İşbölümü, genel zekâ ve denetim: Makine Çağı (1)
Yapay Zekânın Politik İnşası serimiz kapsamında, yapay zekânın toplumsal köklerini aramak için üç bölüm halinde yayımladığımız “Hesaplamanın Toplumsal Tarihi” dizisinde[1], hesaplama araçlarının antik dünyadan kapitalist işbölümünün belirdiği 18. yüzyılın sonuna değin nasıl geliştiğini incelemiştik.
Şimdi rotamızı, Adam Smith’in işbölümü mirasının derinleştiği ve kol emeğinin yanı sıra zihin emeğinin de rasyonelleştirilip makinelere aktarıldığı “Makine Çağı”na çeviriyoruz.
Manüfaktürden fabrika üretimine geçişle şekillenen bu dönemde, Karl Marx’ın “genel zekâ” diye adlandırdığı toplumsal bilgi birikimi ilk kez somut bir üretici güç hâline geldi. Gaspard de Prony’nin devasa hesap projelerinde görev alan “insan bilgisayarlar”, Joseph Marie Jacquard’ın Lyon ipek sanayisini kökten dönüştüren programlanabilir tezgâhı, Charles Babbage ile Ada Lovelace’ın Analitik Motor tasarımı bu dönüşümün önemli adımları oldu. Böylece Makine Çağı, kolektif aklı derinleşen işbölümü aracılığıyla makinelere aktararak sermayenin denetimine sokan bir evreye işaret eder. Günümüzde yapay zekâ ise, tam da bu tarihsel denetim mirası üzerine inşa edilen verileştirme pratikleriyle, kolektif aklın çağımıza özgü bir biçimde yeniden çitlenmesidir diyebiliriz.
18. yüzyıl ortasından 19. yüzyıl başına uzanan dönemde tekstil üretimi, zanaatkârın el hareketlerini makine parçalarına gömerek keskin bir rota izledi. 1745’te ipek tezgâhını neredeyse tamamen mekanikleştiren Jacques de Vaucanson, dokuma sırasını tahta kamlar ve dişlilerle adım adım yeniden kurdu; böylece sezgisel el becerisi ölçülebilir, tekrarlanabilir bir dizi hareket dizisine dönüştü. Vaucanson’un denemeleri aynı zamanda Basile Bouchon ile Jean Falcon’un delikli şerit fikrini geliştirerek ileride Jacquard kartlarına temel olacak biçimde hareket komutlarını depolama imkânını gösterdi. Bu tezgâh geliştirildiği dönemde Lyonlu dokumacıların direnişiyle karşılaştı.[2]
Samuel Crompton’ın 1779’da tanıttığı mule eğirme tezgâhı ise Hargreaves’in “eğirici jenny”sinin hızlı ileri-geri taşıyıcısını Arkwright’ın silindirli su çerçevesiyle birleştirdi; 1300’e varan iğ sayısıyla ince pamuk ipliğini seri hâle getirdi. Buna karşın kopan ipleri bağlamak, gerilimi ayarlamak ve dönüş ritmini korumak ustanın maharetine bağlı kaldı. Yenilik yine de radikaldi: 100 libre pamuğu el çıkrığında eğirmek 50.000 saat sürerken, mule ile bu süre 300 saate düştü.[3][4][5] Ancak bu devrim niteliğindeki verimlilik artışına rağmen, tezgâhlar henüz tam olarak “otomatik” değildi. Özgür Narin’in de belirttiği gibi, ilk zamanlarda “otomatik” kelimesi buhar gücüyle seri hareketleri kendi başına yapabilen makineler için kullanılırken, zamanla çıktının durumuna göre kendini düzelten (yani geri besleme sistemine sahip olan) sistemlere denilmeye başlandı.[6] İşte bu anlamda gerçek “otomatikleşme” 1825’te Richard Roberts’ın patentlediği “self-acting mule” (kendi kendine eğirme makinesi) ile geldi.
