menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hatimoğulları: Mevcut hukuk çerçevesi değişmeden kalıcı bir barış mümkün olmaz

9 14
13.10.2025

Türkiye, siyasette yeni bir barış ve demokratikleşme tartışmasının eşiğinde. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, bu süreci “Demokratik Türkiye” olarak tanımlarken, meseleyi sadece güvenlik eksenine sıkıştırmanın barışa katkı sağlamayacağını vurguluyor.

Hatimoğulları’na göre, kalıcı çözümün yolu Türkiye’nin topyekûn demokratikleşmesinden geçiyor.

DEM Parti’nin kişilere değil, ilkelere dayalı bir siyaset yürüttüğünü vurgulayan Hatimoğulları, “Bizim derdimiz kişiler değil, sistemin kendisidir. Kimin ne niyetle masaya oturduğundan ziyade, o masaya hangi ilkelerin konulduğuyla ilgileniyoruz” sözleriyle parti çizgisini netleştiriyor.

Hatimoğulları'nın özellikle vurguladığı nokta da şu: "DEM Parti, tek bir kişinin iktidarını uzatmak ya da bir Anayasa maddesini pazarlık konusu yapmak gibi dar ve pragmatist bir siyasetin asla parçası olmamıştır, olmayacaktır. Bizim derdimiz kişiler değil, sistemin kendisidir."

Hatimoğulları bianet'e konuştu.

Devlet Bahçelinin Terörsüz Türkiye” çağrısı siyasette yeni bir dönemin kapısını araladı. DEM Partinin bu süreci Demokratik Türkiye” olarak tanımlaması, topluma nasıl bir fark ve umut sunuyor?

1 Ekim tarihi, Türkiye yakın tarihinde çok önemli bir siyasal eşiktir. Kürt sorununu terör sorunu gibi ele almak yanlıştır. Kürt sorunu siyasal, ekonomik, kültürel, sosyolojik bir sorundur. Bu çerçeveden ele alınmalıdır, fakat devlet kanadında güvenlik daha ön planda tutuluyor ve barışa güvenlik perspektifinden bakılıyor. Bu barışa pozitif katkı vermez.

DEM Parti olarak bizler, bu tartışmanın dar bir güvenlik perspektifine sıkıştırılmaması gerektiğini, sorunun kalıcı çözümünün ancak ve ancak Türkiye'nin topyekûn demokratikleşmesiyle mümkün olacağını ifade ediyoruz.

Toplumsal haklar ve bunun sağlayacağı zemin, daha sahici bir güvenlik alanını otomatik oluşturacaktır.

Böylesi tarihi bir fırsat penceresinde güvensizlik ve korkuyu değil, özgürlük ve cesareti rehber edinmek daha hakiki olacaktır. Gelecek umudunu ve bu umudu gerçeğe dönüştürecek somut bir yol haritasını ancak buradan kurabiliriz.

Hem bir siyasetçi hem de barış mücadeleleri içinde yer almış bir kadın olarak görüyorum ve o nedenle soruyorum. Sizde bu sürecin samimi bir başlangıç olduğuna dair bir güven duygusu oluştu mu? Bu güvenin toplum nezdinde tesis edilebilmesi için hangi somut adımların atılması gerekiyor?

Güven kısmına dair sorunuzun ağırlığını ve derinliğini anlıyorum. Barışa dair ufacık bir ışık bile varsa bunu umut olarak görmek lazım. Çünkü barış, umut etmekle başlar ve bizim her daim umudumuz var. Umudumuz var; çünkü biz mücadele insanlarıyız, mücadele geleneğiyiz. Ve tarih boyunca verdiğimiz mücadeleye güveniyoruz.

Güven konusunu da inşa etmek lazım. Güven yoksa da barış için o şartları sağlayacak ortam için emek vermek lazım.

Biraz daha açarsam; bizim umudumuz, muhataplarımızın samimiyetine endeksli bir umut değil. Bizim umudumuz, bu ülkenin halklarının barışa, demokrasiye ve ortak bir geleceğe duyduğu derin özlemden besleniyor.

Bu yüzden biz, her bir diyalog çağrısını, her bir barış ihtimalini, ne kadar cılız olursa olsun, sorumluluğumuzun bir gereği olarak ciddiye alırız. İnandığım şey bu…
Diğer yandan, samimi şekilde ifade etmek gerekirse tüm toplum gibi bende de samimiyet aşaması ilk olarak “temkinli bir umut” olarak filizlendi. Çünkü çok keskin bir geçişle başladı hikaye.

Bir de hayatımız boyunca deneyimlediğimiz ve söylediğimiz şey “söz yetmez, eylem ister” olunca, elbette sözlerin arkasının nasıl doldurulacağına bakmak gerekiyor. Henüz eylem kısmına geçmemiş bir sürece toplum doğal olarak temkinli yaklaşır.

Şunu kabul edelim; barış, tek bir kapıdan girilen salon değildir. Hukukun, demokrasinin, hakikatin ve özgürlüğün dört ayağını oluşturduğu bir masadır. O masa kurulursa, toplumun kalbinde güven dediğimiz o kırılgan güvercin konar ve artık kaçmaz.

