menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Halkevleri: Çözüm 'masa başı'nda değil, sokakta

29 24
19.08.2025

Halkevleri Genel Sekreteri Özgür Ersoy, PKK’nin fesih kararının ardından Kürt sorununun demokratik çözümü ve kalıcı barışın sağlanması noktasında atılan adımları değerlendirdi. Demokratikleşme hamlelerinin 'fırsat' görünümlü riskler barındırdığını belirten Ersoy, iktidarın kurduğu mekanizmaların muhalefeti pasifize etmeyi amaçladığını ifade etti.

bianet olarak, 'Barış ve Demokratik Toplum Süreci' kapsamında yürütülen tartışmaları sosyalist kurum temsilcileriyle konuşmaya devam ediyoruz. Son olarak, Halkevleri Genel Sekreteri Özgür Ersoy sürece dair tutumlarını değerlendirdi.

PKK'nin fesih kararının ardından gerçekleşen silah yakma töreniyle örgüt içinden bir grup Barış ve Demokrasi Grubu olarak mücadeleye devam edeceklerini duyurdu. Türkiye'ye dönüp demokratik zeminde siyaset yapabilmeleri konusunda yasal düzenlemeler yapılması çağrısı var. Siz süreçte gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Silah yakma töreni, bu süreci yürüten tarafların niyet ve beklentilerinden bağımsız olarak, bir ‘silahlara veda’ eylemi değildi. Türkiye’yi yönetenlerle yürütülen müzakere süreci bağlamında, uluslararası muhataplar ve Türkiye halkları dâhil olmak üzere geniş kamuoyuna verilen sembollerle yüklü bir mesajdı. Bu mesajı o gün orada okunan açıklamanın ya da kamuoyuna yansıyan resmi açıklamaların ötesinde, nesnel tarihsel olgulara bakarak şöyle anlamlandırabiliriz:

"Kürt halkı açısından silah, bir ezilen ulus olarak yok sayılan varlığımızı ortaya koymak ve haklarımızı talep etmek için zorunlu olarak başvurduğumuz bir araçtır. Ezilen Kürt halkının sorunlarının çözümü için ille de ve ilânihaye ‘silah kullanacağız’ demiyoruz, uygun şartlar oluşursa silahları bırakıp mücadelemizi barışçıl biçimlerde sürdürebiliriz. Ancak mevcut koşullarda dağlardan başka güvencemiz yok, silahları yaktıktan sonra daha önce yaptığımız gibi ovaya inmiyor, Türkiye sınırlarından içeriye girmiyoruz, dağa dönüyoruz. Çünkü hukuken güvence altına alınmamış ve gerçek bir demokratikleşme barındırmayan daha önceki ‘çözüm’ süreçlerinde bu yöndeki hamleler bir süre sonra iktidarın masayı devirip ağır imha operasyonlarına girmesi ile sonuçlandı. Somut güvence içeren adımlar bekliyoruz."

Devlet de Kürt hareketi de kamuoyuna "al-ver şeklinde bir pazarlık yok" diyor. Ortada kamuoyunca bilinen, taraflarca güvencesi verilmiş, şu şu maddeleri içeren somut bir anlaşma vardır diyemiyoruz. Ancak yine de 30 gerillanın dağdan inip silahları yakarak silahsız ve palaskasız halleriyle dağa döndüğü tören, Kürtlerin silah bırakmaya hazır olduğunu ancak bunu uygun koşullar sağlanırsa yapabileceklerini, şimdi sıranın devlette olduğu mesajını veren bir hamleydi.

Öyleyse özel olarak bu törenin Türkiye siyasetinin önüne koyduğu mesele, barışın şartlarının nasıl sağlanacağı ya da sağlanıp sağlanamayacağıdır. Bu da iktidardaki faşist iktidar koalisyonundan ya da Türkiye egemenlerinin bağımlı ve tabi olduğu batılı emperyalist güçlerden "barış ve demokrasi" umacağımız bir uzlaşma sürecine değil, yeni bir mücadele sürecine işaret eder. Silah yakma törenini de bir teslimiyet adımı değil, bu yeni mücadele içinde karşı tarafı gerekli şartları sağlamaya davet eden bir hamle olarak değerlendirmek gerekir. Şartlar sağlanırsa silahlar bırakılır, sağlanmazsa mücadele zorunlu olarak silahları da içerecek biçimde devam eder. Faşist iktidar, Kürt silahlı hareketini imha edemedi. Dönüp kendi kendini inkâr ve imha etmedikçe, bir barış sürecinin gerektirdiği demokratik ve hukuki zemini sağlaması da mümkün değil. Doğal olarak müzakerenin bir olmayana ergiye varması en kuvvetli olasılıktır. Mücadele bu herkesin bildiği bu gerçeklik içinde gerçekleşiyor.