“Self-acting mule”, ipliğin gerilimini ve kalınlığını sürekli denetleyen ve bu bilgiye dayanarak iğe gereken büküm miktarını, sarım hızını ve dur-kalk döngülerini ayarlayan bir geri besleme mekanizmasına sahipti. Bu otonom düzenleme, karmaşık bir dişli takımı, kam milleri ve debriyaj sistemiyle insan müdahalesi olmaksızın sağlanırken, aynı işi artık tek bir operatör çok daha kısa bir sürede tamamlayabiliyordu. Karl Marx da buluşun önemini ve sınıf mücadelesindeki rolünü görüp şöyle belirtir: “1830’dan bu yana yalnızca işçi ayaklanmalarına karşı sermayenin savaş aracı olarak kullanılma amacıyla yapılmış icatlar üzerine koca bir tarih yazmak mümkündür. Otomatik sistemde yeni bir dönemi başlattığı için, hepsinden önce self-acting mule geliyor aklımıza.”[7] Marx, bu “savaş aracı”nın ardındaki kapitalist mantığı ise, sistemin en ateşli savunucularından Andrew Ure’nin şu sözleriyle gözler önüne serer: “Bu, sanayi işçileri arasında düzeni yeniden kurma görevi olan bir buluştu (...) Bu buluş, sermayenin, bilimi hizmetine sokarak, söz dinlemez işçiyi her zaman uysallıkla hareket etmek zorunda bırakacağı yönündeki, bizim tarafımızdan geliştirilmiş olan doktrini doğruluyor.”[8]
“Self-acting mule”un gelişimiyle Lancashire’da milyonlarca iğ kapasiteli hatlar kurulurken, üretim maliyetleri düştü ve ürün standardı yükseldi. Süreç, vasıflı eğiricinin deneyimine dayalı “yaşayan bilgi”yi makinenin sabit parçalarına aktararak, fabrikadaki emek organizasyonunu da köklü biçimde dönüştürdü: Deneyimli eğiricinin yerini daha düşük ücretli operatörler alırken, tezgâhın temposu fabrikadaki yeni çalışma disiplinini dayattı.[9][10][11][12]
Nitekim Nick Dyer-Witheford da sanayi devrimini tetikleyen kilit teknolojileri özetlerken “self-acting mule”un bu erken otomasyon sürecindeki merkezi rolünü vurgular: “Buhar makinesinden türeyen buluşlar arasında, üretim sürecini kökten değiştiren jenny pamuk eğirici ile 'self-acting mule'un erken otomasyonu ve dolaşım biçimini benzer şekilde dönüştüren demiryolu ile kömürlü gemi yer alır; bu gelişmeler yeni ağır sanayilerin temellerini atmıştır.”[13]
Fransız Burjuva Devrimi’nin ardından Fransa’yı kökten dönüştürmeyi hedefleyen yeni yönetim, 1791’de metrik sistemi ve açılar için ondalık sistemi (dik açının 90 yerine 100 grad olduğu sistem) standartlaştırma gibi iddialı projelere girişti. Bu kapsamlı yeniden yapılanma sürecinde mühendis Gaspard de Prony, eski ölçülerin yeni ondalık sisteme logaritmik çevirisini yapacak ve bu temelde devasa tablolar hazırlayacak zorlu bir görev üstlendi.[14] Bu çalışma, mevcut logaritma ve trigonometri cetvellerinin yetersiz kalması ve hem bilimsel-mühendislik (navigasyon, balistik vb.) çalışmalarının hem de yeni idari düzenin acil ve güvenilir hesaplama tablosu ihtiyacı nedeniyle hayati önem taşıyordu. Açısal reform planı tam başarıya ulaşamasa da Prony’nin bu ulusal ölçekteki projesi, otomatik hesaplama fikri için kavramsal bir zemin hazırladı.[15]
