menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Prof. Dr. Kadriye Bakırcı: Boşanma davalarında arabuluculuk Anayasaya aykırı

7 1
13.08.2025

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, boşanma davalarına köklü değişiklikler getirecek yeni bir yargı paketinin yolda olduğunu duyurdu.

Paket kapsamında “aile arabuluculuğu” sisteminin hayata geçirilmesi planlanıyor. Tunç, boşanma sürecinde maddi tazminat, nafaka ve mal paylaşımı davalarının birbirinden ayrılabileceğini belirterek, yeni düzenlemenin “boşanma davalarının hızlanmasını” sağlayacağını savundu.

Ancak bu plan, hukuk çevrelerinde ve kadın hakları savunucuları arasında ciddi tartışmalara yol açtı. Uzmanlar, özellikle “aile arabuluculuğu” uygulamasının, güç dengesi eşit olmayan ilişkilerde hak kayıplarına neden olabileceğini vurguluyor.

Bu isimlerden biri de Prof. Dr. Kadriye Bakırcı. Bakırcı, aile arabuluculuğunu “toplumun temeli olan ailenin, eşitliğe dayanan zeminini eşitsizliğe ve güvencesizliğe oturtmak” olarak tanımlıyor ve düzenlemeyi Anayasa’daki eşitlik ilkesi, sosyal devlet anlayışı ve adil yargılanma hakkı açısından ayrıntılı biçimde eleştiriyor.

Prof. Dr. Kadriye Bakırcı, boşanma düzenlemesini bianet’e yorumladı.

Aile arabuluculuğunu hukuksal açıdan değerlendirebilir misiniz?

Aile arabuluculuğu Aile Hukukunda eşitlik ilkesine aykırıdır. Çünkü, Anayasa’nın 41.maddesi uyarınca, Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Anayasa’nın 10.maddesi uyarınca ise, kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.

Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.

Bu düzenlemeler uyarınca, devletin aile hukukunda da fiili (maddi) eşitliği sağlama ve pozitif önlemler alma yükümlülüğü vardır. Oysa devlet, hem aile hukukunda maddi eşitliği sağlama, annenin ve çocukların korunması yükümlülüklerini yerine getirmemekte, hem de boşanmada aile arabuluculuğunu öngörerek, mevcut Anayasal şekli eşitlik ilkesini bile ihlal etmekte ve eşitlik ilkesinde büyük bir gedik açmaktadır.

Aile arabuluculuğu hangi ilişkilerde uygulama alanı bulabilir?

Arabuluculuk ancak eşitler arasındaki ilişkiler için kabul edilebilir. Güç eşitsizliğinin var olduğu ilişkilerde, özellikle aile hukukunda uygun olmadığını tüm araştırmalar ortaya koymaktadır.

Yapılan araştırmalar aile arabuluculuğunun başarılı bir mekanizma olmadığını, kadınların maddi eşitsizliğini derinleştirdiğini, toplumda hukuka olan güveni ve saygıyı azalttığını ortaya koymaktadır. Kadının bir avukatla temsil edilmeyi sağlayacak ekonomik gücünün olmadığı durumlarda sonuçlar kadınlar için daha ağır olmaktadır. Nitekim aile arabuluculuğunu teşvikte başı çeken Avrupa Konseyi bile, sözkonusu sakıncayı kabul etmekte ve aile arabuluculuğunun ihtiyari olmasını tavsiye etmektedir.

Peki o zaman aile hukuku için çözüm yolu ne olmalıdır?

Mevcut öneri, Anayasal sosyal devlet ilkesine, devletin adalet hizmetlerini yerine getirme yükümlülüğüne ve adil yargılanma hakkına, adalete erişimde şekli ve maddi eşitlik ilkesine aykırıdır.

Anayasa’nın 2. ve 5. maddeleri uyarınca, Türkiye sosyal bir Devlettir. Sosyal devlet ilkesi, devlete en azından temel kamu hizmetlerini, sosyal adaleti ve eşitliği sağlama yükümlülüğünü yükler.

Devletin yerine getirmesi gereken kamu hizmetlerinin başında da adalet hizmeti yer alır. Nitekim, Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca da, “Herkes yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”. Dolayısıyla, aslolan, hukuksal uyuşmazlıklarda bireyin yargısal yollara başvurmasıdır.

