menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Aile Yılı” dayatmaları bitmiyor: Çalışan kadına yarı maaş, tam yük

10 1
20.07.2025

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın ilan ettiği “Aile Yılı” öyle sadece “aile olun”, “3-5 çocuğunuz olsun” minvalindeki düzenlemelerle sınırlı değil.

AKP politikaları ile ekonomik sorunların ve akabindeki belirsizliğin/geleceksizliğin neredeyse bir “kadere” dönüştüğü Türkiye’de hiç utanmasalar bir yolunu bulsalar bireylere birer kayyım atayıp evlendirecekler, evlendirdikleri çiftleri de hemen 3-5 çocuk sahibi yaptıracaklar.

Margaret Atwood’ın “Damızlık Kızın Öyküsü” kitabının Türkiye versiyonunda “Aile Yılı” hedefleri kapsamında memurlara yarı zamanlı çalışma hakkı geliyor. Elbette bu müjdeli haberi yine Erdoğan duyurdu.

Şöyle: Doğum yapan ya da evlat edinen memur anne veya babalar, analık/babalık izni sonrası bu haktan faydalanabilecek. Eşlerin ikisi de memursa, ikisi dönüşümlü şekilde bu imkândan yararlanabiliyor. Çocuk resmi olarak ilkokula başlayıncaya kadar yarı zamanlı çalışma süreci devam edecek.

Haftalık çalışma süresi 40 saatten 20 saate düşecek. Çalışma ya haftanın 3 günü tam gün ya da haftanın 5 günü günlük en az 3 saat şeklinde bölünebilecek.

Maaş, çalışma süresi kadar, yaklaşık yarı oranında azalacak. Yani tam maaş yerine P'si ödenecek. Ancak yıllık izin, derece/kademe ilerlemesi gibi haklar tam süre üzerinden işlemeye devam edecek.

Süt izni de kaldırılıyor.

İlk başta ne kadar olumlu bir gelişme gibi geliyor değil mi kulağa? Tam bir müjde.

Şu açıdan olumlu gibi görünebilir: Feminist teori uzun süredir bakım emeğinin (çocuk bakımı, yaşlı bakımı, ev işleri) kadınlar tarafından ücretsiz ve görünmez şekilde yapıldığını vurgular.
Bu düzenleme, devletin bakım emeğini resmen tanıması ve ona bir biçimde karşılık vermesidir. Bu, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından önemli bir ilke değişimidir.

Peki gerçekte öyle mi? Sıklıkla tekrar ettiğim bir şey var: Hayata Dönüş Operasyonu gibi bu iktidarın politikalarındaki ruhu anlamak. Yani adı “hayata dönüş” fakat geride kalan acı, ölüm ve engelli insanlar... Asla hayata dönüş değil, hayattan kopuş. Bunun örneği çok aslında. Müjde gibi sunulan fakat asla öyle olmayan düzenlemeler.

İsimler, kampanyalar kötü, bayat bir pasta gibi adeta her birinin üzerine tüketiciye sunulurken ucuz ve birbirinin taklini olan süslemeler eklemişler sanki. Bu isimleri albenili, cazip "müjde" düzenlemeler de öyle.

Gerçi “Aile Yılı” da tam olarak değil mi? Bakın Aile Yılı’nın ilk altı ayında erkekler 145 kadını öldürdü, 88 kadını taciz etti, 140 çocuğu istismar etti, 329 kadına şiddet uyguladı, dört kadına tecavüz etti.

Erkekler en az 691 kadını seks işçiliğine zorladı. 215 kadının ölümü basına "şüpheli" olarak yansırken, erkekler, en az 30 çocuğu öldürdü.

Adı “Aile Yılı” gerçekte olan ise kadınların hayatlarının hiçe sayılması.

Bakın bu düzenleme de öyle görünürde “müjde” gerçekte olana bakalım

Kadınlara “yarı zamanlı iş” damgası yapışabilir. Yani, yarı zamanlı çalışanların çoğunun kadın olması, kadınların uzun vadede “ikincil iş gücü” olarak görülmesine neden olabilir. Bu da kariyer gelişimini ve lider pozisyonlara yükselme şansını azaltabilir.

Ayrıca bir de şöyle bir durum var. Gelir azalması, ekonomik bağımsızlığı zayıflatabilir. Haftalık çalışma süresi yarıya inince maaş da yarıya iniyor. Bu, kadınların maddi bağımsızlığını ve ev içindeki karar gücünü azaltabilir. Özellikle eşine ekonomik olarak bağımlı olan kadınlar için bu ciddi bir risk.

En vahim olanı da şu, ev içi bakım yükü kalıcılaşabilir. Eğer erkekler bu hakkı kullanmazsa, çocuk bakımının yine yalnızca kadına ait olduğu mesajı güçlenir. Bu da geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirebilir.

Kariyer açısından “ceza” olabilir. Nasıl mı? İş yerinde “yarı zamanlı” çalışmak bazı işverenler tarafından daha az bağlılık ya da daha düşük öncelik gibi algılanabilir. Bu da kadının terfi, eğitim veya proje fırsatlarından dışlanmasına neden olabilir.

Düzenlemeye tepkili olan isimlerden biri de Ceza Hukukçusu ve CHP’li siyasetçi Şenal Sarıhan. Sarıhan bianet’e şunları söyledi:

"17 Temmuz gecesi yayımlanan yönetmelikle, doğum ve evlat edinme durumlarında, ilköğretime başlayana dek kadın ve erkek memurların yarı zamanlı çalışma hakkı kullanabilecekleri düzenlemesi, devletin özünde kendisine ait olan sosyal görevleri (çocukların kreş ve yurt olanaklarını eşit bir biçimde tüm yurttaşlara sağlama görevini) anne ve babaya —özünde sadece anneye— yüklemesinden başka bir anlam taşımıyor.

