Sığınakta yasak yok, dayanışma var: Feminist sığınak nasıl çalışır?
Türkiye’de erkek şiddeti her gün yeni bir kadın cinayetiyle, her ay yüzlerce şiddet başvurusuyla görünür hale gelirken, kadın örgütleri yıllardır devlete “bütünlüklü bir politika” çağrısı yapıyor.
Mor Çatı Vakfı, bu çağrının en eski ve en yetkin feminist aktörlerinden biri. Mor Çatı gönüllüsü ve sosyal çalışmacı Tuğçe Canbolat, feminist sığınak yaklaşımının yalnızca bir sosyal destek modeli değil, açıkça patriyarkaya karşı politik bir mücadele alanı olduğunu vurguluyor.
Canbolat’ın anlattıkları, Türkiye’de devletin kadınları şiddetten korumakta ne kadar yetersiz kaldığını bir kez daha gözler önüne seriyor.
Mor Çatı’daki feminist sığınak yaklaşımı diğer kurumlardan nasıl ayrılıyor?
Mor Çatı’da yürütülen sığınak çalışması, kadınlar ve beraberindeki çocukların şiddeti geride bırakmaları, kendi hayatları ile ilgili kararlar almaları ve şiddetsiz bir hayat kurmaları için feminist bakış açısıyla yürütülen sosyal çalışmanın gücünü görmek açısından önemli bir olanak sağlıyor.
Mor Çatı sığınağında kadınlar arasında yaş, dil, din, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, etnik köken ve yasal statü ayrımı yapmıyor ve sığınak desteği alan kadınlar için standart bir kalış süresi koymuyoruz. Her kadının sığınakta kalma süresi kaynakları, koşulları ve hedefleri doğrultusunda değişkenlik gösteriyor.
Mor Çatı sığınağına gelen kadınlarla her hafta derinlemesine görüşmeler yapıyoruz. Bu görüşmelerde kadınların ihtiyaçlarını anlayarak sığınakta kaldıkları süre boyunca erkek şiddetinin kadınlar ve çocuklar üzerindeki etkisini konuşuyor, ihtiyaçlarını birlikte değerlendirerek gerekli desteklere yönlendiriyoruz.
Destek mekanizmalarının tıkandığı yerlerde oluşturulabilecek dayanışma ağları üzerine birlikte düşünüyor, sığınağa geldikleri ilk günden çıkışlarına kadar olan sürede attıkları adımlara eşlik ediyoruz.
Sığınaklara başvuran kadınlar en çok hangi ihtiyaçlarla geliyor?
Mor Çatı sığınağına gelen kadınların ortak noktası erkek şiddetine maruz kalmaları ve şiddetten uzak yeni bir hayat kurma hedefleri. Şiddetten uzak yeni bir yaşam kurabilmek için ise her kadının ihtiyacı birbirinden çok farklı.
Her kadının hikayesinin biricik olduğunu görerek ihtiyaç duyduğu desteklerin farklılaştığı yerleri görebilmek ve bu farklılaşan ihtiyaçların üzerinden bir dayanışma kurmak çalışmamızda önemli bir yer tutuyor.
Kimliksiz göçmen bir kadının, hamile bir kadının, babasından şiddet gören genç bir kadının, trans bir kadının ya da okuma yazma bilmeyen bir kadının bağımsız bir hayat kurabilmesi için ihtiyaç duyduğu destekler ya da sığınakta kalmaya ihtiyaç duyduğu süre birbirinden farklılaşabiliyor.
Bir kadın sığınağa kabul edildiğinde, ilk aşamada nasıl bir destek süreci yürütüyorsunuz?
Bir kadın sığınağa geldiğinde öncelikle ona Mor Çatı sığınağını ve burada nasıl bir dayanışma kurduğumuzu anlatıyoruz. Kadınların hikayesini dinlerken onları yargılamıyor; kendi deneyimini nasıl anlattığına, neye ihtiyaç duyduğuna dikkat ediyoruz.
Kadının güvenlik riskini birlikte konuşuyor, güvenli bir şekilde hayatını sürdürebilmesi için atılması gereken adımları değerlenip güvenlik planı yapıyoruz. Kadınların bağımsız bir hayat kurabilmek için önüne koyduğu hedefler üzerine konuşarak sığınakta kaldığı süre boyunca bu hedefler doğrultusunda çalışmamızı yürütüyoruz.
