Geleneksel aile yapısının 'geleneksel olmayan' çocuğu: Beyto
İsviçre’de yaşayan Türkiyeli bir ailenin kendini keşfetme sürecindeki çocuğunun hikâyesini anlatıyor Beyto.
Geleneksel aile yapısında sıkışmış bir gencin, “geleneksel olmayan” kimliğiyle yüzleşme hikâyesi bu.
Nedir gerçekten “geleneksel” olan?
İsviçreli yönetmen Gitta Gsell’in, Yusuf Yeşilöz’ün Düğün Uçuşu adlı romanından esinlenerek çektiği 2020 yapımı film, aidiyet, kimlik ve baskı kavramlarını güçlü biçimde işliyor.
Filmin merkezindeki rolü ise Türkiyeli oyuncu Burak Ateş üstleniyor.
Burak Ateş, hem kariyerini hem de Beyto filmindeki deneyimlerini bianet okurları için anlattı.
Nasıl bir çocukluktan geliyorsunuz?
Türk anne-babanın İsviçre’de doğmuş ve büyümüş üç çocuğundan biriyim. Buradaki üçüncü jenerasyonum aslında. Annem ile çocukluğumu konuştuğumuzda “hep akıllı ve uslu bir çocuk” olduğumu söylüyor. Kirli yerlerde dolaşır, sokakta top oynardım. Dizlerim hep yara içindeydi. Sevgi dolu bir ailede, gerçek bir çocuk gibi geçti çocukluğum. Baba korkum vardı, ki 30 yaşıma geldim hâlâ korkuyorum. Böyle bir ortamda, Türk kültürüyle büyüdüğümü söyleyebilirim.
Oyunculuğa başlama ve filme dahil olma süreciniz nasıl gelişti?
Çocukken okul tiyatrosundaydım ve oynadığım roller de genellikle başrol oluyordu. Öğretmenlerim bana “Sen istediğin replikleri söylüyorsun, utanman da yok,” diyorlardı. Yıllar geçti, meslek okulunda torna tesviye okudum. Bu alanda da dört yıl çalıştım. Sonra polis olmayı düşündüm, vardiyalı olduğu için bu düşüncem çok uzun sürmedi. Oyunculuğu hep istiyordum ama konservatuvar dört yıl sürüyor, oyunculuk için ayrıca menajer bulmak ve açıkçası biraz da şans gerekiyor. Bu yüzden önce ekonomi bölümüne girdim; ancak 1,5 yıl sonra bıraktım ve konservatuvara geçtim.
Filmin kadrosuna dahil olduğumda 24 yaşımdaydım. Bir tiyatro yönetmeni vardı ve bana “Burak, İsviçre’nin ünlü cast direktörü Türk bir oyuncu arıyor, istersen fotoğraflarını gönder,” dedi. Söyledikleri aklıma yatsa da hiç tecrübem yoktu ve açıkçası bu fikir beni biraz korkutmuştu. Buna rağmen fotoğraflarımı gönderdim ve beni auditiona çağırdılar. Dört kez gittim; ama rolü bana vermediler. Yönetmen, “Burak, başrol sana ağır gelir, en iyisi yan karakterlerden birini sana verelim,” dedi. Ben de kabul ettim. Bu konuşmadan üç hafta sonra yönetmen beni yeniden aradı. “Biz senin auditionını yeniden izledik, kafamı çok karıştırıyorsun. Başrol için konuşmaya yeniden gelebilir misin?” dedi. Ben de gittim ve rolü aldım. Dimitri ile de o zaman tanıştık ve iyi bir uyum sağladık. Bayağı iyi anlaştık. Rolü almama rağmen korkularım vardı. Bunun temel nedeni de aslında ilk projem olmasıydı, özetle tecrübem yoktu. Çok da ağır geldi bana bu süreç; ama sonu güzel bitti.
Senaryoyu ilk okuduğunuzda bu karakterde sizi en çok ne etkiledi?
