Kader ipliğini kim eğiriyor?
Kaderin kesin çizgilerle belirlenmiş olduğu ya da olmadığı üzerine, başka bir ifade ile özgür irademizle değiştirmeye muktedir olduğumuz bir olgu olup olmadığı konusu üzerinde düşünmemiş insan sayısı azdır.
Din ve felsefe tarihi açısından son derece tartışmalı bir konu olan kader, bir diğer ifade ile yazgı, üzerine daha çok düşünülecek, felsefi, dini, kültürel pek çok fikir üretilecek. Kader olgusu çok önemli bir tartışma konusu.
Kötümser bir bakış açısına sahip gibi görünen Yunan dinine göre insan, varoluşu gereği gelip geçicidir ve dertlerle yüklüdür. Homeros insanı "rüzgarın yere döktüğü yapraklar"a benzetir.
Milattan önce 7. yüzyılda yaşamış olan Yunanlı şair Mimnermos "Zeus'un başına bin bir bela sarmadığı tek bir insan yoktur” ifadesini kullanarak yoksulluk, yaşlılık, yas, hastalık gibi kötülüklerden bahseder.
Yine milattan önce 7. yüzyılda yaşadığı düşünülen Semonides'e göre insanlar sürü hayvanı gibi yaşayan, Tanrı'nın kendilerini yazgısına hangi yoldan götüreceğini bilmeyen bir günlük yaratıklardır. Bir anne dindarlığına karşılık Apollon'a iki çocuğunu gücünün yettiği en büyük bağışla ödüllendirmesi için yakarır. Tanrı duayı kabul eder ve çocuklar o anda hiç acı çekmeden ölür. Artık acı çekmeyecek olan çocuklar en büyük tanrısal yardıma mazhar olmuşlardır.
Milattan önce 4. yüzyılda Antik Yunan'da yaşamış şair Pindoras, Megaralı (Yunanistan'ın Attike bölgesinde bulunan antik bir kent) şair Theognis ve Antik Yunanın en büyük üç tragedya yazarından biri olan Sofokles, hiç doğmamanın ya da bir kez doğduktan sonra olabildiğince çabuk ölmenin, yaşanabilecek en iyi yazgı olduğunu öne sürerler. [1]
Bu kötümser bakıştan sadece yaşayanlar değil ölmüş olanlarda nasibini alır. Ölüm tam anlamı ile bir yok oluş olmadığı için ölmüş olanlar da acıdan kurtulamazlar. Antik Yunan edebiyatının temel eserleri olan İlyada ve Odysseia'nın yazarı olarak kabul edilen Homeros'un çağdaşlarına göre ölüm, bellekten ve güçten yoksun soluk gölgelerin doldurduğu Hades'in yeraltı karanlıklarında bulunan kısıtlı ve küçük düşürücü bir varoluş şeklidir. Odysseus'un hayaletini çağırmayı başardığı Akhilleus şöyle der:
"Bütün gelmiş geçmiş ölülere kral olacağıma, el kapısında kulluk edeydim, varlıksız yoksul bir çiftçinin yanında ırgat olaydım"
Zeus'un onurunu zedeledikleri için İksion, Tantalos ve Sysiphos ebedi işkencelere çarptırılmışlardı ama genel olarak ölüm sonrasında yeryüzünde yapılan iyilikler ödüllendirilmiyor, kötülükler cezalandırılmıyordu.
Yunanlılar insan varlığının gelip geçici olduğunun bilincine varınca dünyadaki kader olgusuna kötümser bakışta görünür hale gelir. Netice de insan Tanrıların çocuğu olarak dünyaya gelmemiştir. Bu nedenle dualarının tanrılarla arasında bir yakınlık tesis edebileceğini bekleyemez. Hayatın yazgısının moira ya da aisa, "bahtı" ya da kendisine düşen "pay" tarafından ölümüne kadar tahsis edilmiş zaman boyunca zaten belirli olduğunu bilir. Ölümüne doğduğu anda karar verilmiştir.
Hayat süresi tanrıların dokuduğu iplikle simgelenir. Tanrıların moirası (kaderi) ya da Zeus'un aisa'sı (isteği, kara kaderi) gibi ifadeler kaderleri tanrıların belirlediği gibi bir çıkarımda bulunmamıza neden olur.
Başlangıçta iplik eğirmek ya tanrılar ya daimon (cin) ya da moira (kader) tarafından gerçekleştirilen bir işti. 13 Mart 1907 de Romanya'da doğan din tarihçisi, filozof ve akademisyen Mircea Eliade'nin (Ölüm 22 Nisan 1986) Dinler Tarihine Giriş adlı eserinde "Birinin hayat ipliğini "bükmek" onu "bağlamak" bir diğer ifade ile de onu değiştirilmesi imkansız bir "durum" içinde bırakmak olarak ifade edilir. Bugün bile bizler kader ağlarını ördü ifadesini kullanırız.
