menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Tarımsal ürün fiyatları piyasa tanrılarına emanet

9 0
13.08.2025

Türkiye tarımsal ürün fiyatlarını belirleme politikaları iki dönem halinde ilerledi. Birincisi devletçi dönem ve onu takip eden ithal ikameci dönem. Bu dönem 1980’e kadar sürdü. İkincisi serbest piyasa politikaları denilen 1980’den başlayıp günümüzde de devam eden, içinde olduğumuz, yaşadığımız süreç.

Birinci dönemde belirlenen tarım ürünleri fiyatlar alım garantiliydi. Alımlar bazı ürünlerde doğrudan devlet bazı ürünlerde dolaylı olarak Tarım Satış Kooperatifleri aracılığıyla uygulandı.

İkinci dönemde serbest piyasanın sihirli değneğine terk edildiği iddia edilen, fakat hükümet ve şirketler iş birliğinde çiftçiler aleyhine yürütülen politikalarla tatbik edildi.

Türkiye'de tarım sektöründe tarımsal ürün fiyatlarına ilk resmi müdahale 1929 yılında ortaya çıkan Büyük Ekonomik Bunalımı takip eden yıllarda oldu. Bu amaçla 1932 yılında "Buğday Koruma Kanununu” çıkarıldı. 1935 yılında ise "Tarım Satış Kooperatiflerinin" kurulması hakkında yapılan yasal düzenleme ile mevzuatı oluşturuldu.

Hükümet, çıkardığı Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu ile tarımda dolaylı destekleme alımı yapmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde buğdayda fiyat ve alım garantisi ile doğrudan destekleme politikası uygulandı. Savaşı sonrası 1940’lı yıllarda tahıl, pirinç ve afyon gibi ürünler de destekleme kapsamına alındı. Sonraki yıllarda ise her gelen iktidara göre değişen sayıları bazen 30’lara varan pek çok tarımsal ürünün doğrudan ve dolaylı destekleme alımları yapıldı. Bu dönemde açıklanan tarımsal ürün fiyatları taban fiyattı. Ürün fiyatı piyasada açıklanan fiyatın altına düştüğünden devlet veya kooperatifler o ürünleri açıklanan fiyatlar üzerinden almakla yükümlüydü. Devlet sözünün arkasında duruyordu. Halkın deyimiyle “tükürdüğünü yalamıyordu.”

Devlet tarımda destekleme alımlarına iki nedenden başladı. Birinci neden iktisadi, ikinci sebep ise sosyal amaçlıydı.

İktisadi destekleme amacı, tarımsal ürünleri teşvik etmek ve geliştirmek, ihracat gelirlerinde artış yaratmak içindi.

Sosyal olarak destekleme ise tarımsal üretimin yetişme sürecinin doğaya bağımlığı buna bağlı olarak doğan/doğabilecek istikrarsızlıklarda çiftçiyi korumak. Üretimin çok olduğu sezonda arz fazlalığından dolayı ürün fiyatlarını düşmesini engellemek. Bu amaçlarla destekleme alımlarıyla piyasaya müdahale ederek fiyat istikrarı sağlamaktı. Esasen devlet tarım ürünler için fiyat ve alım garantili doğrudan veya dolaylı desteklemesinin sebebi üretici ve tüketiciyi piyasadaki vurguncu tüccarlara karşı korumaktı. Yani devlet halkı için vardı ve varlığını tarımda bu şekilde gösteriyordu.

Fiyat ve alım garantili bu destekleme alım sistemi 1970’li yıllarda savsaklanmaya, 1980’li yıllardan sonra da bazı ürünlerde sadece alım garantisiz fiyat açıklama politikalarına geçildi. Açıklanan fiyatlara destekleme alım fiyatları değil tavsiye fiyat, referans fiyat gibi isim verildi. Destekleme alım fiyatları bu şekilde değiştirilerek devlet piyasa düzenleme sorumluluğundan sıyrıldı.

