Güvensizlik ve tedirginlik içerisinde haberin ve gerçeğin peşinden koşmak
İşe gitmek için sabah erkenden uyanıp Taksim metroda iniyordum. İstanbul’da hikayesi olan her yer gibi Taksim’in de yürürken kulağımıza fısıldadığı öyküler var. Beyoğlu’nda her sokağın hafızası var. Artık sadece zamana ait ve zamanın uzayıp giden kuyruğunda bulunabilecek insanların yaşadıklarıyla dolu bu sokaklar. Yeni bir şehri, yeni bir ülkeyi ilk defa görenlerin düşüncelerinden başlayıp, burada yapılan tüm eylemlerin ve yürüyüşlerin ayak seslerine uzanan birbirine karışmış melodilerle bezeli bir şekilde duruyor.
Burada yaşamış ve yaşayan tüm insanların, Ermenilerin, Yahudilerin, Rumların, Levantenlerin ve Türklerin anıları ve mirası hala nefes alıp vermeye devam ediyor. Gezi Park’ından başlayıp bütün bir İstiklal Caddesi boyunca yürüyüp Tünel’e varana kadar her ara sokakta karşımıza çıkıyor bu eski insanların hayaletleri.
İşe giderken ve dönerken yürüdüğüm yol boyunca bazen Ermeni işçiliğiyle yapılmış eski bir taş evde görüyorum yüzlerini, bazen de kutsal bir mabette bir inancın kendi Tanrı’sına seslenirken karşıma çıkıyor. Kardeşlerini, sevinçlerini, kederlerini anlatıyor herkes. Hepsinin yolu Boğaz’a çıkıyor. Ama hangi ara sokağa girersen gir yokuş aşağı indikçe herkes hikayesini denize taşıyor. Orada karışıyor birbirine tüm öyküler.
Bu ülkenin bütün insanlarının hikayesini birbirine taşımak istedim ben de. Boğaz’a dökülenler karşı kıyıya nasıl anlatılır öğrenmek istedim. bianet herkesin hikayesini, herkesin kendi dilini duyabildiğim bir yerdi. Ben de kendi dilimi nasıl oluşturacağımı, insanların sesini nasıl duyuracağımı öğrenmeye başladım. Bir arada yaşayan herkesin, barış içinde yaşayabilmesi için kendi diline ve sözünün, kelamının dinlenmesine ihtiyacı var. Çünkü gerçekliği oluşturan şey dilin kendisidir. Dille anlamlanır her şey. Burada haber dilinde kapsayıcı bir dil nasıl oluşturulur bunu öğrendim.
Her gün, Taksim’den Cihangir’e saptıktan sonra ara sokaklardan Faikpaşa’ya doğru yol alıyordum. Sonra da ofisteki günüm başlıyordu. Her sabah yapılan gündem toplantılarında o gün hangi konuyla ilgili yazı yazacaksam onunla ilgili konu önermem gerekiyordu. Daha önce hiçbir yerde haber ya da yazmadığım için ilk başlarda kendimi çok yetersiz hissediyordum. Her gün nasıl bir konu bulacağım. Konu bulmaktan da öte ben bunu nasıl haber yapacağım hiçbir fikrim yoktu.
Aklıma ilk gelen konu kendi memleketimle ilgiliydi. Ve onu haber yapmaya karar verdim. Ama tüm bunlar için önce detaylı bir ön araştırma yaparak veri topladım. Bu aslında sosyoloji öğrencisi olarak daha önce de keyifle yaptığım bir şeydi. Sonrasında konuyla ilgili röportaj yapmak, uzman görüşü almak, bunları yazıya aktarmak gerekiyordu.
Türkiye’de insanlar başlarına her türlü şeyin gelebileceğini düşündüklerinden ötürü kendi sorunlarından bahsederken çekiniyor. Bir kurumu eleştirmek onlara değil de benim başıma patlarsa diye korkuyor. O yüzden en zor kısım röportaj yapmaktı. İlk haber için tüm bir hafta röportaj yapmaya çalışmıştım. Ve hiçbir zaman kimse röportaj yapmayacak diye düşünmeye başlamıştım.
