Depremden etkilenen bölgelerde iklim değişikliği izleri
İklim değişikliği artık soyut bir kavram değil; Adıyaman’da kuruyan bir kuyu, Hatay’da kışın yağan karı özlemle anan yaşlı bir çiftçi demek.
Türkiye’nin güneydoğusuna yaptığım saha ziyaretinde, depremden etkilenen bölgelerdeki yerel toplulukların iklim değişikliğinin etkilerini nasıl yaşadıklarını ve bu etkilerle nasıl başa çıktıklarını anlamaya çalıştım. Meslektaşım Semiha İnal ile birlikte Adıyaman, Hatay ve Kahramanmaraş’ta kırsal bölgeleri ziyaret ettik, yerel çiftçilerle odak grup görüşmeleri yaptık.
Bu saha ziyaretlerini, Hayata Destek Derneği olarak DKH (Diakonie Katastrophenhilfe) desteğiyle yürüttüğümüz proje kapsamında düzenledik.
Üç ilin ortak noktası yalnızca 6 Şubat depremlerinden etkilenmiş olmaları değil; aynı zamanda ekonomilerinin, özellikle kırsal kesimlerde, tarıma dayanıyor olması ve bu alanların şu anda benzeri görülmemiş bir su kriziyle karşı karşıya bulunması.
Açıkçası, bu ziyaretlerde iklim değişikliğinden çok, depremin ardından yürütülen iyileşme çalışmalarının gündemde olacağını düşünüyordum. Yanılmışım; iklim değişikliği, toplulukların yalnızca önceliklerinden biri değil, aynı zamanda günlük yaşamlarının merkezinde yer alıyor. Görüştüğümüz birçok kişi, çevre tahribatını, fosil yakıt kullanımını ve tüketim alışkanlıklarını iklim değişikliğiyle ilişkilendiriyor. Bu farkındalık, hem umut verici hem de düşündürücü.
Beş farklı köyde, altmışın üzerinde kişiyle yaptığımız görüşmelerde çok net bir mesaj aldık: İklim değişikliği uzak bir gelecek tehdidi değil; bugünün gerçeği. İnsanların yaşamlarını ve geçim kaynaklarını doğrudan etkiliyor. Yerel topluluklar, artık beklemek istemiyor; harekete geçilmesini ve sürdürülebilir çözümler geliştirilmesini talep ediyor.
Görüşme yaptığımız herkes, iklim koşullarındaki değişimin yaşamlarına etkisini benzer cümlelerle tarif etti: Daha az yağmur, daha çok kuraklık, daha sıcak günler ve neredeyse hiç kar yok. Su, artık herkes için ciddi bir stres kaynağı.
Maraş’ta bir katılımcı tanık oldukları değişimi şöyle tanımlıyor:
“Otuz yıl önce altı ay kış olurdu. Şimdi kışlar daha kısa ve sıcak, yazlar daha da sıcak. Artık bir mevsimin ne zaman bittiğini, diğerinin ne zaman başladığını anlayamıyoruz.”
Bu sözler benim için oldukça anlamlıydı. Ben de çocukluğumda dört mevsimi belirgin şekilde yaşardım, artık bu döngü bozulmuş durumda.
Hatay’da ise bir kanaat önderi, “20 yaşımdayken bir metreye yakın kar yağardı – Türkiye’nin güneyinde bile,” diyor. Kahramanmaraş’tan bir başka kişi “Karı toplar, dondurma yapardık,” diye hatırlatıyor. Oysa şimdi kar bu bölgelerde neredeyse hiç yağmıyor.
Kar yağışı yalnızca nostaljik bir anı değil; aynı zamanda kış boyunca suyu depolayıp ilkbaharda yavaş yavaş salan, tarım için kritik öneme sahip doğal bir kaynak. Bu doğal döngünün bozulması, tarımsal üretimi ciddi biçimde etkiliyor.
Bu anlatılar, Türkiye'nin ulusal iklim projeksiyonlarıyla da örtüşüyor. Türkiye İklim Değişikliğine Uyum Stratejisi ve Eylem Planı, sıcaklıkların daha da artacağına ve uzun kuraklık dönemleri ile birlikte ani, öngörülemez yağışların yaşanacağına işaret ediyor. Bu koşullar altında tarımsal üretimin devam ettirilmesi, çok daha zorlu hale geliyor.
