirsizleşmekte ve birlikte yaşama mekânı olmaktan çıkarken şiddetli bir aynılaşmanın her anlamda mekânı da olmaktadır. Şiir yazanın geçmişi hem insani hem de mekânsal düzeyde söz konusu etmesi için yeterli bir nedendir. Buysa şair için geçmişle bugün arasında gidip gelme ve bu gidip gelmeyi bugün aleyhine tartışma ve buradan bir gelecek önerisi çıkarmak demektir.

Arsen Everekliyan “Kötülük Epiği”nde bir yandan işçilerin sorunlarını ve özellikle de Anadolu’daki fabrikalarda çalışan neredeyse hepsi örgütsüz yani sendikasız işçilerin duyarsızlığını, dağınıklığını ve bir şey yapamaz, hakkını savunamaz hale gelmesini tam bir ironiyle tartışırken “dünya dediğin kötülük epiği öl ve kurtul” diyecek kadar umutsuz “şiir çağırırsa gelirim mavi tulumumla” diyecek kadar da umutludur.

Kuşkusuz insan zulmünü onun tarihi boyunca ve bugünde süren kötülüğü olarak almamız için oldukça fazla belirti var. Uygarlığın büyük ölçüde barbarlaşmaya doğru gittiği ve kapitalizmin, teknolojik dünyasının bunu çoğalttığı ve yaygınlaştırdığı bir süreçte de bu kötülüğün her türden canlıya yönelik bir şiddet ve onun biçimleri olarak daha fazla ortaya çıktığı düşünülürse kötülüğün kalıcılaştığı gibi bir düşünceye de varılabilir. Ama öte yandan bunu sılayla birlikte kaybettiklerimizi, ayrıldıklarımızı, ayrılanları hatırlayarak hatta ölüleri diri tutarak (Çünkü onların diriliğine bugün çok daha fazla muhtacız) geçmişte yaşanan çocukluğun da katkısıyla bunu dünyaya dönük bir eleştiriye ve karşı çıkışa dönüştürebiliriz.

Arsen Everekliyan bu kitabında ilk kitabı “Kasaba Hüznümü Dayadığım Kanlı Duvar”dan (2021) farklı olarak insanın insan olmayan hareketli hareketsiz canlılara yönelik ve insan merkezli bir dünyanın da ağır sonuçlarından biri olarak artık bir soykırıma dönüşmüş zulmüne ve şiddet biçimlerine geniş bir parantez açıyor. Böylelikle işçilerin, arkadaşlarının, etrafın ve çocukluğun trajik hikâyeleri özellikle domuz, kedi, köpek, kuzgun, kuş gibi hayvanların trajedileriyle birleştirerek insan zulmünü başka bir boyutta tartışma konusu ediyor. Bu zulmü anlamaya çalıştığı gibi sorguluyor ve hesap soruyor. Bu noktada “bıçağınızın ucunda ağlamaya geldim” dizesi de insanlara ve hayvanlara yönelik zulmü tüm somutluğuyla belirtmekle kalmıyor bunun insana yaşattığı acı ve kedere de okuru ortak olmaya çağırıyor.

Zulüm ve onun hem genelde hem de yüzeyde kendini gerçekleştirdiği kapitalizm karşısında ise önerilebilecek tek şey Carol J. Adams’ın belirttiği gibi bütün canlıların evrensel kardeşliği ve onun ürettiği duygudaşlıktır. Bu noktada “Kötülük Epiği”ni bütün canlılara yönelik birlikte yaşama kadar mücadele çağrısı olarak anlayabiliriz. Bu çağrıysa işçilerin, erkeklerin, kadınların, gençlerin, çocukların, yerel halkların ve insan olmayan canlıların birlikte mücadelesi ve direnişine dönüktür. Arsen Everekliyan’ın “Kötülük Epiği” en çok bunun arzusunu duyurması bir yana bu temelde usul söylenen ama yüksek sesle seslendirilmesi ve katılınması istenen bir çağrı olduğu kadar bir bugün ve gelecek önerisidir.

(HŞ / AB)

Bugün, yeniden bir “barış süreci” konuşuluyor. Aradan on yıl geçti; kelimeler değişti, aktörler değişti, ama toplumsal zemin aynı soruyu sormaya devam ediyor: Barış, müzakere masasında kurulabilir mi, yoksa adaletin tesis edilmediği bir zeminde senelerdir murat ettiğimiz o güvenli hayatı yani barışı tesis edebilir miyiz?

Ankara Gar Katliamı, 2013–2015 barış sürecinin bitişine kazınmış kanlı bir imzaydı. O gün patlayan bombalar, yalnızca bir süreci değil, sivil iradenin umut kapasitesini de hedef aldı. Şimdi yeniden “barış” konuşuluyorsa, önce o umudun nerede kırıldığını hatırlamak sorumluluğumuz. Çünkü unutulan, yalnızca geçmişin acısı değil; adaletsizliğin sürekliliği.

Hakikat, açıklanmayan dosyalarda, cezasızlıkta, sessizlikte boğuldukça; yeni barış süreçleri de eski suskunlukları devralıyor. Walter Benjamin’in dediği gibi, “tarih, felaketlerin birikimi olarak ilerler.” O felaketleri dönüştürmeden “yeniden başlamak”, aslında aynı döngüye geri dönmektir. Pozitif barış, yalnızca tarafların masada uzlaşması değil; toplumsal belleğin restorasyonudur. Katliamın faili açıklanmadıkça, sorumlular hesap vermedikçe, barış, korku üzerine inşa edilmiş kırılgan bir sessizlik olmaktan öteye geçemez.

Bugün yeniden konuşulan barış, geçmişteki suskunlukları sona erdiriyor mu? “Silahların susması”na hakikatin konuşması eşlik edebiliyor mu? Toplumsal hafıza temizlenmeden, adaletin sesi........

© Bianet