menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İnsan hakları tehdit altında: 'Büyük birader' tüm dünyayı gözetliyor

12 1
15.05.2025

Sabah kalkmanız gereken saatte alarmınız çalıyor, kahveniz olurken hava durumunu öğreniyor, kahvaltıda en sevdiğiniz müzikler sıralanıyor, işe giderken en kestirme yolu seçiyor, dijital takviminizden günlük planınızı gözden geçirirken yolda haberleri dinliyor, sadece bir bakışla telefon kilidini açıp, parmağınızla dokunarak kapıları açıyor, gün sonunda kaç adım attığınızı kontrol edip, gece uyku kalitenizi takip ediyorsunuz...

Teknoloji günlük rutinlerimizin parçası haline gelmişken, konum, ses, fotoğraf, sağlık bilgileri gibi pek çok veriyi kimlerle paylaşıyoruz? Teknoloji sayesinde hayatımız kolaylaşırken bireysel özgürlükler sessizce nasıl aşındırılıyor? Kullanıcılar şeffaflaştırılarak nasıl baskı altına alınıyor? İfade özgürlüğü, toplanma hakkı ve azınlık hakları gibi temel insan haklarını hangi riskler bekliyor? Tüm bu soruları siber güvenlik uzmanı Osman Demircan, bianet için yanıtladı.

Uluslararası Af Örgütü'nün 150 ülkede yaptığı araştırma, casus yazılım, gözetim teknolojileri ve yüz tanıma sistemlerinin kontrolsüz kullanımının dünya genelinde insan hakları ihlallerine yol açtığını ortaya koyuyor.

Rapora göre, yeni teknolojileri yeterince düzenlemekte başarısız olan, gözetim araçlarını kötüye kullanan ve yapay zekâ aracılığıyla ayrımcılığı ve eşitsizlikleri kalıcı hale getiren hükümetler, günümüzdeki ve gelecek nesillere zarar veriyor. Şeffaflık ve düzenleme eksikliği, casus yazılım gibi gözetim teknolojileriyle ilgili karanlık ticareti gizlemeye devam ediyor.

Günümüzde dijital teknolojilerin hayatımıza bu kadar entegre olması bireysel özgürlüklerimizi nasıl etkiliyor?

Akıllı telefonlardan sosyal medyaya, çevrimiçi alışverişten platformlarından dijital bankacılığa kadar neredeyse tüm hayatımız teknolojiyle iç içe geçmiş durumda. Bu dijital dönüşüm, bir yandan hayatı kolaylaştırırken öte yandan bireysel özgürlüklerimizi de fazlaca etkiliyor. Eskiden sadece devletlerin ve istihbarat birimlerinin elinde olan dijital yollarlar veriye ya da cihazlara erişim araçları, artık cep telefonlarımızla cebimize kadar girmiş durumda. Attığımız her adım, yaptığımız her alışveriş, dinlediğimiz müzik, gittiğimiz restoran birer veri olarak kaydediliyor.

Bu durum, kullanıcıların davranışlarının tahmin edilmesine ve hatta bir adım sonrasına yönlendirilmesine zemin hazırlıyor. Bu aslında günümüzün gerçeği. Alışveriş platformlarının tam da ihtiyaçlarımız doğrultusunda ürünler karşımıza çıkartması, bankaların tam da ihtiyaçlarımız kadar kredi önerilerinde bulunmasını hep bunun sayesinde gerçekleşiyor.

Bireylerin kendi davranışlarını sansürlemeye çalışsa da kontrolün onda olmadığı hissinden kurtulamıyor. Çünkü devreye güvenlik açıkları ve bu açıklar kullanılarak mahremiyet ihlali akıllara geliyor. Çünkü “izlenme hissi” artık somut bir gerçek. Özgürlük, sadece yasalarda yazan bir hak olmaktan çıkıp psikolojik bir mücadeleye dönüştü. Her hareketimizin dijital iz bırakması, maalesef gözetim toplumunun önünü açtı ve bu ayak izlerini oluşturmamak sanal dünyada var olmamak anlamına geliyor.