Bilindiği gibi bu görevler, daha çok belediyelere yüklenmiş durumda. Yeni düzenleme, özünde kadına ve erkeğe ortak tanınmış ve bakım emeğinde bir eşitlik sağlanmış gibi görünse de, pratikte kadını iş yaşamından ve eşit emeklilik haklarından yoksun edecek. Ülkemizde çocuk bakımı, diğer tüm bakımlar gibi kadınlara ait olmaya devam ediyor. Bu yönetmeliğin mevcut yapısı ile bu gerçeği değiştirmesi olanaksız.

Kaldı ki izleyen maddeler, var olan ekonomik koşullarda diğer düzenlemelerle kadın için de erkek için de bu düzenlemeden yararlanma olasılığını ortadan kaldırıyor. Yönetmeliğin “Mali ve Sosyal Haklar” başlıklı 12 ve “Hizmetin Değerlendirilmesi” başlıklı 13. maddeleri ise, bu düzenlemenin, izin dönemlerinde mali ve sosyal haklar ile emeklilik süresinin yarım gün olarak değerlendirilmesi ile —eski deyimiyle— “mezarda emeklilik” uygulamasını getiriyor. İzleyen maddelerde de bu haktan yararlanamayacaklar tanımlanırken, genel olarak üst görevler sayılıyor. Böylece de kadınlara, çocuk sahibi olmak ve ilköğretim aşamasına dek ona bakmak istiyorsanız görevde yükselme hakkından vazgeçin deniliyor."

Anlayacağınız bu düzenlemenin de bir amacı kadınları “annelik” adı altında eve kapatmak. Önceden kadınlar hem anne olsun hem iş hayatı olsun deniyordu. Şimdi biraz çalışsın daha çok anne olsun deniyor. Başka türlüsü akla gelmiyor sonuçta?

10 yıl önce bugün, Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek üzere Türkiye’nin dört bir yanından Urfa’nın Suruç ilçesine giden ve IŞİD’in canlı bomba saldırısında yaşamını yitiren 33 “Düş Yolcusu”nu özlem ve saygıyla anmak isterim.

20 Temmuz 2015’te Suruç’ta düzenlenen bu katliamda hayatını kaybedenlerden biri olan Evrim Deniz Erol’un annesi Besra Erol, çocuğunun mezarı başında yaptığı bir konuşma nedeniyle “örgüt propagandası” suçlamasıyla 30 Nisan 2019’da tutuklandı.

Tahliyesi yaklaşan Erol’a, Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu tarafından “pişman mısın?” benzeri sorular yöneltildi. Bu sorulara verdiği yanıtlar gerekçe gösterilerek tahliyesi 22 Haziran’da 6 ay ertelendi.

Suruç’ta hayatını kaybeden sosyalistleri unutmayacağız. Politik görüşü fark etmeksizin tüm hasta mahpuslar serbest bırakılsın.

Özgür, eşit ve adaletli yeni bir hafta olsun…

(EMK)

Güran Ailesi, sistematik bir kamuoyu ve medya baskısı sonucunda tümüyle sahipsiz ve yapayalnız bırakıldı. İsyan ettirici bir inatla, bir kuytuda gerçekleşen ve hiçbir şekilde görmedikleri bir olay hakkında konuşmaya zorlandılar. Sanırsınız ki dünya üzerinde böyle bir şey ilk kez vuku buluyor. Sanırsınız ki küçük bir kız çocuğunun, pedofil bir sosyopat, bundan da öte aileye bir anlaşmazlık nedeniyle hınç besleyen bir katil tarafından bir kuytuda kıstırılıp öldürülmesine benzer bir olay dünya üzerinde hiç yaşanmamış.

“Narin Davası” duruşmaları boyunca, Yüksel, Arif, Enes, Salim ve de avukatları saatler süren ifadelerinde anlattılar anlattılar. Anlatabilecekleri tek şeyi diğer bir deyişle her şeyi anlattılar. O gün ne yaptıklarını, nasıl bir aile olduklarını, sonraki günlerde olanları anlattılar. Yana yakıla anlattılar. Anlatabilecekleri sadece bu kadardı.

Ancak katile katil olmayı adeta layık görmeyen koskoca bir ülke, “Neden susuyorsunuz” deyip durdu. Bütün çıplaklığıyla ortada duran basit hakikati neden gösteremediniz diye ailenin hayatı, haysiyeti ve itibarı üzerinde herkes tepindi, tepinmeye devam ediyor.

Şimdi o minnacık bedeni ve kırık dökük Türkçesiyle Yüksel Güran, biricik yavrusunun o gün eve varamadığını, kendi evinin yüz metre aşağısında ve evdeki aile üyelerinin asla göremeyeceği kör bir noktada, bir kuytulukta kıstırılıp hayattan koparıldığını kime ve nasıl anlatsın? “Neden susuyor” diyene, ne cevap versin? Her şeyi gören kameraların da günlerce incelenmeyip görmez hale getirildiğini, kameraların zamanında ve gerektiği gibi incelenmemiş olmasının suçunun bile kendi ailesine yüklendiğini kime söylesin?

Evet, stratejik noktalardaki kameralar 18 gün boyunca hiç incelenmemiş ve bu kameralar sadece 15 gün kayıt tutabiliyormuş. İncelenen kameralar ise güya aile çocuğun kaybolduğu saatten iki saat geç bir saati işaret ettiği için, saat 18.00’den sonrasına bakmak suretiyle........

© Bianet