Sığınaklarda kadınların kendi hayatları üzerinde karar verme hakkı nasıl destekleniyor?
Mor Çatı’ya başvuran pek çok kadın hayatında daha önce kimsenin onu dinlemediğini, ne yapmak istediğini sormadığını belirtiyor.
Kadınların kendi hayatları üzerinde karar verme haklarını destekleyebilmek için öncelikle onları dinlemenin, neler yapmak istediklerini, hedeflerini birlikte konuşabileceğimiz alanlar açmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.
Kendimizi hiyerarşik olarak kadınlardan daha üstün, onlardan daha çok bildiğimizi varsaydığımız bir pozisyona koymadan kadın dayanışmasını öne çıkaran bir çalışma yürütüyoruz. Aldıkları kararlarda kadınları yargılamadan çalışmamızı yürütüyor, hangi kararı alırlarsa alsınlar yanlarında durduğumuzu onlara söylüyoruz.
Biz kadınlarla yaptığımız görüşmelerde kadınların hedefleri doğrultusunda aldığı kararları, farklı seçenekleri birlikte değerlendiriyor ancak kararın ona ait olduğunu hatırlatıyoruz.
Şiddete maruz kalan kadınlar, şiddet gördükleri ortamlarda pek çok yöntem geliştirerek hayatta kalıyorlar, birçok deneyim biriktiriyorlar. Ne yapmak istediklerini planlamak için desteğe ya da zamana ihtiyaç duysalar bile kendi hayatları konusunda esas karar verici onlar.
Kadınların çocuklarıyla birlikte geldiği durumlarda nasıl bir yaklaşım izliyorsunuz?
Mor Çatı sığınağında 18 yaşına kadar herkes çocuk olarak kabul ediliyor ve çocuklar da sığınak hayatının bir parçası oluyor.
Ne yazık ki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı sığınaklara 12 yaş üstü oğlan çocukları kabul edilmiyor.
Devlet sığınaklarının aksine Mor Çatı sığınağında yaşı ve cinsiyeti fark etmeksizin tüm çocuklar kalabiliyor. Sığınağa geldiklerinde yaş gruplarına göre çocuklara sığınağın nasıl bir yer olduğunu anlatıyoruz. Sığınak, kadınlar için olduğu kadar çocuklar için de bir yaşam alanı ve onların da sığınak yaşamına dair söz hakları var.
Her çocuğun ayrı bir sosyal çalışmacısı oluyor ve çocuklarla haftalık görüşmeler yapılıyor. Haftalık olarak çocuk ve ergen toplantıları düzenliyoruz. Çocukları da aynı yetişkinler gibi ihtiyaç duydukları desteklere yönlendiriyoruz.
Kadınlar zaman zaman çocuk bakımı konusunda zorlanabiliyor. Anne görüşmeleri, anneler toplantısı, atölye çalışmaları gibi etkinliklerle zorlandıkları alanları konuşuyor, anneleri desteklemeye çalışıyoruz.
Sığınakta kalan kadınların güvenliğini sağlamak için ne tür önlemler alınıyor?
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı sığınaklarda güvenlik adı altında kadınların telefon kullanımı sınırlandırılması, giriş-çıkışlarının denetlenmesi gibi uygulamalar olabiliyor, güvenlik personeli kadınların sığınak içi yaşamına ilişkin müdahalelerde bulunabiliyor.
Mor Çatı sığınağında kadınlarla bir güven ilişkisi kurarak çalışma yürütüyor, bu şekilde sınırlamalar / yasaklar uygulamıyoruz. Kadınlarla yaptığımız görüşmeler sonucunda her kadının ihtiyacına göre güvenlik planını belirliyoruz. Kadınların 6284 sayılı Kanun’da yer alan gizlilik tedbirinden yararlanması, kadınların adresinin, SGK kayıtlarının, çocuklarının okul bilgisinin, nüfus bilgilerinin, hizmet aldığı sağlık kurumlarının ve kamu kurumlarının bilgisinin gizli kalmasına olanak sağlıyor.
