menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Genç Rumların İstanbul’da gelecek arayışları

12 1
28.06.2025

İstanbul'da yaşayan genç Rumlar, cemaatin azalan nüfusuna, sınırlı iş olanaklarına ve ekonomik belirsizliklere rağmen hem Türkiye'de hem de yurtdışında kimliklerini koruyarak çeşitli meslek alanlarında yollarını çizme çabasında.

İstanbul’da doğup büyüyen genç Rumların eğitim ve meslek seçimleri, cemaat yapılarının etkisi, ekonomik koşullar ve yurtdışı imkânları içinde şekilleniyor.

28 yaşındaki Yorgos Özprodomos, İstanbul Kadıköy doğumlu. Rum gençlerin çoğunluğunun eğitim hayatlarına Rum okullarında başladığını söyleyen Özprodomos, kendisi de ilkokulu Moda Rum İlköğretim Okulu’nda sınıftaki tek öğrenci olarak okumuş. Günümüzde bir sınıfta üç öğrenci bulunuyorsa bu sayı yüksek kabul ediliyor.

Özel Zapyon Rum Lisesine bağlı anaokulunda öğretmenlik yapan, kendisi de ilkokuldan liseye kadar tüm eğitimini bu okulda alan Despina Kontos, kendi okul yıllarında ana sınıfında yalnızca 8 öğrenci olduğunu aktarıyor. İstanbul’daki tek Rum anaokulu olmasına karşın Zapyon’un ana sınıfı öğrencilerinin parmakla sayılabilmesi cemaatte genç nüfusun azalışının çarpıcı bir göstergesi. Despina, anaokulundan lise sona kadar eğitim veren tek Rum okulu olan Zapyon’un toplam 150 öğrencisi olduğunu söyledi.

“Rum okullarının sayısı azalıyor”

Ortaokul ve lise eğitimini de Rum okullarında alan Yorgos Özprodomos, kendi öğrenciliği döneminde 5 olan Rum okullarının sayısının günümüzde 3’e düştüğünü vurguluyor.

“Ben öğrenciyken 4-5 tane okul açıktı, şimdi kaldı 3 tane. Nüfusun azalmasıyla okulların kapanması aynı düzlemde gidiyor. Onların da öğrenci sayısı azalıyor. 3 okulda toplam yaklaşık 250 öğrenci var. 30 civarı da öğretmen var. Gün geçtikçe bunlar kapanma riskiyle karşı karşıya. O yüzden böyle azalıyor maalesef gitgide. Gençler yurt dışına gittikçe evlenmiyorlar burada, evlenmedikleri için çocuk yapmıyorlar ve sayı gitgide azalıyor.”

Yorgos, ailelerin çocuklarını sayıları azalsa da bu okullara göndermeye devam ettiklerini anlatıyor: “Hem kendi dillerinde eğitim görebiliyorlar hem de daha az öğrenci olduğu için öğretmenler her öğrenci ile daha fazla ilgilenebiliyor ve onları yönlendirebiliyor. Yunanistan’ın üniversite kolaylığı sağlaması da ailelerin bu okulları tercih etmesinde önemli bir etken.”

Despina ve Yorgos Rum okullarında öğretmenlik yapıyorlar -Despina İstanbul’da, Yorgos Gökçeada’da… Despina Rum toplumunda öğretmenliğin yaygın bir meslek olduğundan söz ediyor. “Bunun yanı sıra konsoloslukta ya da patrikhanede çalışanlar da sık görülüyor. Ancak arada hukuk ya da psikoloji gibi farklı meslek dallarına yönelenler de mevcut.”

Yorgos, gençlerin çoğunlukla öğretmenlik veya Patrikhane ile ilgili işler yaptığını, eğer bu alanlarda iş bulamaz veya çalışmak istemezlerse yurt dışına gittiklerini söyledi. Yunanistan hükümetinin diaspora Rumlarına yönelik olarak uyguladığı sınavla üniversiteyi Yunanistan’da okumayı tercih eden çok sayıda genç olduğunu vurguladı.

Atina’da fizyoterapi eğitimi gören 2006 doğumlu Lazaros Kozmaoğlu, Bakırköyde dünyaya gelmiş. Eğitimine hemen her Rum genci gibi Rum okullarında başlamış. Liseyi Özel Fener Rum Lisesi’nde okuduktan sonra Yunanistan hükümetinin diaspora Rumlarına yönelik sınavını geçereke -Atina’da üniversite eğitimine başlamış.

İleride fizyoterapist olmak ve kendi kliniğini açmak istediğini söyleyen Kozmaoğlu, meslek seçiminin Rum olmasıyla bir ilgisi olmadığını belirtiyor: “Ancak Türkiye’de okumuş olsaydım büyük ihtimalle ben de Rum okullarında öğretmen olmayı düşünürdüm” diyor.