Senaryoyu okuduğumda karaktere çok üzüldüm; ama çok da sevdim. Zorla evlendirilen, anne-babasını üzmek istemeyen ve kendi hislerine karşı koyan birinin hikâyesi. Benzer bir hikâye benim hayatımda da var, projeden teklif aldığımda böyle bir dönemimdeydim. Gelecek kaygılarım vardı. Çalışacak mıyım, okuyacak mıyım? O dönem bir kız arkadaşım vardı, evlenmem mi gerekiyordu? Berbat bir yerdeydim. Beyto da öyleydi. Kafasında çok fazla soru işareti vardı ve ne yapacağını bilmiyordu. Cesurdu da aslında. Hikâyeyi okuduğumda kendime “Burak bu rolü oynaman gerekiyor, Yusuf ağabey senin için yazmış,” dedim.
Hikâyeden etkilendim ve kendimi bulduğum çok nokta oldu. Mesela hikâyenin bir bölümünde Beyto içinde bulunduğu durumdan sıkılıyor ve “Sırf annem ve babam mutlu olsun diye hayatımın içine etmeye mecbur muyum?” diyor. Bu sahneyi çektikten sonra sarılıp ağlamıştık. Her şey insanın kendisinde başlıyor. Kendine nasıl bakar, kendini nasıl seversen, karşındakine de öyle davranırsın. Mesela Beyto, Seher’le evli kalsaydı mutlu olamayacaktı. Pek çok insan mecburiyetten evleniyor ya da bir şans vermek istiyor ama bu, gerçek bir mutluluğa yetmiyor.
Beyto karakterine hazırlanırken nasıl bir yol izlediniz?
Karaktere hazırlanmak için üç hafta sürem vardı ve gerçekten çok güzel geçti. Ailem projeyi kabul etmemi istemiyordu, ben de onlara söylemedim. Arkadaşımda kalacağım, diyerek her hafta sonu provalar için Zürich’e gidip, yönetmende kaldım. İlk sahnemiz Onur Yürüyüşü'nde çekilmişti. Sabah evden çıkıp çekimlere gittim. Eve döndüğümde ailem televizyon izliyordu ve ekranda yürüyüş gösteriliyordu. İçimden “Allahım lütfen bizi göstermesin,” diyordum. Sonra annem bana “Projeyi kabul ettiğini biliyorum,” dedi. Nereden öğrendin diye sorduğumda da “Sen uzun yol sevmezsin, her hafta sonu Zürich’e gidiyorsun,” demişti. O gün benimle bir konuşma yaptı. “Hayat senin, yol senin. Ne istiyorsan onu yap; ama mutsuz olursan sorumluluğu da üstlenmen gerekir,” demişti. Ben de üstlendim.
Öncesinde eşcinsel arkadaşım da oyuncu koçum da yoktu. Karaktere hazırlanırken birkaç kere gey bara gittim ve oradaki insanlarla sohbet edip, projeden bahsettim. Bana çok yardımcı oldular. Hikâyelerini anlattılar, tabii ki çok duygulandım.
Beyto, cesur bir karakter; ama kimlik çatışması yaşıyor ve ikili bir hayat yaşamak zorunda. Böyle bir karakteri canlandırmak sizi profesyonel ya da kişisel anlamda nasıl etkiledi?
Eşcinsel bir karakteri canlandırmam kişisel olarak bana çok şey kattı. Benim için çok özel ve farklı bir deneyimdi, kendimi şanslı hissediyorum. Şu an birçok eşcinsel arkadaşım var. Belki yaşadıkları her şeyi tam olarak anlayamıyorum; ama Beyto sayesinde artık pek çok sorunlarını hissedebiliyorum. Üzüntülerini, sohbetlerini, samimiyetlerini daha yakından anlayabiliyorum. Beyto'nun bana bambaşka bir perspektif kattığını söyleyebilirim. İkili bir hayatı oynamak konusunda ise şunu söyleyebilirim: O dönem bir kız arkadaşım vardı ve onun yanında başka, arkadaşlarımın yanında bambaşka biri gibi davranıyordum. Sanırım bu durumu bilinçsizce kopyaladım. Bu projeyle birlikte kendimi daha yakından tanımaya başladım. Gerçekten cesaret kazandım diyebilirim. Bugün biri gelip bana “Tom Cruise gibi buradan atla” dese, “Ben Beyto’yu oynamış biriyim, buradan mı atlamayacağım?” derim. Film bana inanılmaz bir cesaret verdi. Beyto, geldi ve beni kurtardı.