Ülkelerin hızlıca yanıt vermesi gereken soru şu: Teknoloji bizi özgürleştiriyor mu, yoksa bizi şeffaflaştırarak baskı altına mı alıyor? Bu, teknolojinin kimin tarafından kullanıldığına göre değişiyor.

Devletlerin ve şirketlerin teknoloji aracılığıyla elde ettiği bu büyük veriler, kullanıcılar için ne gibi riskler barındırıyor?

Veri, çağımızın dijital altını konumunda. Ama bu altının nasıl işlendiği büyük önem taşıyor. Şirketler ve devletler, bireylerin davranışlarını tahmin etmek, yönlendirmek, hatta denetlemek için bu büyük verileri kullanıyor. Bu durum, bireylerin şeffaf olmayan algoritmalarla değerlendirilmesi, kredi veya işe alım gibi konularda ayrımcılığa uğraması gibi riskler taşıyor.

Büyük veri, aynı zamanda eşitsizlikleri pekiştiren bir mekanizmaya dönüşebilmekte. Karar alma süreçlerinin algoritmalara devredildiği çağımızda eski önyargılar veriler yoluyla bugüne taşınıyor. Sonuç ise kimi zaman farkında bile olmadan dışlanan, etiketlenen, ayrımcılığa uğrayan insanlar olabiliyor. Dünya genelinde kaçınılmaz bir durum bu.

En büyük tehlike ise şu; büyük veriyi toplayan mekanizmaların çoğu, şeffaf değil. Hangi verilerin toplandığını, ne amaçla kullanıldığını, kimlerle paylaşıldığını çoğu zaman bilmiyoruz. Bu bilinmezlik, bireylerin özgürlüklerini sessizce ve sinsice aşındıran bir tehlike.

Teknoloji sayesinde hayatımız kolaylaşırken, mahremiyetimizden ne kadar ödün veriyoruz? Casus yazılımlar ve yüz tanıma teknolojileri gibi araçların hukuka aykırı kullanımı, bireylerin mahremiyetini nasıl etkiliyor?

Elbette hayatımızı kolaylaştırmak için aldığımız bu teknolojik cihazların birde casus yazılımlar tarafından ele geçirilmesi riski var. Hedef alınan kişilerin başta telefonları olmak üzere akıllı cihazlarının içerisine birçok farklı yöntem ile yerleştirilen bu yazılımlar, tüm iletişimi takip edebiliyor. Sadece yazışmalar değil; kamera, mikrofon, rehber, hatta galeri bile izlenebiliyor.

Dünya genelinde en ürkütücü olan kısmı ise bu yazılımların gazeteciler, insan hakları savunucuları ya da muhalifler üzerinde kullanılması. Bu tarz risklerin ortadan kaldırılması için veri şeffaflığına kesinlikle ihtiyaç var. Kanunla korunması gereken bu şeffaflık ülkelerin anayasalarının yanında vatandaşların haklarını dijital dünyada da koruyan Dijital Anayasaları da oluşturmalarından geçmekte.

Bir diğer mahremiyet tehdidi ise yüz tanıma teknolojileri. Bir mağazaya girerken, toplu taşımaya binerken kameraların bizi farkında olmadan tanıyabildiği bir teknolojik evrimleşme yaşıyoruz. Ne zaman, nerede izlendiğinizi bilmiyorsanız, özgürce hareket etmeniz mümkün değil. Herhangi bir ülkeye tatile gittiğiniz ülkeye giriş yaptığınızda alınan yüz algoritmanız ülkeyi gezmeye başladığınızda adım adım takip edilebilmenize neden olabilir. Teknoloji mahremiyeti konusunda sınırlar mutlaka çizilmeli, şeffaflık sağlanmalı ve en önemlisi, bireylerin verileri üzerinde kontrol sahibi olması garanti altına alınmalı.

Gözetim teknolojilerinin yaygınlaşması, bireylerin ifade özgürlüğü ve toplanma hakkı gibi temel hakları etkiliyor. Ayrıca yapay zekâ destekli gözetim sistemlerinin ayrımcılığı ve eşitsizlikleri arttırdığına dair veriler de mevcut. Bunun önüne geçmek mümkün mü?