Şiddet uygulayanı ve şiddet uygulayanın neler yapabileceğini şiddete maruz kalan kadınlar tanıyor, biliyor. Bu noktada kadınlara güvenmek, anlattıklarını dinlemek ve ciddiye almak çok önemli. Sığınaklar aynı zamanda kadınların sığınak sonrası hayatlarına güvenli olarak yaşamaya hazırlanacağı, bir nevi bunun bir tatbikatını yapacağı alanlar.
Bu sebeple sığınaklarda kadınları yasaklarla kısıtlamak ve hapsetmek yerine kadınları güçlendiren bir güvenlik planı/çalışması yapmak, uygulamaları ve kuralları buna uygun biçimde şekillendirmek önemli.
Sığınakta çalışan uzman kadınlar olarak sizin için en zorlayıcı durumlar neler?
Derinleşen ekonomik kriz ve artan kadın yoksulluğu ile beraber kadınlar yeni bir hayat kurma sürecinde en çok ekonomik olarak zorlanıyor.
Asgari ücretin İstanbul’da ortalama bir ev kirasının altında kalması, şiddete maruz kalan kadınlara verilen sosyal yardımların yetersizliği, çalışma saatlerine uygun kreşlerin ve hatta okulların eksikliği kadınların istihdam hayatına katılmasının, katılsa dahi borçlanmadan hayatlarını sürdürebilmelerinin önünde önemli bir engel teşkil ediyor.
Ağır koşullarda çalışsa dahi ekonomik olarak hayatı devam ettiremeyeceği, kendine ve çocuklarına ekonomik olarak bakmakta zorlanacağı kaygısı kadınlar için ve elbette bazen bizim için de umutsuz bir tablo çizebiliyor.
Kadınlarla kurduğumuz dayanışmayı sürdürürken kadınların bu tip kaygılarını onlarla paylaşmaya, birlikte çözüm aramaya, alternatif yollar üzerine konuşmaya çalışıyoruz.
YARIN: Kadınlar sığınakta kaldıkları süre boyunca nasıl bir dönüşüm yaşıyor?
(EMK)
Onu ilk kez hangi hafta olduğunu hatırlamadığım bir Cumartesi Anneleri eyleminde gördüm.
Sessizce duruyordu, elinde kaybedilmiş bir Ermeni aydınının fotoğrafı vardı.
Yanındaki feminist akademisyen Ayşegül Altınay’a sordum: “Kim bu kadın?”
“Dedesini 1915’te kaybetmiş bir torun” dedi. “ABD’den geldi, feminist bir akademisyen. Arlene Voski Avakian. Aslan Kadının Mirası Aras’tan çıktı.”
Sonra Aras Yayınları’ndaki söyleşisinden hemen önce uzun uzun konuştuk.
Ondan hem o ilk karşılaşmanın hem de yıllara yayılan Türkiye yolculuklarını, büyükannesinin hikâyesiyle hesaplaşmasını ve feminizmle, ırkçılıkla, soykırımla kurduğu bağlantıları dinledim.
Arlene Voski Avakian’la ailesindeki sessizliği, anneannesi Elmas’ın “aslan kadınlığını”, Cumartesi Anneleri’yle kurduğu bağı, Hampartsum dedesini ilk kez gerçekten “hissetmesini”, siyah hareketle kurduğu aynayı ve Massachusetts Üniversitesi’nde kadın çalışmalarını nasıl dönüştürdüğünü konuştuk.
Ailenizin soykırım hikâyesini ilk kez ne zaman duydunuz? Çocukluğunuzda bu sessizlik sizi nasıl etkiledi?
Babam tarafında soykırım neredeyse hiç konuşulmadı. 14 yaşındayken annem bana bir kez anlattı; sonra konu bir daha açılmadı. Kimse sormadı, kimse anlatmadı. O hikâyeyi, içi bardaklarla dolu bir karton kutunun altına koyar gibi, zihnimde bir kutunun içine yerleştirdim.
Daha geniş kültürde de öyleydi. 1950’lerde büyüyordum ve Avrupa’da, ABD’de kimse Ermeni Soykırımı’ndan söz etmiyordu. Bu sessizlik beni çok izole hissettirdi. Aynı zamanda “iyi bir Amerikalı” olmak istiyordum; o yıllarda Amerikalı olmak parlak ve cazip görünüyordu. O yüzden köklerimden kaçtım, sonra geri döndüm, tekrar kaçtım… Bu gidiş geliş hâli uzun sürdü.