Çok uzun zamandır tüm dünyada, ne yazık ki sosyal devlet ilkesinden uzaklaşma, kamu hizmetlerini özelleştirme, devlet bütçelerinin büyük bir bölümünün silahlanmaya ayrılması eğilimi mevcuttur. Dolayısıyla adalet hizmetlerinin özelleştirilmesi, yeni teknolojilere terkedilmesi, arabuluculuğun tercih edilmesi yaygınlık kazanmaktadır. Ancak devleti devlet yapan unsurlardan birisi de yargısıdır. Kamu düzenini ve güvenliğini, toplumda eşitliği ilgilendiren yargı hizmetlerinin devlet tekelinde kalması gerekir. Bu hizmetin devlet tekelinden çıkarılması, hem sosyal devlet ilkesine hem adil yargılanma ilkesine aykırıdır.

Kaldı ki devletin sosyal devletten uzaklaşma, küçülme isteğinin bedeli, toplumda zaten ikinci sınıf vatandaş statüsünde olan kadınlara ödetilmemelidir.

Hukuk sistemimizde boşanma halinde alternatif çözüm yolu mevcuttur, arabuluculuk kurumuna ihtiyaç da yoktur.

İstanbul Barosu KHM’nin bildirisinde de belirtildiği gibi, Avukatlık Kanunu’nun 35/A maddesi uyarınca avukatların; Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 137. maddesi uyarınca ise yargıçların tarafları anlaşmaya teşvik etme yetkisi bulunmaktadır. Bu nedenle arabuluculuk kurumuna ihtiyaç da yoktur.

Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Devlet kendisiyle çelişmektedir.

Devlet, bir yandan kadınlara evlenin, çocuk doğurun diye telkinde bulunurken, bir yandan da, kadınların aile hukukunda sahip olduğu, nafaka ve boşanmada yargı güvencesi dahil, tüm güvenceleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

Peki, konuyla ilgili bilgisi olmadığı için, şiddete uğramaktan korktuğu için, çevresinin baskısı nedeniyle, avukatla temsil edilebileceği bir geliri olmadığı için ve benzeri nedenlerle boşanırken arabuluculukta tüm güvencelerini kaybedebileceğini düşünen bir kadın niye evlensin, hem de çocuk doğursun ki?

Devlet kendisiyle çelişmektedir. Sosyal politikalardan, sosyal güvencelerden vazgeçerek doğum oranını artırabilmiş tek gelişmiş veya gelişmekte olan devlet örneği yoktur.

(EMK)

Diyanet İşleri Başkanlığının 1 Ağustos'ta yayımladığı kadınların giyim kuşamlarını hedef alan Cuma Hutbesi'ni "geçmişteki başörtü yasağının rövanşı için bir başörtü dayatması" olarak değerlendiren feminist yazar Berrin Sönmez Medysacope'ta yayımladığı yazısında "Başörtüsü zorunluluğu getirilmesi ihtimaline karşı şimdiden başımı açıyorum" diyerek Diyanet İşleri Başkanlığına meydan okumuştu.

Sönmez'in tutumu kadınlar arasında destek gördü ve sosyal medyada artan dayanışma mesajlarıyla karşılandı. "Kadın Koalisyonu" sosyal medya hesabından Sönmez'in tutumunu "Başörtüsü dayatması ihtimaline karşı çok büyük uyarı ve direniş" olarak niteledi.

İslamcı "Daily Islamist" hesabı da Sönmez'in açıklamasını yorumsuz olarak yansıttı ve Sönmez'den "Sözleri[ni] çarpıtmadan yazdı[kları] için" teşekkür aldı.


Berrin Sönmez, tutumunu Medyascope yayınında açıklıyor

Sönmez kendisini harekete geçirenin Diyanet İşleri Başkanlığının 1 Ağustos'ta Türkiye'deki 90 bin dolayındaki camide okutulması zorunlu Cuma Hutbesi'nin ana fikri kadar kamu kurumlarını başörtülü olmayan kadınları ima ederek inisiyatif almaya çağıran şu ifadeler olduğunu vurguluyor:

"Uygunsuz kıyafetlerle toplumsal alanlarda, hele hele kurumsal özelliği olan mekânlarda bulunmak asgari ahlak kurallarına bile meydan okumaktır. Bu, çağdaşlık değil, ilkelliktir. Ahlak ve edep ölçülerinin çiğnenmesine sessiz kalan herkes büyük bir vebal altındadır. Çünkü neslimizin iffetini, edebini ve ahlakını korumak hepimizin ortak sorumluluğudur."