Bu hesaplama projesinin ölçeği o denli büyüktü ki, geleneksel yöntemlerle tek bir matematikçinin, hatta bir grup matematikçinin bile ömrünü aşacak kadar zahmetli ve zaman alıcıydı. De Prony, bu zorluğun üstesinden gelmek için Adam Smith’in Ulusların Zenginliği’nde okuduğu iğne imalatındaki işbölümü prensibinden ilham alarak bir tür hesaplama atölyesi kurdu. Bu atölye, üç katmanlı bir hiyerarşiye sahipti: En tepede, Prony’nin kendisi ve aralarında Adrien-Marie Legendre ile Lazare Carnot gibi dönemin önde gelen matematikçilerinin de bulunduğu küçük bir grup, hesaplamalarda kullanılacak temel formülleri, ünlü farklar yöntemini ve interpolasyon tekniklerini geliştiriyordu. İkinci kademede, “cebirciler” olarak adlandırılan bir grup, bu formülleri basit hesaplama adımlarına ve verilere dönüştürerek alt kademedekiler için talimat formları hazırlıyordu. Bu üç katmanlı piramidin en altında ise, geneli Fransız Burjuva Devrimi sonrası peruk modasının sona ermesiyle işsiz kalan ve titizlikleriyle bilinen çok sayıda kuaförden oluşan yaklaşık yetmiş ila doksan kişilik “insan bilgisayarlar” (Fr. ordinateurs) grubu bulunuyordu. Bu alt kademedeki hesaplayıcıların ileri düzeyde matematik bilgisine sahip olmaları gerekmiyordu; görevleri, kendilerine verilen açık ve basit talimatları -farklar yöntemi sayesinde karmaşık çarpma işlemleri yerine çoğunlukla sadece toplama ve çıkarma gibi temel aritmetik işlemleri kullanarak- büyük bir dikkatle ve mekanik bir hassasiyetle uygulamaktı.[16][17]
Prony’nin sistemi, Sanayi Devrimi’nin kol emeğine uyguladığı mantığın zihin emeğine de uygulanabileceğinin ilk büyük kanıtıydı. Karmaşık hesaplama süreçlerinin, ileri matematik bilgisi gerektirmeyen, basit ve tekrarlanabilir görevlere indirgenmesi, Charles Babbage’ın Fark Motoru gibi otomatik hesaplama makineleri tasarlama düşüncesine zemin hazırladı. Bu yaklaşım, zihin emeğini daha önce görülmemiş bir ölçekte parçalara ayırmış; bireysel deha ve ustalığın yerini, karmaşık bir sistemin kolayca ikame edilebilir birer “dişlisine” dönüşen hesaplayıcılara bırakmıştır. Nihayetinde, tıpkı fabrikalarda kol emeğinin kitlesel bir üretim sürecine dönüştürülmesi gibi, Prony’nin sistemiyle zihin emeği de denetlenebilir, yönetilebilir ve seri hâlde işlenebilir bir nitelik kazandı.
19. yüzyıl başında Lyonlu mucit Joseph Marie Jacquard, Basile Bouchon’un delikli kâğıt şeridi, Jean Falcon’un bu şeritleri birbirine bağlı kartlara dönüştürme fikri ve Jacques de Vaucanson’un geliştirdiği gelişmiş mekanik aksam gibi bir dizi yeniliği sentezleyerek delikli kartlarla çalışan bir tezgâh tasarladı.[18] Jacquard’ın devrimci atılımı, zanaatkârın kuşaklar boyu aktarılan ustalığını ve karmaşık desen bilgisini, makinenin kendisinden (donanım) tamamen ayrılabilen, taşınabilir ve depolanabilir delikli kartlardan oluşan bir tür “yazılıma” dönüştürmesiydi. Bu, emeğin zihinsel ve kavramsal boyutunun (tasarım), fiziksel icrasından (dokuma) sistematik olarak ayrıştırılması anlamına geliyordu. Böylece ustalık, bireye özgü bir yetenek olmaktan çıkıp, sermayenin sahip olduğu ve denetlediği kodlanabilir bir bilgiye dönüştürüldü.[19]