***
2008 yapımı Timur Bekmambetov'un yönettiği aksiyon gerilim filmi Wanted'ın başrollerinde James McAvoy, Morgan Freeman, Angelina Jolie gibi isimler yer alıyor. Çok fazla spoiler vermek istemem ama, kader olgusunun işlendiği filmde kader tezgahı gerçekten de bir kumaş tezgahı ile temsil edilmiş.
Filmde kadere boyun eğmekle kadere karşı gelmek konusu bir hayli işlenir. Filmin final sahnesi kaderin ne şekilde tecelli ettiği üzerine odaklanır. Kaderi değiştirmek istediğimizde olan şey nedir? Kaçtığımız kadere bizi mahkum eden şey tam da söz konusu kaderi engellemek için yaptığımız eylemler midir?
Kader değişir mi? Kesin bir şekilde belirlenmiş midir gibi sorular çok önemli ve kitleler tarafından cevabı çokça merak edilen ve çok sorulan sorular. Kaderin insan tarafından yönlendirildiği mi yoksa önüne geçilemez bir yazgıya mahkum olduğumuz düşüncesi mi geçerlidir?
Yaşadığımız ülke, içine doğduğumuz aile, eş seçimi, meslek seçimi, inanç sistemimiz, kültür ve doğa ile kurduğumuz ilişki gibi pek çok değişkenin bu konu üzerinde etki yarattığını düşünüyorum. Tanrı'yı nasıl algılıyoruz ya da bir Tanrı inancımız var mı yok mu? Tüm bunlar dünyayı ve hayatı nasıl algıladığımızı belirliyor ve bu da kaderimiz üzerinde etkili. Seçimlerimiz kaderimize etki ediyor buna eminiz ama bütün hayat denklemini oluşturan tüm değişkenlerin yarattığı tesiri ölçmek şu an için pek mümkün olmadığı için ölüm de dahil pek çok kadersel olayı önceden bilme şansımız yok.
Deterministik bir şekilde kader önceden belirlenmiş midir? Doğayı araçsallaştıran eril prensip kaderle savaşmak ve kaderi değiştirmek gibi bir misyon üstlenmiş gibi görünüyor. Başta hastalık ve ölümle başedebilmek için yapılan bilimsel çalışmalar da aslında kadere karşı bir duruş, kaderi yenme çabasının ürünü değil mi? İnsan evladının uygarlaşma serüveni başlı başına bir kaderle mücadeleden ibaret değil mi? Sağlanan gelişmeler hastalık gibi kıtlık gibi sorunlara çare olmuyor mu? Arkaik insanların tanrıları kader iplerini eğiriyorlardı ve çoğunlukla insanlar kendileri için yazılan yazgının dışına çıkamayacaklarını düşünüyorlardı.
Neolitik tarım devrimi insan evladının kaderinde olağanüstü gelişmelere neden oldu. Değişmeyeceğine inanılan kader olgusunun tarım devrimi ile beraber başlayan binlerce yıl içerisinde elde edilen bilimsel, teknolojik, kültürel ve felsefi olağanüstü gelişmeler bir bakıma tanrıların eğirdiği kader ipini insanın kendi eline almasının hikayesi. Kaderin hem değişmez hem de değişebilir bir olgu olduğu kanaatini taşıyorum.
***
Meseleye dişil ve eril prensip açısından bakarsak farklı sonuçlara ulaşırız. Dişil prensip döngüsel bir zaman ve varlık anlayışına dayalı, regresyona açık bir yaşam düzenini temsil ediyor.
Konuyu biraz açarsak yaşam kadar ölümün de hayatın gerçeği olduğu fikrini benimseyen regrede olma ihtimali olan yani bir tür geriye dönüşün yaşanabileceği -kazanımların kaybedilmesine de neden olabilir- fikrini kabul eden bir hayat anlayışı. Kazanmak kadar kaybetmenin de söz konusu olduğunu kabul eden bir dünya görüşü.
Tıpkı sonbaharda yaprakların dökülüp ilkbahar da doğanın tekrar canlanması gibi hayatın da inişli çıkışlı doğasını kabul eden bir kader anlayışına neden oluyor dişil prensip. Üstelik kaos ve düzensizlikle de ilgili olduğu için kontrol edilmesi daha zor ve kaotik bir kader sunuyor gibi gözüküyor. Fakat eril prensibin olduğu yerde kontrol, sistem ve düzen olduğu, döngüsel değil, doğrusal bir varlık ve zaman anlayışı olduğu için kader olgusu burada daha farklı çalışıyor. Sürekli olarak gelişen ve hep ilerlemeci bir yaşam tarzı benimseniyor. Düzen ve sistem daha fazla hakim olduğu için yaşanan sürprizlerin sayısı da doğal olarak az oluyor. Eril prensipte doğası gereği doğa ve kaderle bir mücadele var. Değiştirmeye arz ettiğiniz şeyler üzerinde tesir yaratma ihtimalimiz çok yüksek.
