menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Faşistler toplumsal cinsiyet eşitliğinden korkar

13 5
29.06.2025

"Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?"

Otokrasiyi savunanlar. Faşistler. Kadınlar üzerinden toplumu kendi çıkarları için şekillendirmek isteyenler. Macaristan, İtalya, Rusya ve elbette Türkiye gibi ülkelerin mevcut yöneticileri.

"Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten" sorusu bir kitabın adı. Yazarı, Judith Butler. Metis Yayınlarından okurla buluşturulan kitap, anti feminist hareketin dünyada nasıl yükseldiğini ve faşizmle kol kola ilerlediğini anlatıyor.

“Toplumsal Cinsiyet ideolojisi ve Yıkım Korkusu” başlığında ilerleyen kitap, 10 ara başlıktan oluşuyor. Sayfalar dolusu kitabın bende bıraktığı özet şu oldu: Faşistler korkar toplumsal cinsiyetten!

Kitaba detaylıca değineceğim ve fakat öncesinde bu hafta görülecek iki önemli davaya dikkat çekmek istiyorum.

30 Ekim 2024’te, Çanakkale’de Tuğba Yavaş, beşinci kattaki evinin balkonundan şüpheli bir şekilde düşerek yaşamını yitirdi. Türkiye’de kadınlar ya balkondan düşüyor, ya pencereden atlıyor, ya da “yüksekten düşmeye bağlı” ölümlerle uğurlanıyor. Bu ortak ifade kalıpları, şüpheli ölümlerle ilgili olarak kadınların sesini henüz baştan kısmış oluyor.

Tuğba’nın ölümüne dair baş şüpheli olan eşi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde profesörlük yapan A.Y. hakkında önce “kasten öldürme” suçlamasıyla dava açıldı. Ancak bir gün sonra dosya “yetersiz” denilerek asliye ceza mahkemesine gönderildi. İlk duruşmada serbest bırakıldı. Ardından dosya ağır cezaya, sonra tekrar asliye ceza mahkemesine. Bir dava bu kadar savrulurken, adalet nereye düşüyor? Bunu sormak, sadece ailenin değil, bu ülkede yaşayan herkesin hakkı.

Tuğba’nın ailesi “Bu bir intihar değil şüpheli kaçabilir” diyor. “En azından yargılama süresi boyunca tutuklu yargılansın” diyor. Ama mahkeme bu talepleri reddediyor. Tıpkı onlarca başka kadının davasında olduğu gibi. Yargı sürecinde tutumun kendisi, çoğu zaman hükümden daha belirleyici oluyor.

Bu sürecin tuhaflıkları yalnızca adliyede yaşanmadı. Üniversiteden bazı öğrenciler bianet'e ulaştı: “Bu profesörden ders almak istemiyoruz, durum aydınlatılana kadar en azından bir açıklama yapılmalı” dediler. Ama yanıt verilmedi. Bazı öğrencilere “dilekçeniz yok” denildi. Burada yalnızca dilekçeler değil, ailenin gerçeği öğrenme hakkı da görünmez kılınıyor. Üniversitede baş şüphelinin masumiyetine dair mutlak bir kanaat var gibi duruyor. Bu da Tuğba’nın hakikatini anlatmayı daha da önemli hale getiriyor.

Tuğba Yavaş’ın davası, yalnızca adalet sistemine değil, medyaya da bir ayna tutuyor. Mahkeme keşif yapmadan, deliller eksikken, çelişkili ifadelerle yetinerek sanığın tutuklanmasını bir kez daha reddetti. Ama Tuğba’nın ailesi ve kadın örgütleri susmadı. 30 Haziran’da Çanakkale Adliyesi önünde adalet çağrısı yapacaklar.

4 Temmuz’da Urfa'da Pınar Bulunmaz davası da var. Urfa Siverek’te 22 Şubat 2024’te şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden Pınar Bulunmaz’ın ölümüne ilişkin davanın 11 Nisan Cuma günkü duruşmasında baş şüpheli yine tutuklanmadı.

Yine aynı duruşmada Pınar’ın ailesinin avukatları güvenlik gerekçesiyle Adalet Bakanlığı’na başvurarak davanın başka bir şehre nakledilmesini talep etti. Ancak bu talep de kabul edilmedi. Pınar Bulunmaz’ın ailesi de tıpkı Tuğba Yavaş’ın ailesi gibi adalet istiyor gerçeği öğrenmek istiyor.

Ve yazının başındaki soruya gelecek olursam…

Judith Butler’ın Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten? adlı kitabındaki temel tezleriyle, en basit anlatımı ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın 2025 tarihli genelgesi arasında ideolojik paralellikler var.

Butler'ın direkt sorduğu soruya dair cevap, Butler’a göre sadece bireysel kimliklere değil, devletlerin örgütlenmesine, gücün dağılımına ve itaat sistemlerine uzanan bir düzene dair.

