menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hayvan hakları savunucuları: “Onurlu bir duruşla yaşam hakkını savunun”

20 0
26.08.2025

Kendilerini “Yaşam Hakkı Savunucuları” olarak tanımlayan hak savunucuları, İstanbul Valiliği’nin “okulların açılmasına kısa süre kaldığı” gerekçesiyle sokakta yaşayan köpeklerin toplatılmasına yönelik kararına karşı dün (24 Ağustos) Kadıköy İskele Meydanı’nda basın açıklaması düzenledi.

Valiliğin kararının eleştirildiği ve uygulamaya geçildiği takdirde, sokaktaki köpeklerin can güvenliğinin risk altında olacağının belirtildiği basın açıklaması özetle şöyle:

“Başta okul çevreleri olmak üzere, vatandaşlarımızın yoğun olarak bulunduğu tüm alanlarda çevre sağlığı, kamu düzeni ve halk güvenliği açısından sahipsiz hayvanlara yönelik toplama faaliyetlerinin mevzuat hükümleri çerçevesinde ivedilikle yapılması gerektiğine ilişkin yazı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile 39 ilçe kaymakamlığına gönderildi.

“Şu anda İstanbul geneli toplam barınak kapasitesi hayvan sağlığı ve refahının çok üzerinde dolu olduğu bilgisiyle, yasanın kapasite üzeri köpekler öldürülebilir maddesi dikkate alındığında; bu genelge köpeklerin katledilmesi anlamına gelmektedir.

“Sokakta yaşayan hayvanları, kadınları, LGBTİ ları, göçmenleri kendi politik ajandası, siyasi çıkarları, bundan elde edeceği ekonomik faydalar için her fırsatta hedef gösteren, bu söylemleri meşrulaştırma adına çocukları kullanan iktidarın bu ikiyüzlülüğünü biliyoruz.

Hayvan Hakları İzleme Merkezi (HAKİM) raporuna göre Türkiye genelinde barınakların toplam kapasitesi 89 bin 451 olarak belirtilmiştir. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 4 milyon köpek bulunmaktadır. Hal böyleyken 'toplayın' denen köpekler için esas planın katliam olduğu ortadadır. Aynı rapora göre; katliam yasasının kabul edilmesinin üzerinden geçen bir sene içerisinde Türkiye genelinde sokakta ya da belediye barınaklarında kedi ve köpeklere dönük en az 340 işkence ve işkenceyle öldürme vakası adli makamlara yansımıştır. Gerçek sayı bunun katbekat üstündedir.”

Hak savunucuları, hayvanların sokakta yaşamaya devam etmesi gerektiğini vurgulayarak, yetkililerin asli görevinin ise hayvanları aşılamak ve kısırlaştırmak olduğunu belirtti ve şu çağrıyı yaptı:

“Yaşam hakkını savunan yeni bir yasanın şiddet ve katliam içeren politikaların parçası olmayacağız. Biz bir arada yaşamak isteyen milyonlar olarak sokaktaki hayvanlardan vazgeçmiyoruz. Toplumu kutuplaştıran, nefreti ve katliamı meşrulaştıran politikaların uygulayıcısı olmayın; tür ve ırk ayırmaksızın tüm vatandaşların, hayvanların, çocukların, yaşamın yanında olun. Onurlu bir duruşla yaşam hakkını savunun.” (BK/TY)

“Aslında ben bir Kürt anneyim. Eğer bugün burada Kürtçe konuşsaydım kendimi daha güzel ifade edebilirdim ama o imkân bana verilmediği için Türkçemin yettiği kadarıyla konuşmaya çalışacağım.

Barış Anneleri’nden Nezahat Teke’nin sözlerine bu şekilde başlaması bir tesadüf değil, Kürtçeye yönelik resmi tutumun sonucudur. İnsan hakları perspektifinden Kürt meselesinin bir insan hakları ve demokrasi meselesi olduğunu belirtirken ifade etmeye çalıştıklarımızı Nezahat Anne tek bir cümleyle ifade etmiş oldu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu Başkanı Numan Kurtulmuş’un Nezahat Anne’nin bu talebi karşısında vereceği yanıt her bakımdan konuşulurdu.

Sayın Kurtulmuş, “Arkadaşlar, burada bir şey yaparken başka bir şeyi yıkmayalım. Dolayısıyla, herhangi bir şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin –her ne kadar Genel Kurulunda değilsek de– kuralları,” yanıtını vererek norm ve kurallara işaret etmiştir. Sayın Kurtulmuş bu sözleriyle Kürtçeye yönelik ihlalin maalesef devam etmesi yönünde tavır takınmıştır.

Bu konuda anadilinin önemine vurgu yaparak özür talebinde bulunan İnsan Haklar Derneği (İHD) ve anadilinin bir hak olmasının yanı sıra Kürt meselesinin çözümü açısından kritik önemine dikkat çeken Barış Vakfı, hak perspektifinden açıklamalar yaptı.

Şayet Meclis ve komisyon başkanı olarak Barış Anneleri’nin anadili talebine normdan ziyade hak ve özgürlükler, aynı zamanda da çoğulculuk perspektifinden yaklaşabilseydi hem Kürtçeye yönelik yıllardır devam eden tutuma işaret etmiş hem de -popüler ifadeyle- sürecin ruhuna hareket etmiş olurdu. Barış Anneleri, siyasi partiler, insan hakları örgütleri, dil alanında çalışmalar yapanlar kendisini takdir ederdi.

2009’da başlayan KCK adı altındaki yaygın tutuklamalara ilişkin yargılamaların bir yerinde sanıklar, Kürtçe beyanda bulunmak istediklerini talebini mahkemelere iletti. Ancak bu talep önce kabul edilmedi ve bir dizi hak ihlaline yol açtı.

Hak ve özgürlükler mücadelesinde taleplerimiz sıklıkla norm ve kurallara aykırı olduğu yanıtını alıyor. Ancak insan hakları savunucuları olarak yürüttüğümüz mücadelede bu normların zamanla değiştiğine de sıklıkla tanık oluyoruz. Nihayetinde zaman içinde oluşan bir norm, yine zaman içinde değişebilir.

Nitekim mahkemelerde Kürtçe ile başlayan bu norm değişikliği talebi, anadilinde savunmanın TBMM’de kabul edilmesiyle sonuçlandı. Bahse konu bu yasal değişiklik, sanıkların mahkemede anadilinde konuşmasını dildeki yetkinlik gibi bir önşarta değil, irade beyanı çerçevesinde değerlendiriliyor.

Sadece grubu bulunan değil, TBMM’de temsil edilen partilerden müteşekkil komisyonda başkan dahil 52 üye bulunuyor. Komisyon Başkanı Kurtulmuş’un açılış konuşmasında ifade ettiği üzere mevcut yapı, toplumun yüzde 98’ini temsil eden bir siyasi iradeyi yansıtıyor.

Bahse konu siyasi irade, hak perspektifinden yaklaşarak davet edilen herkese “Özel bir gereksinimleri, ihtiyaçları var mı?” diye sorarak gerekli hazırlığı yapma sorumluluğuna sahip. Şayet katılımcılardan biri kendisini Kürtçe, Zazaca, Arapça, Çerkezce vb. başka bir dilde daha iyi ifade edeceğini belirtmişse, bu durum tercüme........

© Bianet