Filmde sizi en çok zorlayan sahne hangisiydi?
En çok zorlandığım sahne, annemle birlikte oynadığımız, beni düğün için hazırladığı sahneydi. O günü hiç unutmuyorum; Türkiye’deki ilk çekim günümüzdü ve aslında o sahne planlanmamıştı. Başka bir sahneyi çektikten sonra yönetmen bana, “Burak, bugün senin günün. Çok canlısın. İstersen önemli sahnelerden birini daha çekelim. Olmazsa sonra yeniden deneriz,” dedi. Kabul ettim. Ama sahne çok zorluydu. Çekimden sonra annemi oynayan oyuncuyla birbirimize sarıldık ve uzun süre ağladık. Gerçekten çok sarsıcıydı.
Bir de “Ben bir erkeği seviyorum” dediğimde babamın bana tokat attığı sahne vardı. O tokattan sonra sahne bittiğinde, babayı oynayan Serkan Taştemur yere çöktü ve ağlamaya başladı. Bu iki sahne hem duygusal hem fiziksel olarak beni en çok zorlayan anlardı.
Filmin bu kadar etki yaratacağını düşünmüş müydünüz?
Hayır. Çünkü film çok güzel bir zamanda çekildi; ama içimde kötü bir his vardı. Bir şey olacağını düşünüyordum ve COVID oldu. Film 2019’da çekildi, 2020’de yayınlandı ve ben ilk şunu düşündüm: “Filme ne olacak?”
Yapımcımız, filmin Locarno Film Festivali’nde yer almasını istiyordu. Festival, pandemiden dolayı yapılmayınca Zurich Film Festivali yetkilileri filmi izlemiş ve filme yer vermek istediklerini söylemişler. Pandemi nedeniyle sinemaların kapalı olduğunu düşünürsek, filmimiz bu süreçten oldukça etkilendi. Yine de iyi bir izleyici kitlesine ulaştı ve güçlü bir etki yarattı. Ama Covid olmasaydı çok daha fazla insana ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Filmi çekeli beş sene olmasına rağmen insanlar hâlâ dünyanın birçok yerinden yazıyor. Sosyal medyada paylaşılan kesitler günde 10 milyon izlenmeyi geçiyor. Beni gördüklerinde “Seni tanıyorum” veya “Sen, benim hikâyemi canlandırdın,” diyorlar. Bu durum bana çok özel ve güzel hissettiriyor. Umarım bu etki devam eder ve insanlar, özellikle Türkiye’deki insanlar Beyto ile tanışır.
Film altı uluslararası ödül kazandı. Sizce bu başarıda ne etkili oldu?
Bence filmin gerçekliği, duygusallığı ve cesareti onu özel kıldı. Gerçek hayattaki haliyle, samimi ve dürüst bir şekilde hikâyeyi yansıttığımızı düşünüyorum. Bu tarz filmler genelde mutlu son ile bitmiyor; çoğunda ya biri ölüyor ya da kaçıyor. Biz hem mutlu bir sonla gerçek bir hikâyeyi anlatmış olduk hem de insanlara umutlarını kaybetmemeleri, kendilerini sevmeleri gerektiğini gösterdik.
Film hakkında olumsuz eleştiri aldınız mı?
Çok az olumsuz eleştiri aldım ve hiçbiri hakaret boyutunda olmadı. Genellikle güzel eleştiriler aldım. Hiç beklemediğim kişilerden tebrik mesajları aldım. Anaokulu öğretmenim mektup yolladı. Ailemden insanlar tebrik........
© Bianet