Despina, Z kuşağı Rumlarının ciddi bir ayrımcılık yaşamadığını, kendisinin de bir zorlukla karşılaşmadığını ifade ediyor. Yorgos Özprodomos da zor zamanların daha çok dedelerinin ninelerinin zamanında olduğunu, günümüzde bu yönde bir problem yaşamadıklarını söylüyor.

Lazaros Kozmaoğlu da yurt dışına gitme kararını Rum olarak bir baskı gördüğünden değil, yurt dışında daha iyi bir eğitim alacağına, daha iyi ekonomik koşullarda ve daha istikrarlı bir siyasi ortamda yaşayacağına inandığı için aldığını söylüyor. Despina ve Yorgo da öğrencilerinin yurt dışına gitme tercihlerinin yine aynı nedenlerden kaynaklandığını anlatıyor.

Despina, gençlerin gitmeyi tercih etmelerini anlamakla birlikte kalmayı tercih edenlerin de olduğunu anlatıyor. “Ben de onlardan biriyim” diyor. “Gitmek istemiyorum. Burası bizim evimiz. Gitmek kolay değil.”

Lazaros da yurt dışında okumayı tercih etmesine rağmen Türkiye’yi çok sevdiğini ve çok özlediğini anlatıyor. Bulduğu her tatil fırsatında Türkiye’ye gelmek istediğini belirtiyor. Eğer Türkiye’de yurt dışındaki şartlarda yaşayabileceği günler gelirse geri dönmeyi düşündüğünü de vurguluyor.

Genç Rumlar, İstanbul’daki yaşamlarının olumlu anılarını korurken, daha güvenli ve istikrarlı bir gelecek arayışıyla yurtdışına yöneliyor.

Eğitimden meslek seçimine kadar birçok kararda, bireysel tercihler kadar cemaatin yapısı ve toplumsal koşullar da belirleyici.

(DD/EMK)

Haber moda dünyasını adeta çalkalamıştı: Gezegenin ticaret devlerinden Adidas’ın yeni Co-Ceo’su bir zamanlar mevzubahis şirkette konfeksiyon tezgâhında çalışmış bir işçiydi. Aynı zamanda sendika başkanı da olan “Vay Ya Nak Phoan” beynelmilel şirketin Sosyal ve Çevresel Sorumluluklar Stratejisti ilan edilmişti.

“İmkânsız Hiçbir Şeydir”( Impossible is nothing) sloganını gururla taşımakta olan Adidas’ın Berlin Moda Haftası sırasındaki alternatif etkinliği tam da bu imkânsızı bir kez daha alt etmiş olmanın haklı gururuyla taçlanıyordu.

Malum haftanın ilk akşamında organizasyon tıkır tıkır işledi; gene Adidas’ın favorilerinden “Oyuna sahip ol”, “Hakikate sahip ol” şeklinde etkinliğe uyarlandı ve sansasyonel lansman büyük bir heyecan içinde başladı.

“Giygerçeği Tavırları” (Realitywear attitude) başlığı altında takdim edilen iddialı koleksiyon fazlasıyla provoke ediciydi. Kreasyonların çoğu sanki eski Adidas ürünlerden ileri dönüşüme tabi tutulmuş, fakat estetik kaygılarla tekrar eskitilmiş, kirletilmiş, hatta parçalanmış kumaşlardan oluşuyor ve çevreci mesajın “Allah’ını” veriyordu. Defilenin sunucusu da Neoliberal Kapitalizme giydirdikçe giydiriyor, emekçilerin haklarından, giyim sektörünün çevreye verdiği ağır zararlardan bahsettikçe şirketin imajı sanki aksine aklanıyordu.

Aslında mankenlerin hali de pek hal değildi ya, neyse… Kiminin kafasında kocaman bir bandaj, kiminin yanağında deri dağlanarak oluşturulmuş Adidas logosu, kiminin üzerinde tuvalet iznine çıkamamış hamile işçinin sidikli eşofmanı…

“Hm… aslında çok beğendim!”

Defileden daha çok şiddetli, hatta öfkeli bir performansı andıran tanıtım sona erdiğinde mikrofon uzatılmış bazı seyirci gençler neye uğradıklarına şaşırmış gibi duruyorlardı.

Damardan bir mesaj yağmuruna tabi tutuldukları muhakkaktı ama kaçta kaçını anladıkları meçhuldü. Biraz hürmetten, biraz eziklikten dolayı “Hm… aslında çok beğendim!” deseler de, en azından tüketici olarak onlara atılan ağır topla istikbalde epey oynamaları gerekeceğini zamanla anlar gibi görünüyorlardı.

Lansmanda ön plana çıkarılan ve altı çizilenlerin arasında, işçi maaşlarının düşüklüğü, çalışma şartlarının ağırlığı, örgütlenme eksikliği, iş sakatlanmaları ve iş cinayetleri sayılabilir.

Adidas’ın Covid 19 krizi sırasında yaşananlardan........

© Bianet