Tam da bu yüzden “toplumsal cinsiyet”, otoriter rejimler için yalnızca akademik ya da kültürel bir mesele değil; iktidarlarının sınandığı, korkularının açığa çıktığı bir alandır. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği demek, mevcut hiyerarşilere itiraz etmek demektir.

Bu çerçevede Bakanlığın, genelgesi, yalnızca bir idari belge değil, aynı zamanda Butler’ın tarif ettiği ideolojik korkunun yerli bir tezahürü.

Bakanlık, “Aile Yılı” adı altında yayımladığı genelgede, LGBTİ haklarını, toplumsal cinsiyet kimliğini, cinsel yönelim çeşitliliğini ve kapsamlı cinsellik eğitimini “aileye zarar veren unsurlar” olarak yaftalıyor.

Oysa bu kavramlar, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere sayısız uluslararası kurum tarafından birey haklarının vazgeçilmez temelleri olarak tanımlanıyor.

Genelge sadece kavramlara değil, aynı zamanda haklara da müdahale niteliğinde. Eğitim içeriklerinden kamu kurumlarının faaliyetlerine dek geniş bir sansür politikası öneriliyor.

Böylece devlet, kadınların ve LGBTİ ’ların kurduğu mücadele dilini baskı altına alıyor, kadınların adını anmadan, haklarını görünmez kılmaya çalışıyor. Butler’ın dediği gibi: Toplumsal cinsiyetin kendisi bir yıkımın nedeni olarak tanımlandığında, onu yok etmek için sansür, kapatma, kriminalleştirme süreci başlar. Türkiye’de yaşanan da tam olarak budur!

Ezgi Sarıtaş’ın çevirisiyle Metis Yayınlarınca dilimize kazandırılan kitap elbette Türkiye’den de çokça söz ediyor.

Kitap boyunca Butler, otoriter liderlerin (Trump, Bolsonaro, Orbán, Meloni ve Erdoğan gibi) ilerici sosyal hareketleri nasıl düşmanlaştırdığını, trans haklarını, kadın özgürlüğünü ve ırkçılık karşıtı mücadeleleri nasıl bir “ahlaki yozlaşma” olarak çerçevelediğini örneklerle gösteriyor.

Şimdi soruyu bir de tersinden soralım: Kim korkmaz toplumsal cinsiyetten?

Yanıt aslında sokaklarda, kampüslerde, mahkeme önlerinde, yazı masalarında, örgüt toplantılarında ve evlerin mutfağında beliriyor.

Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyenler, hayatı eşitlik içinde kurmak isteyenler, korkunun değil dayanışmanın dilini büyütenler, toplumsal cinsiyetten korkmayanlardır.

Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz!

Haftanın şarkısı da faşizme karşı büyük mücadele veren devrimcileri hatırlatan bir yerden gelsin o vakit...

Toplumsal cinsiyet mücadelesinin yükseldiği, özgür yeni bir hafta gelsin..

(EMK)

Atölye BİA, 26 Haziran 2025 Perşembe günü toplumsal cinsiyet odaklı habercilik konusunda bir günlük kapsamlı bir atölye düzenledi.

Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet davalarının izlenmesi, bu tür vakaların haberleştirilmesinde dikkat edilmesi gereken etik ilkelerin ele alınması amacıyla düzenlenen atölye, hem teorik bilgilerin hem de gazetecilik pratiklerinin harmanlandığı yoğun bir içeriğe sahipti.

Toplumsal cinsiyet odaklı haberciliğin temelini oluşturan kavramlar üzerinden ilerleyen atölyede şu sorular etrafında tartışmalar yürütüldü:

Atölye BİA’nın düzenlediği çalışmanın yürütücülüğünü, bianet Kadın Haberleri Editörü Evrim Kepenek, gazeteci Banu Güven ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Selime Büyükgöze üstlendi.

Atölyenin sabahki oturumunda Selime Büyükgöze, toplumsal cinsiyet kavramını hem kuramsal hem de pratik yönleriyle katılımcılara sundu. Toplumsal cinsiyetin eğitimden yargıya, medyadan siyasal yaşama kadar birçok alandaki etkisine değinen Büyükgöze, Türkiye’de kadınların siyasal temsiliyetinin düşüklüğünü rakamlarla örnekleyerek anlattı.

“Kadınların karar alma mekanizmalarında yok denecek kadar az olduğunu görüyoruz. İstanbul gibi bir megakentte sadece üç kadın belediye başkanı var. Geçmiş seçimlerde bir taneydi,” diyen Büyükgöze, bu eksikliğin sadece bir temsil sorunu değil, aynı zamanda toplumsal yapıdaki cinsiyet eşitsizliklerinin doğrudan sonucu........

© Bianet