Bugün baktığımda şunu net görüyorum: Ailede konuşulmayan yaslar, tutulamayan acılar nesiller arası bir travmaya dönüşüyor. Soykırımın kendisi kadar, onun inkârı ve sessizliği de ailemi ve beni şekillendirdi.
Kitabınızı büyükanneniz Elmas’a adadınız. Elmas nasıl bir kadındı? “Aslan Kadının Mirası” nasıl doğdu?
Bu kitabı, kendi hayatımı bir bağlama oturtmak için yazdım. Aslan Kadının Mirası’nı kaleme almaya başladığımda 33 yaşındaydım; hâlâ bu hikâyeyi anlamaya çalışıyorum.
Anneannem Elmas, tam anlamıyla bir **“aslan kadın”**dı. Kastamonu’da yaşıyorlar; kocası götürülüyor, kaybediliyor. Muhtemelen 1919–1920 yıllarında Near East Relief, Anadolu’daki yetimleri gemilerle İstanbul’a taşırken, o da üç çocuğuyla İnebolu’dan gemiye binmek için yetimhane görevlilerini ikna ediyor:
“Benim çocuklarım yetim sayılmıyor ama buradaki çocuklara bakacak birine ihtiyacınız var,” diyor.
İstanbul’a böyle ulaşıyorlar. O sırada erkek çocuğunu elinden almaya çalışıyorlar; o da pes etmiyor ve oğlunu geri alıyor.
Haksızlıklar karşısında ayakta duran, korkmayan, hak arayan bir kadın. Bu anlamda bana kadınların gücünü gösteren, çok feminist bir figür.
Ama aynı Elmas’tan ataerkilliği de öğrendim. Erkek kardeşimi benden daha çok seviyordu. Erkek olduğu için. Bu yalnızca “klasik patriyarka” değil; bugün düşünüyorum, belki yok edilme korkusuyla, “soy erkek çocuk üzerinden devam eder” fikrine sıkı sıkıya tutunuyordu. Ermenilerin yok edilme, sürülme, dağıtılma deneyimi, oğullara yüklenen anlamı bence büyüttü.
Yani anneannem bana iki şeyi aynı anda miras bıraktı:
Bunların ikisini aynı anda görmeden ne kendimi ne de tarihimi anlayabilirim. Kitap tam da bunu yapmaya çalışıyor.
Türkiye’ye ilk daveti aldığınızda ne hissettiniz? Gelmek sizin için ne ifade etti?
2009’da Türkiye’den bir davet maili aldığımda, o mesajı birkaç kez silmek istedim.
Türkiye benim için, çocukluğumdan beri, “atalarımı öldüren ülke”ydi. Bildiğim tek şey buydu. “Oraya nasıl gidebilirim?” diye düşündüm.
Sonunda silmedim ve geldim. Çok mutluyum ki öyle yaptım. Buraya gelince Türkiye hakkında hiç bilmediğim pek çok şey öğrendim:
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini, buradaki farklı halkların mücadelesini, Ermeni Soykırımı’nın tanınması için verilen çabayı, Kürtlerin, kadınların, LGBTİ ’ların direnişini… Türkiye artık sadece “fail” bir ülke değil; mücadele eden, hesaplaşmaya çalışan insanların da ülkesi olarak yer etti zihnimde.
Ayşegül Altınay ve Fethiye Çetin’le kurduğum dostluk, hayatımda çok dönüştürücü oldu. Üçümüzün uzun süreli sohbetlerinden oluşan ortak bir kitabımız var. Bu, bir “uzlaşma projesi” değil; biz o kitabı yapmaya karar verdiğimizde zaten arkadaştık. Politik olarak çok benzer yerlerden konuştuğumuzu fark ettik.
Bu sohbetlerde, özellikle de Fethiye’yle konuşurken, hayatımda ilk defa “Sözlerim yerine oturdu, gerçekten duyuldum” duygusunu bu kadar güçlü yaşadım. Bu benim için çok kıymetliydi.
Bugün buraya onuncu gelişim. Türkiye yolculuğu, hayatımı çok zenginleştiren ve dönüştüren bir süreç oldu.
Büyükannenizin yaşadığı yerleri görmek nasıldı? Kastamonu ve İnebolu ziyaretleriniz sizde ne........© Bianet





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
John Nosta
Daniel Orenstein
Beth Kuhel