İklimsel değişiklikler, tarımsal verimliliği ciddi şekilde tehdit ediyor. Mevsimsel kaymalar, uzayan kuraklıklar ve ani seller, gıda üretimini zorlaştırıyor; kırsal kesimlerde geçim kaynaklarını tehdit ediyor.
Birçok genç artık çiftçilikle ilgilenmiyor. Geleceğe dair umut görmedikleri için büyük şehirlere göç ediyorlar. Ancak kırsaldan kente bu göç, özellikle depremin yıktığı şehir altyapılarının henüz toparlanamadığı bölgelerde yeni sorunlar yaratıyor. Kent merkezlerinde hizmetlere erişim daha da zorlaşıyor, toplumda kırılganlık artıyor.
Çiftçiler hayatta kalmak için ellerinden geleni yapıyor. Kuyular açıyorlar, kuraklığa dayanıklı tohumlara yöneliyorlar, daha fazla kimyasal gübre kullanıyorlar, bazen en değerli varlıkları olan topraklarını satmak zorunda kalıyorlar.
Ancak bu stratejiler kısa vadeli çözüm sunsa da uzun vadede yeni sorunlara yol açabiliyor. Bu duruma maladaptasyon deniyor – yani, uyum amacıyla atılan adımların orta ve uzun vadede daha fazla zarar doğurması.
Hatay’da bir çiftçi şöyle aktarıyor: “Herkes kuyu açıyor. Ama yer altı suyu da bitecek.”
Kuyular çözüm gibi görünse de, aşırı kullanım su kaynaklarını tüketiyor.
Toprak satışları da benzer şekilde; çiftçiye geçici bir rahatlama sağlayabilir, ama çoğu zaman bu araziler tarım dışı amaçlarla kullanılıyor ve bu da kırsal ekonomiyi zayıflatıyor.
Hayata Destek olarak, bu uyumsuzluk risklerini azaltmak için iklimsel kırılganlıkları daha iyi analiz eden ve yerel bilgiyle bütünleşen yaklaşımlara odaklanıyoruz. Afet sonrası iyileşme ve afete hazırlık çalışmalarımızda yerelin güçlenmesi için sunduğumuz desteklerle, yerel toplulukların kendilerinin ürettikleri, içinde bulundukları bağlamı gözeten, doğayla uyumlu, uzun vadeli uyum stratejilerine yönelmelerini destekliyoruz. Benzeri desteklerin artması, bugünü ve geleceği tehdit eden risklerin azaltılması için hayati önem taşıyor.
Alışılmış yöntemlerle devam etmek artık mümkün değil. Karşı karşıya olduğumuz kriz, yalnızca iklimle ilgili değil; aynı zamanda sosyal, ekonomik ve insani boyutları olan bir kriz. Depremin yarattığı yıkımın üzerine, iklim değişikliği gibi yavaş ilerleyen ama yaşamımızı çok boyutlu derinlemesine etkileyen bir krizle karşı karşıyayız.
Çözüm, yerel topluluklardan yükselmeli ama destek sistemleri güçlü olmalı. Yerel halkın, sürdürülebilir ve kırılganlıkları derinleştirmeyen yollarla uyum sağlaması için bilgi, araç ve becerilere erişimi kritik önem taşıyor.
Hayata Destek olarak iklim değişikliğini, yalnızca çevresel bir mesele değil; desteklediğimiz toplulukların yaşamlarını, geçim kaynaklarını ve refahlarını etkileyen çok boyutlu bir kriz olarak ele alıyoruz. Bu kriz, insani yardım ihtiyaçlarını artırıyor, zorunlu göçü tetikliyor, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini derinleştiriyor. Bu nedenle, çözümlerimiz de bütüncül ve çok katmanlı olmalı.
Biz de iklim değişikliğinin neden olduğu afetlere müdahale konusundaki deneyimimizi, sahada karşılaştığımız bu yeni gerçeklikler ve tespit ettiğimiz........
© Bianet
