menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İki cinsiyet var: Faşistler ve antifaşistler

14 1
25.05.2025

“Bu şehrin üstünü duman, sis almış

Tomurcuk çiçekler kana belenmiş

Dağlar çiçek açmış, usta dert açmış

Umudun goncası kan çiçekleri…”

Belki diyeceksiniz ki bu da hep “bu hafta kadınlar açısından yoğundu” diye yazıyor, yazıya “bahane” üretiyor. Vallahi de billahi de değil. Muhafazakar bir iktidarın daha açık hali ile anti feminist politikaları kendisine yol haritası ilan etmiş iktidarın olduğu bir memlekette, kadınların mücadele gündemi nasıl yoğun olmasın ?

O nedenle gündemler evet tahmin ve takdir edersiniz ki bu hafta da yoğun.

Öncelikle geçen hafta harika bir kadın yazarla tanışma fırsatı buldum. Kendisi Arjantin’nden geldi. Verónica Gago.

Biliyorsunuz ki Arjantin ve Türkiye'den kadınların mücadeleleri, patriyarkal şiddete karşı hayatlarını savunma, kürtaj hakkı ve bedensel özerklik için verilen mücadelelerde kesişiyor.

Her iki ülkede de kadınlar, devletin ve piyasanın baskılarına karşı sokakta, mahkemede ve gündelik yaşamda direnerek toplumsal dönüşümün öncüsü oluyor.

Gago’nun kitabının zeminini oluşturan “borcun feminist reddi” kulağa ilk başta çok radikal geliyor olabilir.

Hele ki doğuştan gelen ayrıcalıklarla örülü alanlarını kaybetmek istemeyenler için, yani çoğu erkek için, hayli sarsıcı. Ancak Gago hem kitabında hem de İstanbul’daki buluşmada bu düşüncenin ardındaki toplumsal-politik dokuyu bütünlüklü bir şekilde ortaya koydu.

Verónica Gago ve Lucí Cavallero’nun ortaya koyduğu analiz, borcu yalnızca bankalardan alınan krediler ya da kredi kartı ödemeleri olarak görmüyor.

Onlara göre borç, bugün hayatın her alanına sinmiş bir kontrol ve itaat mekanizması. Kadınları, transları, göçmenleri ve yoksulları kuşatan, onları sessizliğe, güvencesizliğe ve tüketim zincirine mahkûm eden bir tahakküm biçimi. Neoliberal kapitalizm, sosyal hakların yerini sistematik bir borçlandırma rejimiyle dolduruyor.

Devlet destekli bakım hizmetlerinin yetersizliği, kadınları çocuklarına bakabilmek için borç almaya zorlarken, barınma krizleri, eğitim ve sağlık gibi en temel ihtiyaçlar dahi bireysel borçla karşılanmak zorunda kalıyor. Böylece borç, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasal bir yönetim aracına dönüşüyorgörünmez ama her yerde.

Gago'nun feminist perspektifiyle altını çizdiği en kritik noktalardan biri ise borcun toplumsal cinsiyetle nasıl iç içe geçtiği. Borç, herkesi aynı şekilde etkilemiyor.

Özellikle çocuklu, bekar, göçmen ya da güvencesiz çalışan kadınlar için borç, çoğunlukla kendi ihtiyaçlarından değil, başkalarının çocuklarının, yaşlı ebeveynlerinin ya da partnerlerinin yaşamsal gereksinimlerini karşılamak için üstleniliyor. Bu durum, borcun aslında kadın emeğinin sistemli ve çok katmanlı sömürüsünün bir sonucu olduğunu gösteriyor.

Gago için borçlanmak, kişisel bir sorumluluk meselesi değil kadınların ücretli ve ücretsiz emeğinin piyasalaştırıldığı, güvencesizleştirildiği, değersizleştirildiği bir yapının sonucu.

Bu nedenle “feminist red” yalnızca bireysel bir borç ödememe tavrı değil, kolektif bir siyasal direniş biçimi olarak düşünülmeli. Borcun insanları nasıl yalnızlaştırdığını, kontrol altında tuttuğunu ve gündelik yaşamı şekillendirdiğini görünür kılarak, buna karşı ortak bir siyasal hat kurmayı hedefliyor.

Bu hat, feminist grevden barınma hakkına, kürtaj mücadelesinden bakım emeğinin görünür kılınmasına uzanan geniş bir mücadele ağını birbirine bağlıyor.

Yani bu red, dayanışma eksenli bir yaşamı savunma, borca değil birlikte yaşama iradesine dayanan bir siyaset inşa etme çağrısıdır.

“Bugün geldiğimiz noktada ise Arjantin’de açık bir karşı-devrim süreci yaşanıyor. Devletin antifeminizmi, yalnızca ideolojik bir tercih değil kurumsallaşmış bir baskı aygıtı olarak karşımızda” diyor Gago.

Ah ne tesadüf değil mi?