Yapay zekâ, çağımızın en güçlü teknolojisi. Sağlıktan adalete, eğitimden güvenliğe kadar birçok alanda dünyanın birçok ülkesinde kullanılıyor. Ancak yapay zekânın getirdiği yenilikler bir tartışmayı da beraberinde getiriyor düşüncesindeyim. Yapay zekâ gerçekten tarafsız mı, yoksa ayrımcılığı otomatikleştiren bir araç olarak kullanılabilir mi? Yapay zekâ teknolojisinin insan eliyle yaratılmış olması nedeni ile ciddi önyargılar mevcut.

Yapay zekâ teknolojileri, yeterince temizlenmemiş veriyle eğitildiğinde, özellikle azınlık gruplara karşı ayrımcılık yapabilir. Örneğin yüz tanıma sistemleri siyahileri yanlış tanıyabiliyor ya da sosyal yardım algoritmaları yoksulları dışlayabiliyor olması durumları tüm dünyada tartışma konusu.

Bu sorunun çözümü ise aslında mümkün. Daha şeffaf oluşturulmuş algoritmalar, bağımsız denetim sistemleri ve eşitlik temelli veri politikalarıyla yapay zekânın adil çalışması sağlanabilir. Elbette sadece iyi niyetle değil, yasal zorunluluklar da bu durum için gerekli. İsteyen herkesin bir yapay zekâ oluşturabildiği düşünülürse kanunlar içerikleri ve algoritmaları denetim altına almalı.

Küresel olarak teknolojinin kötüye kullanımında insan hakları ihlallerinin geldiği boyutunu nasıl değerlendirirsiniz? Uluslararası düzenlemeler önlem alma konusunda sizce yeterli mi? Dijital güvenlik için hangi adımlar atılabilir?

Yapay zekâdan yüz tanıma sistemlerine, casus yazılımlardan veri toplama sistemlerine kadar teknoloji büyük bir hızla ilerliyor. Ancak bu ilerleme, insan hakları alanında benzeri görülmemiş bir tehdit dalgasını da beraberinde getirme potansiyeline fazlaca sahip. Küresel ölçekte yaşanan insan hakları ihlalleri, giderek daha fazla teknoloji destekli hale geliyor. Casus yazılımlar istenilen herkesin telefonlarına sızabiliyor. Sosyal medya algoritmaları, bilgi kirliliğini yaymak için kullanılıyor. Hatta bazı ülkelerde vatandaşlar, sosyal puanlama sistemleriyle sürekli olarak izlenip değerlendirmeye tabi tutuluyor.

Uluslararası düzenlemeler teknolojinin hızına yetişmekte zorlanıyor. Avrupa Birliği’nin GDPR gibi girişimleri olsa da, bu tür düzenlemeler sınırlı bölgelerde geçerli ve küresel dev şirketlere karşı etkisi çoğu zaman sınırlı kalıyor. Bu gibi durumlar için ülkemizde de aktif olarak faaliyet gösteren KVKK gibi oluşumlara ihtiyaç duyuluyor. Birleşmiş Milletler ya da başka küresel kurumlar dijital haklar konusunda bağlayıcı ve caydırıcı normlar ortaya koymuş değil.

Demircan'a göre, hızlıca şu yapıların ve kuralların küresel anlamda devreye girmesi gerekir:

Evrensel Dijital Haklar Bildirgesi: Tüm ülkeleri kapsayan, bireylerin dijital ortamda da insan haklarına sahip olduğunu garanti altına alan bir sözleşme.

Algoritmik Şeffaflık Yasası: Yapay zeka sistemlerinin daha tarafsız bir işleve sahip olması kontrol altına alınmalı.

Casus Yazılım Yasakları: Küresel anlamda bu tarz uygulamaların ve hareketleri kitlesel olarak engellenmeli bu yasa ile güvence altına alınmalı.

Bağımsız Dijital Haklar Kurulları: Ulusal ve uluslararası düzeyde, teknoloji kullanımının insan hakları........

© Bianet