Böyle bir güvensizlik ve tedirginlik ortamı içerisinde haberin ve gerçeğin peşinde koşmak cidden çok zormuş.
Öte yandan sesini haykırmak başıma ne gelecekse gelsin ama insanlar neler olup bittiğini öğrensin diyenler de çok fazla. Bastırılmaya, sesleri kısılmaya çalışılan, ana akım medyada yer verilmeyen azınlıklar ve onların hikayeleri burada kendine bir yer buluyordu. Ben de insanların mücadelesine daha yakından tanık oldum.
Burada işçilere, gençlere, çocuklara, kendi kimliğini özgürce yaşamak ve dilini özgürce ifade etmek isteyen herkese yer açılıyor. Haberlerde kullanılan dil ise herkesi kapsıyor ve her bir gelişmeyle kendini daha da genişletmeye çok açık. Benim de dile ve dilin işlevlerine olan bakış açımı çok değiştirdi. Ben de tanıdığım insanların yaşadıklarını, sorunlarını, taleplerini duyurmaya çalıştım.
Bütün bu haberlerin geçmişe ayna tutan bir arşiv görmesi fikrinin ne kadar önemli olduğu ise her gün daha da iyi anladığım bir mesele haline dönüştü. Bu topraklarda, kendi topraklarında acı çekmiş bir sürü insan, bir sürü halk var ve yaşadıkları unutturulmaya, izleri, inançları, dilleri silinmeye çalışılıyor. Mücadeleleri, yaşamları ve izleri bu haberler sayesinde hep yaşamaya devam ediyor. Burada yazılar sözü zamansız bir kimliğe büründürüyor. O yüzden bana kattıkları, düşündürdükleri ve öğrettikleriyle birlikte güzel bir deneyimdi bianet’te staj yapmak.
(AG/HA)
Anlayışlar ve anlamak üzerine tartışmanın yararlı ve gerekli olduğu anlaşılıyor.
Türkiye Barolar Birliği anlayışı ve Komisyon’daki meseleyi tam anlayanlar…
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Av. R. Erinç Sağkan, TBB Yönetim Kurulu üyeleri Av. Ali Bayram ve Av. Nizam Dilek ile birlikte Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun 27 Ağustos 2025 tarihli 6. toplantısına katıldı.
TBB Başkanı Erinç Sağkan'ın konuşması devam ederken MHP'li Feti Yıldız’ın sosyal medya hesabından (X hesabı 14.59 – 27.08.2025 ) yaptığı paylaşım dikkat çekti ve haber oldu!
Komisyonun MHP’li üyesi Feti Yıldız şunları yazmış:
"Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'na davet ederek dinlediğimiz bazı kurumların meseleyi tam olarak anlamadığı görülmektedir. Bu sürecin temel amacı, terör örgütü PKK’nın tüm uzantılarıyla birlikte, ön koşulsuz ve kalıcı biçimde silah bırakmasının sağlanması; Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında terörün tüm boyutlarıyla sona erdirilmesi ve milli birliğin daha da sağlam temeller üzerine inşa edilmesidir.
Aynı zamanda Türk milletinin müşterek vicdanında karşılık bulan barış, kardeşlik, güvenlik ve refah temelinde şiddetten arındırılmış bir gelecek inşa edilmesi hedeflenmiştir."
Acaba Türkiye Barolar Birliği meseleyi tam olarak anlamamış mıdır?
Sayın Sağkan Komisyon’da neler söylemişti?
Özetle Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. R. Erinç Sağkan toplantıda; Komisyonun genel amacı ve görevi kapsamında özgürlükler, demokrasi ve hukuk devleti alanında adımlar atılması gerektiğini dile getirdi. Öncelikle “Terörün ülkemiz........© Bianet