Diyanet İşleri Başkanlığı resmi web sitesinde değişik dosya türleri içinde yayımlanan hutbenin dikkat çekici bölümleri arasından şunlar da var:

Hayâsızlık ise, ahlaki değerleri yok eden, insanın onur ve saygınlığını ayaklar altına alan bir felakettir. Şeytanın, en sinsi tuzaklarından biridir. Nitekim Yüce Rabbimiz, “Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın...”[i] buyurmaktadır.

Resûl-i Ekrem (s.a.s), “Azîz ve Celîl olan Allah Halîm’dir, hayâ sahibidir, ayıp ve kusurları örtendir. Hayâyı ve örtünmeyi sever.”[i] buyurmaktadır. Dolayısıyla kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyilmesi, nerede ve hangi amaçla olursa olsun Allah’ın örtünme emrini ihlaldir, haramdır. Uzuvları belli edecek şekilde dar elbise giyenler Allah Resûlü (s.a.s)’in ifadesiyle, كَاسِيَاتٌ عَارِيَاتٌ “Giyinik çıplaklardır.”[ii]

Ayrıca hangi amaçla olursa olsun dövme yaptırmak, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in ifadesiyle Allah’ın rahmetinden mahrum kalmaktır, haramdır. Ekranlarda, dijital mecralarda, görsel ve yazılı basında dinimizin tasvip etmediği kıyafetlerle paylaşımlar yapmak her açı

Bu hutbe yayımlanana kadar başını örten feminist yazar Berrin Sönmez Medyascope'da yayınlanan "Ey Diyanet! Fe eyne tezhebun?" başlıklı yazısında İslami açıdan yukarıda alıntılanan bölümlerin ve hutbenin bir bütün olarak eleştirisini yaptıktan sonra, kendisinin neden başını örtmüş olduğunu şöyle aktardı:

1981’de DTCF ikinci sınıftayken 12 Eylül cuntasının üniversitelerde başörtüsü yasağı getireceği konuşulurken başımı örtmüştüm. Bu benim için örgütlü olmayan kişisel bir direnişti. Doktora aşamasında ise sürdüremedim. Hem liseyi parasız yatılı okuduğum yani bu ülkeye borçlu olduğum için ve hem de bir kadın olarak çalışma yaşamından kopmak istemediğim için -hangisi daha baskındı ben de bilmiyorum- Allah’ın affına sığınarak başımı aştım. Ve emekli olduğum gün tekrar örtündüm. İşin tuhafı 29 Şubat tasfiyesi ile akademiden zorunlu emekli olduğum zaman AKP yelkeni bir rüzgar yakalamıştı. “Türkiye İranlaşacak” endişeleri toplumu sarmıştı. Hiç ihtimal vermedim. Mümkün değil dedim. Fakat bir akademisyen olarak binde birlik bir ihtimal payı vermeliydim. Emekli olduğum gün başımı örterken kendimce yaradanımla bir sözleşme yaptım. Eğer bir gün bu ülkede başörtü zorunlu tutulacak olursa o gün başımı açarım, dedim.

Berrin Sönmez, Diyanet İşleri Başkanlığının 1 Ağustos Hutbesi'nin "bu ülkede başörtüsünün zorunlu tutulacağının" işaret fişeği olduğunu düşünerek kendsine verdiği söze sadık kalma zamanının geldiğini söylüyor.

[...] Ve yazık ki şimdi hutbedeki kurumsal yapılar ifadesi geçmişteki başörtü yasağının rövanşı için bir başörtü dayatmasının kadınlara yükleneceğini düşündürüyor. Umarım yanılıyorumdur. Ama bu işaret fişeğini görmezden gelemem. Dayatma ihtimalinin henüz geri döndürülebileceği bir aşamadayken tepki vermek gerekiyor. Yani bana yine bir kişisel direniş yolu göründü. Başörtüsü zorunluluğu getirilmesi ihtimaline karşı şimdiden başımı açıyorum. Yazının bu hasbihal kısmı okurlar için, uzaktan bakanlar için çalkantılı, gel-gitli, kararsız bir yaşam öyküsü olarak görülebilir. Hiç sakıncası yok düşünce........

© Bianet