menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Araç, “Zamanı Tanrı Yaşar”ı anlattı: Her insan bir alem

16 2
20.06.2025

Seyfettin Araç, edebiyatı sadece bir anlatı aracı değil, hayatın bizzat kendisi olarak gören bir yazar.

Son romanı “Zamanı Tanrı Yaşar ile okurunu hem kendi iç dünyasına hem de insanlık hâllerinin evrensel izlerine taşıyor.

“Edebiyat bir denge üzerine kurulu değil, dengesizlikler üzerine varoluşsal hesaplaşmaların yaşandığı bir arena” diyen Araç, edebiyatın ona sunduğu sonsuz özgürlük alanında kayıpları, acıları ve umutları hem ifade ediyor hem de anlamlandırıyor.

Yazar kendi deyimiyle: “Gerçek mutlulukların içinde bir yerlerde acıların kan lekesi gibi iz bıraktığını” fark ettirmek için yazıyor.

Araç, son kitabını anlatıyor.

Edebiyat, sizin için hayatın bir yansıması mı, yoksa hayatı yeniden inşa etme çabası mı? Kendi eserlerinizde bu iki yaklaşımın dengesini nasıl kuruyorsunuz?

Edebiyat öyle tek bir cümleyle anlatılamayacak kadar kıymetli benim için. Bazı zamanlar hayatın yansıması olduğu için edebiyata baş vuruyor ve eserler meydana getiriyorum, bazı zamanlar ise düşsel bir olgu yaratma hevesiyle hayatı yeniden inşa etme sevdasına bürünüyorum.

Arada bir denge yaratmaya çalıştığım zamanlar ise sadece okumaya ayırdığım bir zamanda buluyorum kendimi. Edebiyat yani diğer manada yazı sanatı bir denge üzerine de kurulu değil esasen. Dengesizlikler üzerine varoluşsal hesaplaşmaların yaşandığı bir arena.

Ben bir roman yaratıp hayatın bir yansımasını vermeliyim veyahut bir romanla yeni bir hayat inşa etmeliyim diye yaklaşmıyorum; her eserin dinamiği, düşü, sebebi, neticesi başka olabiliyor ve ben buna yazmak denilen aleme kendini adamak diyorum.

"Zamanı Tanrı Yaşar" romanınız, hayatın akışına, kaderin rolüne ve insanın bu akış içindeki yerine dair derin düşünceler barındırıyor. Bu romanı yazarken, kendi hayatınızdaki hangi deneyimler veya gözlemler bu temaları şekillendirdi?

‘Zamanı Tanrı Yaşar’ hayatın bir aynası diyebilirim. Gerçek olaylardan yola çıkarak bir araya getirdiğim kutsal bir sanat yani özel bir roman. Kendimi, benliğimi, ruhumu, karakterimi, ideolojimi tanıdığım günden beri iyi bir romancı olma düşüyle yaşadım bu hayatı.

Eninde sonunda romancı olacağım hassasiyetiyle yaşadığım günlerden, aylardan, senelerden sonra yazmaya başladığım eserlerden son romanım için şunu söyleyebilirim; hayatın akışı, kaderin rolü, insanın bu izlerin gölgesinde duran varlığı, her şey ve hepsi an be an yaşadığım izdüşümlerin sebebi.

Kimi zaman vermek istediğiniz mesajı tam verememek korkuturken bir an fark edersiniz ki okuyucunun aldığı mesaj aslında içten içe vermeye çalıştığınız ama kendinize dahi itiraf etmeye korktuğunuz bir gerçek. Kendi hayatıma dair deneyimler de bunu doğruluyor, gözlemler de bunu gösteriyor. Şekillendirmeye çalıştığım her tema aslında binlerce defa kurguladığım karakterlerin üstüne bir darbeyle düşen gerçek acılardan savrulanlar oldu hep.

Romanınızda karakterlerin yaşadığı kayıplar, acılar ve umut arayışları, hayatın kaçınılmaz gerçeklikleri. Edebiyat, bu tür zorlu insani deneyimleri anlamlandırma ve ifade etme konusunda size nasıl bir alan sundu?

Romandaki kayıplar, acılar, umut ve boşlukları doldurma arayışları hayatın bir gerçeği mi yoksa bilinmezi mi bilmiyorum, bunu okuyucuya sormak gerek. Ve fakat edebiyat anlatma, ifade etme sanatı olduğu için bin yıllardır en muazzam ifade biçimi olarak kayda geçmiştir.

Ben anlatmayı, ifade etmeyi edebiyatın sonsuz zenginliklerinden elde ettim; edebiyattan önce böyle bir ayrıcalığın, uçsuz bucaksız farklılığın farkında değildim. Diğer yandan kabul etmek gerekir ki anlatıcısı olduğunuz konulara da yabancı olmamanız gerekir.

Ben anlatıcısı olduğum her romanda zorlu insani deneyimleri ifade etme konusunda yabancı olmadığım bir alanda olduğumu okuyucuya veriyorum.

Romanının bir bireyi, bir karakteri, bir objesi, bir detayı olamayan yazar ne denli iyi bir yazardır bu tartışılır. Geniş bir alanda en iyi olduğum meslekte okuyucuya hiç tatmadıkları bir edebiyat zenginliği sunmaya çalışıyorum. Benden önceki yazarların çok ötesinde bir çabayla ve meydan okumayla yapıyorum bunu; kendime meydan okumalarla bu alanı büyütüyorum.

"Hikâyesi olan her şey güzeldir" mottosuyla başlayan romanınızda, karakterlerin "acı dolu" hikayeleri bile bir güzellik taşıyor. Edebiyatın, hayatın karanlık yönlerini bile anlamlı ve değerli kılma potansiyeline inanıyor musunuz?

Elbette ki inanıyorum, inanmasam bunu yapmaya, yaymaya, genişletmeye ve her romanda üstüne koyarak büyütmeye çalışmazdım. Benim için melankolinin ve içsel yolcukların yazarı diyorlar, bu onur bile bana yeter. Burada edebiyatın en karanlık dehlizlerinden çıkarak güneşe değen hayatlar, aşklar, acılar, güzellikler yazıyorum; benim işim bu, yazmak. Herkesin yüz çevirdiği mutsuzluklardan bir aşk dağı yaratmak ve edebiyat eliyle bu dağı insanlara sunmak istiyorum. Bu arada güzel tasviriniz için teşekkürler.

Acı dolu hikayeleri bile güzel sunan bir kalem ustası olmak için çok çalışıyor, çok üretiyor ve edebiyatın büyüklüğüne sonsuz inanıyorum. Benim işim insanları mutlu etmek değil, okuyucuyu tatmin etmek hiç değil, benim işim sadece yazmak, bu coğrafyada daha önce yazılmayanı, yazılamayanı okuyucuya sunmak.

Romanınızdaki karakterlerin iç dünyaları ve arayışları, modern insanın varoluşsal sorgulamalarına ayna tutuyor. Edebiyat, bu tür evrensel insanlık hallerini ifade etme ve okuyucuyla bağ kurma konusunda sizce ne kadar etkili?

Modern çağ için konuşuyorsak etkisinin az olduğunu söylemek lazım. Maalesef yeni nesil gençler, öğrenciler, insanlar kitaplara başvurma konusunda biraz uzaklar. Sosyal medya ve popüler kültür maalesef ki hepsinin aklını başlarından almış; kolektif bilinç, özgür düşünce ve modern yaşam gibi değerli unsurları başka türlü algılamaya daha doğrusu kötü yorumlayıp, kötü........

© Bianet