Tezgâhın çalışma prensibi, ikili bir mantığı karmaşık bir mekanik sistemle birleştiriyordu. Birbirine bağlı delikli kartlardan oluşan bir zincir, tezgâhın üst kısmındaki bir mekanizmadan geçerken her kart, desenin bir sırasına karşılık geliyordu. Bir dizi iğne kartın yüzeyine baskı yapardı: Kartta bir delik varsa, iğne delikten geçer ve ilgili çözgü ipliğini kaldıracak olan kancayı aktif hale getirirdi. Eğer delik yoksa, iğne geri itilir ve kanca pasif kalırdı. Bu basit delik/delik yok (1/0) mantığı, hangi ipliklerin kaldırılıp hangilerinin indirileceğini belirleyerek, insan hatasından bağımsız, sonsuz bir tekrarla karmaşık desenlerin dokunmasını sağlıyordu.[20]
Ancak bu teknik devrimin Lyon’daki yankıları, sermaye ile emek arasında şiddetli bir mücadelenin fitilini ateşleyen unsurlardan oldu. Jacquard sistemi, üretimin denetimini ve kârını tüccar-imalatçılara (fabricants) kaydırırken, geleneksel atölye sahibi usta dokumacıların (Canut’lar) ekonomik özerkliğini ve sosyal statüsünü tehdit ediyordu.[21] Canut’ların, ürettikleri kumaşlar için adil bir taban fiyatı talebiyle başlattıkları mücadele, 1831 ve 1834’te büyük grev ve ayaklanmalara dönüştü. Robert Bezucha’nın belirttiği gibi, bu isyanlar yalnızca bir ücret anlaşmazlığı değil, aynı zamanda yeni endüstriyel düzene, vasıfsızlaşmaya ve proleterleşmeye karşı bir direnişti.[22] Tezgâh, bu mücadelenin tam merkezinde yer alıyordu; o, sadece bir üretim aracı değil, aynı zamanda emeğin pazarlık gücünü kıran ve sermayenin denetimini pekiştiren güçlü bir siyasi silahtı.
Sanayi Devrimi’nin fabrika zemininde kol gücü gitgide makineleşip ve “self-acting mule” gibi makineler “ölü emeğin” canlı emek üzerindeki denetimini kurarken, Charles Babbage (1791-1871) dikkatini doğrudan zihin emeğinin otomasyonuna çevirdi. On the Economy of Machinery and Manufactures (Makine ve Manifaktür Ekonomisi Üzerine) adlı eserinde, Manchester atölyelerinde gözlemlediği iş akışlarını ve Gaspard de Prony’nin “insan bilgisayarlar”ıyla hayata geçirdiği zihinsel işbölümü pratiğini bir araya getirerek analiz etti.[23] Babbage, Adam Smith’in işbölümü prensibini, zihin emeğinin de en ince ayrıntısına kadar parçalanıp nihayetinde bir makineye devredilebileceği teorik sonucuna taşıdı. Onun daha sonra “Babbage İlkesi” olarak anılacak olan formülü, bu rasyonelleştirme ve denetim arzusunu açıkça ortaya koyuyordu: Bir işi en ucuza mal etmenin yolu, o işi oluşturan becerileri ayrıştırmak ve her bir parça için yalnızca o işe yetecek asgari düzeyde beceriye sahip, dolayısıyla en düşük ücrete tâbi bir işçi çalıştırmaktı. Bu sayede maliyetler düşerken, sermayenin hem üretim süreci hem de emek üzerindeki denetimi katlanarak artacaktı.[24][25]
Babbage’ın bu ilkeyi hayata geçirme yönündeki ilk somut adımı Fark Motoru oldu. 14 Haziran 1822’de Kraliyet Astronomi Derneği’ne sunduğu bildiride, insan hatasına son derece açık olan ve Prony’nin projesinde olduğu gibi muazzam bir insan emeği gerektiren logaritma ve denizcilik tablolarının hazırlanmasını, “farklar yöntemi” ile tamamen otomatik olarak hesaplayacak bir makine tasarladığını duyurdu.[26] Bu, Prony’nin “insan bilgisayarlar”ının gerçekleştirdiği bölümlenmiş zihin emeğini, buhar gücüyle çalışan pirinç ve çelik dişlilere devrederek hem hızı artırmayı hem de insan faktöründen kaynaklanan hataları ve keyfiliği ortadan kaldırarak hesaplama süreci üzerinde tam bir mekanik denetim kurmayı hedefleyen bir girişimdi. Britanya Hâzinesi’nden aldığı destekle Charles Babbage,........
© Bianet