Hayat karşısında etkin ya da edilgen bir tavır içinde olmak nasıl bir kader yaşayacağımızı da belirliyor. Etkin bir anlayışla ve etkin davranış kalıpları ile hareket etmek mücadele gücünü artırarak değişikliğe neden oluyor. Bu şekilde kader üzerinde nispeten de olsa söz sahibi olabiliyoruz. Hiç bir şeyin değişmeyeceği her şeyin alnımızda yazılı olduğu kaderci bir bakış açısına sahip olduğumuzda mücadele etme ve olumsuz şeyleri düzeltme azmini kendimizde bulamayız.
Her şeyin sorumluluğunu yaratıcı bir güce ya da kadere yüklemek hayatımızın sorumluluğunu almamak anlamına da gelir. Edilgen bir tavır içinde davrandığımızda sorumluluk almaktan kaçınmış oluyoruz ama aynı zamanda herhangi seçim yapmamış olduğumuz için hata yapma ihtimalimiz de daha düşük oluyor. Aktivitenin olmadığı yerde yapılan seçimlerin sonuçlarına katlanmak gibi bir durum da söz konusu olmuyor. Hayat karşısında çok aktif, çok etkin bir davranış kalıbını benimsediğimizde de faaliyetin getirdiği dinamizm bir takım değişimlere neden olduğu için hataların ortaya çıkması ihtimali de var.
Faaliyetin, dinamizmin olduğu durumlarda aktif bir şekilde alınan kararlar ve yapılan seçimlerin de sonuçları olur doğal olarak. Hangi durumlarda hayatın akışına teslim olup edilgen bir tavır takınacağız hangi durumlarda aktif bir şekilde karar alıp, manevra yapıp sıkıntıları bertaraf etmeye çalışacağız. Kader meselesine dişil ya da eril bir perspektiften bakıyor olmak hayat karşısında nerede durduğumuzu ve hangi tutumun bize daha iyi ya da kötü geldiğini belirler. Dişil bir bakış açısından, kader karşısında çok mücadeleci bir tavrımız olmaz.
Gelene boyun eğdiğimiz durumda bir gelişme kaydetmek mümkün olmaz ve sorumluluk almayız. Ama kaderi değiştirmeye çalıştığımız bir durumda alınan kararların yapılan, seçimlerin yarattığı olumlu ve olumsuz sonuçlar olur. Hayat karşısında çok etkin bir tavır içinde olan insanlar atak bir şekilde çok sayıda kararlar alırlar olayları ve insanları yönlendirirler. Bu etkin tavır, alınan kararlarla faaliyetin ya da aktivitenin ortaya çıkmasına neden olur. Bu durum olumlu ya da olumsuz sonuçlara yol açar. Aktivite, hata yapma riskini içinde barındırır. Çok hızlı ve etraflıca düşünülmeden alınan kararların yarattığı sonuçlarda genellikle kötü olur. Hayat karşında aktif ya da pasif nasıl bir tutum içinde olmamız gerektiği zamana, kişiye, içinde yaşadığımız ülke ya da topluma göre değişiklik arz ediyor.
Bir zamanın ya da çağın düşünce ve duygu biçimini anlatan, zamanın tini anlamına gelen "zeitgeist" kelimesi konu ile çok ilgilidir diye düşünüyorum. Zeitgeist yani zamanın ruhu kader meselesine nasıl baktığımız üzerinde etkili. Dişilik prensibinin daha etkili olduğu arkaik dönemlerde Yunan Dini örneğinde olduğu gibi kaderin tanrıların ya da daimonun eliyle yazılmış yani değiştirilemez olduğu düşüncesi hakim.
***
Arkaik dönemlerde döngüsel zaman anlayışında yeniden dünyaya gelmek gibi inanışlar söz konusu olduğu için kötü kaderin döngüsel bir biçimde telafi edilmesi ihtimali de var. Doğrusal zaman anlayışının hakim olduğu Semavi dinlerde kadere teslimiyet ve kaderle mücadele aynı potada eriyor gibi. Kadere teslim olunması gerektiği düşünülür ama aynı zamanda mücadeleci bir tavır vardır. Hem dünya hem de ahiret hayatı kazanılmaya çalışılır. Uygarlaşma yolculuğunda çok etkili olduğunu düşündüğüm Semavi Dinler, ağırlıklı olarak mücadeleci........
© Bianet