Kadınların eliyle örülen, siyasetin ritmiyle topluma taşınan, hukukun diliyle yazılan ve Meclis’in gözüyle denetlenen ve yasalaşan bir süreçte, elbette “temkinli umut” yerini işte o zaman hak edilmiş bir güvene bırakır.

Somut atılacak adımlarla ilgili onlarca madde sayabilirim. Fakat aciliyeti olan birkaç şey var. Birincisi dilin değişmesi gerekir. Barış etiğini korumak gerekiyor.

İkincisi, baş aktör olarak Sayın Öcalan’ın özgür çalışma ve yaşam koşulları düzeltilmelidir. Dünyada bunun bir örneği yok. Hücrede, ayda bir görüşülen bir başmüzakereciden yüz yıllık sorunları çözmesini bekleyemezsiniz.
Üçüncüsü, ana muhalefet partisinin ve demokratik siyasetin üzerindeki baskı son bulmalıdır. Bir yandan barıştan söz edip diğer yandan seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atanamaz. Seçilmişler siyasi kararlarla hapishanelerde tutulamaz.

Cezaevlerinde dağ gibi büyümüş sorunlar çözümsüz bırakılamaz. AİHM ve AYM kararları uygulanmalıdır. Önemli güven artırıcı adımlardan biri bu olur. Sevgili Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Osman Kavala, Can Atalay bir an önce özgürlüğüne kavuşmalı.

Dördüncüsü başta yerel demokrasi olmak üzere, kültür ve dil alanında da sahici adımlara ihtiyaç var. Tüm bunlar aslında ara geçiş yasaları dediğimiz durumları da kapsıyor.

Bir söyleşinizde Pozitif barışa geçilmesi için elimizden geleni yapacağız” diyorsunuz. Bu ifadeyle kastettiğiniz tam olarak nedir? Barışın yalnızca silahsızlanma değil, toplumsal onarım ve adaletle birlikte inşa edilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Literatürde negatif barış ve pozitif barış ayrımı var. Negatif barış silahların sustuğu, çatışmaların olmadığı bir momente işaret ediyor. Pozitif barış ise silahların susmasını kalıcı hale getirmeye, demokratik entegrasyonu sağlayacak hukuki teminatları hayata geçirmeye yönelik çalışmaların olduğu momente işaret ediyor.

Pozitif barış aşaması silahsızlanmanın kalıcı hale getirildiği demokratik bir siyasal düzenin inşa edilmesi, geçmişle yüzleşme sağlanarak hakikatlerin ortaya çıkarılması ve onarımı, toplumsal barışı tehdit eden eşitsizliklerin ortadan kaldırılması gibi önemli alt başlıkları olan bir aşamayı ifade ediyor.

Yeni Anayasa tartışmaları son dönemde yeniden gündemin merkezine yerleşti. DEM Partinin bu konuda özel bir hazırlığı ya da yol haritası var mı? Siz yeni bir anayasa tartışmasını Türkiyenin demokratikleşmesi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şunu belirtmeliyiz ki şu ana kadar anayasa konusu gündeme hiç gelmedi ve Mecliste oluşturulan komisyonun da açıkladığı üzere bu komisyonun görevi anayasa yapmak değil.

Elbette ki Türkiye’nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. Demokrasi ve özgürlüklerden yana, bunları gerçek anlamda koruyan bir toplumsal sözleşmeye ekmek-su kadar ihtiyacımız var. Bu konuda parti olarak her zaman hazırlıklarımız ve önerilerimiz oldu. ‘Nasıl bir anayasa’ sorusuna en hazırlıklı parti biziz.

İkincil bir durum olarak, şunu da ifade ettik. Yeni Anayasa, çatlakları boya ile kapatacağımız bir duvar değil, evin taşıyıcı kolonlarını elden geçirecek bir kurucu süreçtir. Toplumun evet dediği bir anayasada biz de olacağız. Anayasa sadece DEM Parti’nin sorunu veya işi değil. Herkesin dahil olduğu bir süreç olmalı.

Bu süreçte bizim tarafımız da tavrımız da nettir. Biz toplumdan yanayız. Biz hukuk, demokrasi ve özgürlüklerden yanayız. Aksi tüm hallerinde biz de olmayız.

Özetle bizim anayasa tasavvurumuzun merkezinde, bir metinden öte, “yeni bir toplumsal sözleşme” fikri yatıyor. Bu sözleşmede yeni ne yazılacağı kadar, nasıl yazılacağı da bir o kadar önemlidir.

Anayasa, bu ülkede yaşayan tüm halkların, inançların, kadınların, gençlerin, emekçilerin, ekolojistlerin yani toplumun tüm canlı dinamiklerinin katıldığı, müzakere ettiği ve nihayetinde “Evet, bu benim anayasamdır” dediği bir toplumsal mutabakatla yapılmalıdır. Bizim de evet diyeceğimiz anayasa işte budur.

Daha önceki çözüm sürecinde gündeme gelen Hakikatleri Araştırma Komisyonu” ve Yüzleşme Komisyonu” gibi mekanizmalar bugün neden konuşulmuyor? Sizce barışın kalıcı olması için bu tür yüzleşme ve hakikat arayışlarına yeniden ihtiyaç var........

© Bianet