Jamal sokaklara aittir!
İçim içime sığmıyor! Tarih 12 Mayıs 2025; Selahattin Demirtaş’ın Dipnot Yayınları’ndan çıkan Jamal romanı hakkındaki bu yazıyı yazmaya tam kurulmuştum ki PKK’nin kendini feshetme haberi geldi!
Bu tarihî gün; ülkemizde barışa, demokrasiye, adalete giden yoldaki bu önemli ilk adım kutlu olsun, iyiliklere vesile olsun!
Şimdi, bir yandan “yazıma nasıl, neresinden başlasam?” diye düşünüyorum, bir yandan da Jamal’ın son sayfasına konmuş QR kodu sayesinde (kimin dâhiyane fikriydi acaba?) dinlemeye başladığım Xelîl Xemgîn & Diyar ikilisinin “Kehniya Stranan”ı tatlı tatlı çalıyor.
Kitabın kapağına bakıyorum. Kapaktaki görsel, Demirtaş’ın cezaevinde Jamal için yaptığı, tuval üzerine akrilik bir tablo: İstiklal Caddesi. Okurken roman boyunca zihnimde hep, Beyoğlu’nun sesleri çınlıyordu: Kalabalığın uğultusu, yaklaşan tramvayın gıcırtısı-çanları; bangır bangır müzik, arada polis sirenleri… Şaşırıyorum: 8 yıldır tutsak, 8 yıldır sokaklarda dolaşmamış bu insan, İstanbul manzaralarını, Beyoğlu sokaklarını hafızadan nasıl böylesi ayrıntılı, böylesi canlı gözlemlerle aktarabilmiş? Hele bir vapur sahnesi var, hayran kaldım; karaya yanaştığında “rehin alınmışçasına tedirgin” yolcuların vapurdan fırlamalarının anlatımı -görselleştirerek ve ince ayrıntılarıyla- tam bir ressam ve sanatkâr işi!
Kapağı açıyorum. İthaf sayfasında “Yeğenim Fırat”ı görmek içimi ısıtıyor; sevgili dostum Birten Demirtaş Özbek ne kadar duygulanmış olmalı.
İnsanın çok sevdiği birinin eseri hakkında yazması kolay olmuyor, hele de eser, böyle renkli ve sürükleyici olunca! Diğer bir zorluk da, kurguyu ele verme kaygısıyla sürekli kendini frenleme durumu, çünkü romanın ana kahramanı ve anlatıcısı Cemal’in (diğer adıyla Jamal) şaşırtıcı öyküsü, roman boyunca önümüze lahana gibi yaprak yaprak, katman katman açılıyor.
Sokaklarda yaşayan, “pejmürde, saçı sakalı kirden rastaya dönmüş, çıplak ayaklı, baldırı çıplak organizma” Cemal’in tasvirleriyle İstanbul’un Beyoğlu bölgesini, oradaki sokak hayatını ve giderek sokaklarda yaşayan renkli karakterleri tanımaya başlıyoruz.
Cemal’in en güvenilir ve sadık dostu, sabahları yalayarak yüzünü yıkayan köpeği Halil Abi. Sokak karakterlerinin hepsi ayrı ilginç, ama şahsen benim favorim, “sokak milletinin tek erkek olmayan karakteri”, Huri Abla. Burada onu uzun uzadıya anlatmayayım, ama ona dair tek bir örnek vereyim: İhtiyar, dişsiz bir kadın, siz ayrılırken arkanızdan hayat tavsiyesi niyetine “Paymak ayası terliği don niyetine giysen tanga olmas, bunu da unutma!” diye seslense, o kadına siz de mest olmaz mısınız?
Sokakta yaşayan bu evsizler yirmi altı kişi; her birinin sokaklara düşme hikâyesi ayrı ve hüzünlü. Cemal de bunlardan biri; arkadaşları gibi beş parasız, sokaklarda aç-biilaç yatıp kalkan bir gariban.