Mesela, Arjantin’de ’İnsan Sermayesi Bakanlığı' gibi distopik yapılarla halk tabanlı feminist hareketler doğrudan hedef alınırken Türkiye’de “Aile Yılı” ilan ediliyor.

Gıda yardımları kesiliyor, çocuklarıyla protestoya katılan kadınlar kriminalize ediliyor. Buyurun bir tesadüf daha…Evet tabiki hem Arjantin’de hem de Türkiye’de. Gago’ya göre bu durum sosyal yeniden üretimin faşistleştirilmesi anlamına geliyor.

Dahası, tüm bu süreç finansal şiddetin de bir parçası. IMF ile yapılan yeni borç anlaşmaları, neoliberalizmin yalnızca ekonomik değil toplumsal cinsiyet temelli bir savaş yürüttüğünü gösteriyor.

Tıpkı Türkiye’deki kadınlar gibi Arjantin’de de direniyor. Gago, “hâlâ direniyoruz. Baskılar artsa da, trans-feminist ruhu yaşatmaya devam ediyoruz” diyor.

Arjantin’deki faşist iktidarın kullandığı bir slogan var: “Bugün dünyada iki cinsiyet vardır”

Gago’nun aktarımına göre kadınlar da eylemlerinde bu slogana söyle yanıt veriyormuş: “Bugün dünyada gerçekten sadece iki toplumsal cinsiyet var: Faşistler ve antifaşistler. Biz, ikincisiyiz.”

***

Geçen hafta İstanbul Şişli’de özel bir otelde düzenlenen Uluslararası Aile Forumu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Emine Erdoğan’ın yaptığı konuşmalar, iktidarın yıllardır sürdürdüğü “çocuk doğurun, aile olun” politikasının yeni sezonuna giriş yaptığını ilan ediyor adeta. Endişeliyim hatta.

Bakarsınız yarın öbür gün evlere “çocuk yaptırma timleri” baskın düzenler, evli çiftlerin kapısını çalıp, “Siz hâlâ bir taneyle mi yetiniyorsunuz? Hadi bakalım, sıradaki gelsin” diyebilirler. Bir çocuk varsa, ikinci için not, üçüncü için kırmızı kurdele, dördüncü için devlet madalyası gelir belki. Gülmeyin, distopik gelmesin dizisi var: Damızlık Kızın Öyküsü. Henüz izlemediyseniz şimdiden başlayın, sert gelebilir, hazırlıklı olun.

Neyse, konumuza dönelim…

Doğurganlık oranlarının düşmesini “felaket” olarak niteleyen Cumhurbaşkanı, 2026-2035 yıllarını “Aile ve Nüfus On Yılı” ilan etti. Emine Erdoğan ise evlenme yaşını ileri atan “bahaneleri” hedefe koydu, doğum sayısındaki gerilemeye karşı savaş ilan etti.

Aileyi kutsallaştıran bu söylem, bireylerin kişisel tercihlerine karışmakla kalmıyor ekonomik gerçekleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve devlet politikalarının etkilerini paranteze alıyor.

Gençlerin neden evlenmediğini, neden çocuk yapmadığını sormak yerine, onları neden "çocuk yapmadıkları için" suçlamayı tercih ediyorlar. Asgari ücretin geldiği durum ortadayken!

Gerçek şu ki gençler modernlikten değil, belirsizlikten kaçıyor. Borçla, güvencesizlikle, baskıyla örülü bir yaşamda kim neden yeni bir hayat getirmek istesin ki?

Kadınlar sadece doğurmak değil, yaşamak için de mücadele ediyor. Verónica Gago’nun dediği gibi, borcun baskısı, bakım emeğinin yükü, geleceksizlik hissi kadını bir sarmalın içine itiyor.

Bu eşitsiz, adaletsiz düzen baştan yanlış erkekler için de kadınlar için de kendisine cinsiyet atamayan her insan için de… Yani Adorno’nun dediği gibi, “Yanlış hayat doğru yaşanmıyor”

Siz “çocuk”, “aile” dedikçe, benim de “Narin” diye çığlık atasım geliyor. Düzenin, ailenin, erkekliğin yok ettiği minicik bir hayat. Siz önce Narin'in nasıl öldürüldüğünü açıklayacaksınız.

Faillerin kim olduğunu, kimlerin kol kanat gerdiğini anlatacaksınız. “Aile ile 40 yıldır dostluğumuz var, bilip de söyleyemediğimiz şeyler var” cümlesinin arkası gelmeli.

Hastanelerde büyümesine izin vermediğiniz “yenidoğan”ların, yaşatamadığınız Narin’in ve tüm çocukların, sermaye sahiplerine işyerlerinde emeklerini peşkeş çektiğiniz çalışırken ölen çocukların hesabını vereceksiniz. Şunu anlayın artık, “kutsal aile de aile” diye tutturduğunuz aileyi önce sizin politikalarınız kirletiyor, böyle tüketiyor.

Bu gerçeği görmediğiniz sürece doğurganlık........

© Bianet