Müzakere hangi koşullarda gündeme geldi/mücadele hangi koşullarda gerçekleşecek?

Arka planda, Türkiye’yi yönetenleri ve Kürt hareketini yeniden masaya oturmaya zorlayan dış dinamiğin, yani emperyalist-Siyonist saldırganlığın Ortadoğu’da yarattığı yeni savaş düzeninin etkisi var. İran liderliğindeki Direniş Ekseni’ni imha ve Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizme planları var. Türkiye’yi yönetenlerin emperyal hayalleri var. Devletin yok edemediği ve Suriye’de artık fiili bir siyasal statü elde eden Kürt hareketini bu süreçte sisteme entegre etme tartışmaları var.

Devletin imha siyaseti ile istediği sonucu elde edemediği gibi PKK’nin Kandil’deki ve Türkiye’deki silahlı hareket kapasitesinin sınırlanması da var. Tüm bunlar dış dinamiğin doğrudan ya da dolaylı zorlamalarıyla birlikte tarafları masaya oturmaya zorladı. Tayyip Erdoğan’ın bu süreci, muhalefeti etkisiz hale getirerek azınlık iktidarını güvence altına almak için kullanma niyetini; Devlet Bahçeli’nin ve Abdullah Öcalan’ın “devletle bütünleşme” içerikli kardeşleşme vurgularının bir düzen içi entegrasyon eğiliminde buluştuğunu da yadsıyamayız.

En nihayetinde niyetlerden, temennilerden, kaygılardan, ezberlerden bağımsız nesnel tarihsel toplumsal gerçekliği dikkate almalıyız. Önümüzde duranın Kürt siyasal tarihi açısından da Türkiye toplumsal mücadeleler tarihi açısından da yeni bir çatışma süreci olduğunu kavramamız gerekir. Türkiye halkları bu iktidarın baskı ve zorla ülkeye giydirmeye çalıştığı deli gömleğini giymeyi reddetmekte ve bunu Gezi, Kobanî ve 19 Mart süreçlerinde olduğu gibi militan kitle hareketleriyle, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde olduğu gibi ülkenin seçim haritasını değiştiren itirazlarla, emek, gençlik, kadın özgürlüğü, ekoloji vb. alanlarda süren parçalı ama yaygın direnişlerle ortaya koymaktadır. Türkiye’nin ezilenleri kendi siyasal varlığını sistem içi kanallarda değil faşist iktidarın koltuğunu sallayan isyanlarda bulmaktadır, Kürtler dâhil. İktidar da bu isyanı bastırmanın iktidarıdır.

Şu an devlet ve özel olarak da iktidardaki faşist iktidar koalisyonu esasen Kürdün isyanını bastırmak, düzen karşıtı potansiyelini imha ederek sisteme entegre etmek derdindedir. Kürt hareketinin önderliği devrimci hareketlerle arasındaki mesafeyi açan yeni teorik açılımlar ortaya koysa da, hareket Suriye’de ABD ile askeri işbirliği içinde olsa da, bir ulusal hareketin çelişkileriyle malul biçimde sosyalistlerin anti-emperyalist anti-kapitalist ilkesel tutumuna mesafeli olsa da, toplumsal temeli ve odağında bulunduğu çelişkiler-çatışmalar böylesi bir entegrasyonun, Kürt sorununun düzen içi çözümünün önünde ciddi engellerdir.

Kürt hareketi büyük çoğunluğu yoksul-proleter-emekçi kitlelerden oluşan tabanı, kadın özgürlükçü ve seküler gerçekliği, bu toplumsal gerçeklik nedeniyle egemen ya da işbirlikçi güçlerle giriştiği köklü çatışmalar nedeniyle ne emperyalistlerin Ortadoğu’daki tasarımlarına ne de AKP’nin Türkiye’ye biçtiği gelecek tasarımlarına uymaktadır.

Emperyalistlerin ve işbirlikçi bölge devletlerinin Suriye’deki hedefi, emperyalist-kapitalist sistemle uyumlu bir İslam rejimiydi. Ancak Kürt hareketi, emperyalizm destekli cihatçı istilasına karşı direniş içinde Rojava gerçekliğini açığa çıkardı. Şimdi o gerçeklik, ABD’nin konjonktürel askeri desteğine sahip olsa da, emperyalistlerin temennisindeki HTŞ tarafından yönetilecek bir Suriye hayali ile çatışıyor. Reel politik denklemler, Rojava yönetimini HTŞ ile masaya........

© Bianet