menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir dava, bir kitap, bir tiyatro, bir eylem: Cesaret ve adalet

13 1
05.10.2025

Urfa’nın Siverek ilçesinde, Şubat 2024’te eşiyle tartıştığı iddia edilen bir anın ardından silahla vurularak hayatını kaybeden Pınar Bulunmaz’ın davası, 8 Ekim’de dördüncü duruşmasıyla tekrar sıradan hukuki takvimlere sızıyor.

“Şüpheli ölüm” deniyor resmî dile fakat deliller başka bir şey konuşuyor bence. Burada üstü örtülen bir cinayet var ve cinayetin üstüne çekilmek istenen perdeyi kaldıracak çok kanıt var. İnanın.

Mesela Hacettepe Adli Tıp’tan çıkan rapor. Pınar’ın intihar etmediğini bilimsel, net ifadelerle ortaya koydu. Buna rağmen savcının tutuklama talebi dikkate alınmadı, bir kararname gibi “adli kontrol yeterlidir” kanaatiyle baş şüpheli tutuklanmadı. Ayrıca dosyada, “Kuvvetli şüphe” tespiti de var.

Ek olarak, 4 Eylül’de yapılan ikinci keşif, olayın çelişkilerini daha da görünür kıldı. Tanık beyanlarının örgüsü, sanığın kurduğu kurgunun ne kadar dayanıksız olduğunu gösteriyor. Buna rağmen hâlâ soru işaretleri yanıtını bulmad, hâlâ adalet talepleri sonuçsuz kalıyor.

Sadece şu sorunun aklınızda yer etmesi umuduyla buraya iliştiriyorum:

“Pınar yerine hayatını kaybeden kocası olsaydı sizce Pınar tutuksuz mu yargılanırdı?”

Ve Pınar’ın ailesinin çağrısını buraya bırakayım:

“8 Ekim, saat 09:00 — Urfa / Siverek Adliyesi. Dördüncü duruşma: adaletin sağlanması, kardeşimizin huzur bulması için duruşmada olmak, ses olmak gerekiyor. Her akşam saat 21:30’da adalet için, Pınar için, kadın cinayetlerinin caydırıcı şekilde cezalandırılması için soracağız, vazgeçmeyeceğiz.”

“Türkiye'yi 23 yıldır yöneten iktidar, bir sabah yeni tehlikenin ne olduğuna karar verir.

İktidara göre "aile" saldırı altındadır. Aileyi tehdit edense LGBTİ'lardır.
Peki tüm aileler birbirine mi benzer? İktidarlar, bir kısım insanı tehdit olarak kodlarsa, sonuçları ne olur?”

Gazeteci ve siyasetçi İrfan Değirmenci’nin “Anne Bir Sabah İyiler Kazanacak” kitabını okumayan kalmasın isterdim.

Kitap, bu dönemde hepimizin ihtiyaç duyduğu ne varsa, ruhunuzu tam da oraya çağırıyor. Değirmenci kitabı yazarken muhtemelen okurda böyle bir etki bırakmayı planlamadı, fakat kitap, bende umut, isyan ve yüzleşme duygularını aynı anda uyandırdı. Zihni çağırdığı yerler de tam olarak buralar.

Başta, neden bu ismi seçmiş, neden doğrudan politik cümleler kurmamış diye düşünürken, kitabın akışını ve annesiyle olan ince ilişki hâlini fark edince kitabın adının nereden geldiğini anladım.

Kitapta, 19 Mart operasyonları sonrasında tutuklanan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Basel’in hikâyesi de yer alıyor. Bir kaç gün önce serbest bırakıldı Basel.

Değirmenci’nin eşcinsel bir gazeteci olarak yaşadıkları da anlatılıyor. Güncel siyaseti düşündüğümüzde, bu kitap tam anlamıyla bir yüzleşme kitabı, insanın hem kendisiyle hem de toplumun geri kalan tüm “ötekileriyle” yüzleşmesi üzerine.

Yüzleşmeden kastım, yukarıdan siyasetçilerin kürsülerden attığı nutuklar değil, toplumun kendi içindeki her şeyle yüzleşmesi…

Sözünü ettiğim yüzleşme, kimilerinin “marjinal” diye dışladığı, kimilerinin de kendini “normal” olarak tanımladığı o çizginin tam ortasında yaşananlarla ilgili.

Sanırım Değirmenci, belki bunu özellikle amaçlamıyor, kitabında hem bireyi kendisiyle hem de toplumu birbirinin aynasında görmeye çağırıyor, bunu yaparken de medyaya, yerinde, ince ve etkili iğneler batırıyor.

Kitabın dili ve kurgusuna gelirsek, okura isimle hitap etmesi ve sohbet eder gibi yazması muazzam bir etki yaratıyor. “Su gibi akıyor” deriz ya, Değirmenci’nin kitabı tam olarak öyle. Hayatından kesitlerle ilerliyor gibi görünse de, Türkiye’nin sosyo-politik atmosferi de yoğun.

Beni en çok etkileyen ise gazeteci Ertuğrul Albayrak’la olan dostlukları oldu.

Nasıl anlatsam bilemiyorum ama şöyle bir benzetme yaparsam umarım haddimi aşmış olmam: Sanki birbirlerinin hayatlarının karabatakları gibiler. Karabatak kuşları bilirsiniz, denizde bir görünür, bir kaybolurlar. Onlar da zaman zaman kopuyorlar ama ihtiyaç duyulduğunda yeniden görünür oluyorlar birbirlerinin hayatında.

Eminim bir masa etrafında oturup konuşsak, bu arkadaşlık kitapta anlatılandan çok daha derin, çok daha güçlü bir bağ olarak çıkar karşımıza. Ne güzel ki hayat onları birbirine katmış.