Jamal romanının öne çıkan teması, sokak. Sokak sadece roman için bir fon veya dekor olarak sunulmuyor; sokak, evsizleriyle birlikte romanın dinamik, şahsiyetli bir öznesi. “Sokak”ın karşıtı, işinde gücünde “normal insanlar”.
Cemal’in gözünden tanık olduğumuz acımasız “sokak dünyası”, bence aslında “siyaset dünyası”yla, Demirtaş’ın siyaset dünyasında maruz kaldıklarıyla sık sık paralellikler taşıyor. Kitabı okuma sürecimde bu paralellik zihnimin bir kısmını hep meşgul etti.
Cemal ve evsiz arkadaşları, sokakların (siyasetin?) vahşî orman kanunlarında hayatta kalabilme mücadelesinin damıttığı, “hayat bilgesi”ne dönüşmüş kişilikler. Bu güvensiz, korunmasız ortamda Cemal geceleri bile hep “bir gözü açık” uyumak zorunda.
Tabelalarını değiştirmek zorunda kalan, kapatılan partiler; yıllarca tutsak tutulan veya zorunluktan parti değiştiren siyasetçiler aklımın gerilerinde flu bir şekilde akıp giderken Cemal’in anlattıklarını okuyorum:
“Geceleri uyuduğum sokağı arada bir değiştiririm; kimsenin bizi ‘evden’ çıkardığı falan yok ama insan sıkılıyor. En fazla kolluk kuvvetlerinin çakması zabıtalar kovalar, sen de başka bir sokağa yerleşirsin, ertesi gün yine ‘evine’ dönersin. […] Ben genelde dükkânların olmadığı izbe sokakları tercih ediyorum. Şimdilik kaldığım sokak da öyle bir yer. Sokağın başını sonunu net olarak görmeliyim.”
Cemal ve sokak arkadaşları, derin yoksulluk içinde ve iç burkan bir dostluk ve dayanışmayla açlıktan ölmeme, hayatta kalma mücadelesi verirken, bir taraftan da onların sefaletini görmemeyi tercih eden, vicdanını yitirmiş, bambaşka telden çalan kapitalist dünyaya ve güncel siyaset göndermelerine tanık oluruz.
Romanda ara ara sunulan televizyon haberleri ve gazete manşetleri, bu duyarsızlığın boyutunun gerçeküstülüğünü ve nihayetinde absürtlükte nasıl zirve yaptığını ortaya koyar:
“Özlediğim çöp gazetelerinden birini aldım, yolda biraz göz gezdirdim: ‘Düğün pastasına bile kaçak kat çıkacak kadar uyanık damadın kendisi gibi uyanık müteahhit dayısı, geline Marmara Denizinin tapusunu takı olarak taktı.’”
Demirtaş, medyanın boşluğunu ve zırvalıklarını iyi ti’ye almaktadır!
Göndermeler her zaman absürt değildir. Kürtlere, Kürt siyasi tutuklulara geçmişte yaşatılmış acılar da, Cemal’in çok sevip saydığı evsiz arkadaşlarından Huri Abla üzerinden hatırlatılır:
“…[Huri Abla] bütün dişlerini kendisi çektirmiş, son pezevengi parasına el koyup haşat ettikten sonra bok yedirmeye kadar vardırmış işkenceyi. Bin defa yıkasa da fırçalasa da bir türlü gitmediğini sanmış ağzında kalan hayatın boktan kokusunun ve… çektirmiş tüm dişlerini. O bizim sokaklarımızın meleğidir, geri kalanlarımız da günahkârları.”
Cemal’in aklına da habire çok ilginç ve sıradışı malumat kırpıntıları düşmektedir ama bunlar da (Cemal’in bilgililiğine işaret etse de) absürttür; doğru bile olsalar çoğunlukla bağlamdan ve gerçek hayattan kopuk ezberlerdir.
Cemal’in para kazanma yolları da absürttür (ama çok da sevimli ve okuması çok eğlenceli!) Onu, Tarihî Beyoğlu Hapşırtmacısı, Kaş........
© Bianet