Ve son olarak, İrfan Değirmenci’ye samimi anlatımı için teşekkür ediyorum. Tek dileğim, cesaretinin hepimize bulaşması.

İBB Şehir Tiyatroları’nın sahneye koyduğu “Bir Ziyaret” oyunu uzun zamandır izlediğim en çarpıcı oyunlardan.

Seyircinin oyuna aktif katıldığı bazen oyunun parçası haline getirildiği tiyatro oyunlarına tanık oldum fakat bu oyun yani “Bir Ziyaret” bu anlamda hem gerçekten değişik hem de dijital öğelerin de kullanılması açısından özellikle çok çarpıcı.

Bu çarpıcılık henüz daha oyun başlamadan görünür oluyor. Sahnenin ortasında bir kaplanı canlandıran siyahlı bir kadın, üzerinde incil işareti olan kocaman bir tabut, izleyenler arasında en önde Doğu Perinçek, orta alandaki koltuklarda AKP’nin eski İstanbul İl Başkanları’ndan Metin Külünk.

Oyun bir ara öyle ilerledi ki acaba Perinçek de bu oyunun bir parçası olarak sahneye çıkacak mı diye düşünmeden edemedim. Şaka bir kenara, oyuncuların zaten seyircinin arasından geçip sahneye ulaştığı aşırı doğal ve mesajları kişiye kişiye değişen bir eser.

Oyunun aslı İsviçreli oyun yazarı Friedrich Dürrenmatt’in (1921-1990) tiyatro külliyatı klasiklerinden "Yaşlı Kadının Ziyareti"

Zahide Gökberk'in Türkçe’ye “Bir Ziyaret” olarak kazandırdığı oyunun yönetmeni Yıldırım Fikret Urağ.

Bilirsiniz sanat eserleri genelde iyilikle kötülüğün çekişmesine sahne olur fakat bu kez masumiyet kavramı da çok sorgulanıyor ve sonunda izleyene de fikri soruluyor. Sahi hangimiz gerçekten masumuz?

Durun önce oyunun konusu.

Sevgilisi Alfred, hamile iken Claire’yı terk ediyor, bebekleri de bu süreçte ölüyor. Claire, yıllar sonra dünyanın en zengin kadını Bayan Zachanassian olarak geri dönüyor. Yoksulluğa sürüklenen kasaba halkına servet vaat ediyor, fakat bunun tek bir bedeli vardır. Bu parayı alabilmeleri için Alfred’i öldürmeleri gerekiyor.

Kasabalı neye karar verecek?

Tam bu noktada siz de oyuna dahil oluyorsunuz oyun arasında herkese “evet” “hayır” yazılı kağıtlar dağılıyor ve seçim yapılıyor. Bir ara “eyvah sandıklara sahip çıkalım” çağrıları da gelir mi diye düşündük.

Oyunun güncel siyasete de göndermesi var, kadınlara biçilen role de güçlü kadın ve zayıf kadına toplumun değişken bakışına da. Çok katmanlı, çok mesajlı bir eser.

Aslına bakarsanız bence “kasabalı nasıl bu kadar yoksul bırakıldı?” sorusu tüm sorunların cevabı ve çözümü.

Ayrıca özellikle insanlığın bitip tükenmeyen hırslarından söz ederken ekrandan İsrail’i protesto edenlere yönelik polis saldırılarının gösterilmesi oyunun en dikkat çekici yanıydı.

Dakikalarca alkışlandı oyun. Yönetmenini merak ediyordum ki çıktı bir konuşma yaptı, şöyle dedi:

“Asla karamsar değilim. Gazze'nin ve Filistin'in onurlu direnişi insanlığın umududur, biliyorum. Her zaman olduğu gibi, ışık yine Doğu'dan yükselecek. Bu kara bulutun içinden çıkacağız, kuşkum yok ama Gazze'de öldürülen bebeklerin, çocukların gölgesi her zaman vicdanlarımızın üzerinde olacak. Bu oyunu, yaşam haklarını koruyamadığımız, o masum kokularını bir daha asla içimize çekemeyeceğimiz Gazze bebeklerinin ve çocuklarının ruhuna ithaf ediyorum.”

Oyun, 2-4 Ekim, 8-11 Ekim 2025 tarihleri arasında Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde, 29 Ekim – 1 Kasım 2025 tarihleri arasında Ümraniye Sahnesi’nde.

İsrail’in uluslararası sularda saldırdığı ve alıkoyduğu Küresel Sumud Filosu teknelerinde bulunan, 36’sı Türkiye vatandaşı toplam 137 aktivist Türkiye’ye döndü. Aktivistleri taşıyan uçak İstanbul’a indiğinde, onları çiçeklerle karşılayan kalabalık coşkulu anlar yaşadı.

Aktivistlerden Ayçin Kantoğlu basına şöyle dedi:

“Çok dar alanlara çok sayıda insanı tıktılar. Beş kişilik hücrelerde on beş kişi kaldık. Temiz su vermediler. Kırk saat boyunca yemek vermediler. Greta’ya vurmuşlar, İsrail bayrağıyla yürütmüşler. Çıplak arama yaptılar.”

Çıplak arama, açık bir işkence yöntemidir. Özellikle kadınlara yönelen bu uygulamanın hiçbir şekilde kabul edilebilir bir tarafı yok. Devletlerin adları değişse de, kimi zaman işkence yöntemleri değişmiyor.
Çıplak arama hem bir insanlık onuruna saldırıdır hem de açık bir insan hakları ihlalidir.

Filistin Eylem Komitesi, İsrail’in Gazze’ye........

© Bianet