Meydan şirketlere bırakıldı. Ancak meydan şirketlere bırakılırken bazı ürünlerde şirketler lehine konulan kotalar, kalan diğer ürünlerde devlet piyasayı düzenleyecek oranda ürün almayarak çiftçilerden esirgediği desteği şirketlere dolaylı şekilde vermeye başladı. Halkı için tarımda gösterdiği varlığını böyle terk etti. “Varlığım şirketlere armağan olsun diyerek” devlet tarım politikaları bu şekilde öz ve biçim değiştirdi.

Hükümetlerin tarım ürünleri için açıkladıkları fiyatlar da taban fiyat değil tavan fiyat olarak kabul gördü. Şirketlerin açıklanan tavsiye fiyatının altında fiyat teklifi halinde çiftçiyi şirketlere karşı koruyacak ortada bir devlet yoktu ve olmadı. Serbest piyasa kurallarına göre de olmayacaktı. Üreticiler yalnız ve biçare olarak bu şekilde orta yerde bırakıldı. Çiftçilerin feryat ve figanlarını resmi kulaklar duymadı, hükümetler görmezden geldi.

Hükümetlere göre, “serbest piyasanın sihirli değneği var o her şeyi çözer” avuntusuyla/kandırmacasıyla liberal ekonomi politikalarını destursuz uyguladılar. Ama şirketlerden yana fiyatları düzenlemekte, belirlemekte bir beis görmediler ve şirketler için her fiyat belirleme atraksiyonları piyasayı karmakarışık hale getirdi. Kurtlar (şirketler) bulanık havada/kargaşada avlarını (çiftçileri) rahatlıkla avlamaya devam ettiler ve etmektedirler.

Evet, 2025 üretim sezonunda buğday, çay, fındık, mısır, ayçiçeği fiyatları açıklandı. Açıklanan ürün fiyatları sonrasında çiftçiler memnuniyetsizliklerini çeşitli cılız tepkilerle ortaya koydular. Meslek kuruluşları ve bazı hak arama örgütleri birer basın açıklamasıyla durumu geçiştirdi. Hükümet açıkladığı fiyatlara tepki veren çiftçilere karşı sessizliğini korudu. Basın açıklamalarına gözünü kapattı, kulaklarını tıkadı. Ürünleri satın alacak olan şirketler ise hükümetin lehlerine açıkladığı fiyatların hoşnutluğu ile ellerini ovuşturarak kârlarına kâr katmak için alımlara başladılar. Bakalım.

Doğu Karadeniz bölgemizde yaşayan insanların geçimini yakın zamana kadar sağlayan yaş çay yaprağından elde edilen kuru çay, halk olarak sudan sonra tükettiğimiz ikinci sıradaki sıvıdır. Halkımızın içtiği çay ve çayın içildiği mekânlar insanların sosyalleştiği alanlardır. Çay da tahıllar gibi bizim beslenme kültürümüzü belirleyen vazgeçilmezlerimizdendir. Bu özelliğiyle çay stratejik ürünlerimiz arasındadır.

Çayla ilgili tavsiye-referans fiyatını devlet adına açıklayan kurum ÇAY-KUR’dur. ÇAY-KUR bu yıl yaş çay yaprağının fiyatını yüzde 32 civarında bir artışla 25,44 lira olarak açıkladı. Açıklanan bu fiyat üreticiyi memnun etmedi. Bu konuda bir çay üreticisi ile yaptığım görüşme aşağıdadır:

Üretici çayını çoğunlukla işçi ile toplamaktadır. İşçi için peşin paraya ihtiyaç duyar. Bu yüzden son 7-8 yıldır, yol kenarlarında küçük işletmeler adına peşin para ile çay alan araç üzerinde simsarlar türedi. Bunlar da çok düşük fiyatla üreticinin çayını almakta, adeta soymaktadır. Çayda bilindiği üzere özel sektöre alım alanı açmak için ÇAY-KUR kota uygulamaktadır.

ÇAY-KUR’un bu yıl kotası dönüme 700kg. Ancak açıklanan bu miktarın bir anlamı yok. Çünkü bu kadar çayı hiçbir üretici ÇAY-KUR’a satamamıştır. Dönüm başına günlük 15-20 kg çayla 40 günde ancak toplayabilirsiniz bu miktarı. Çayın bir toplanma zamanı vardır. Hasat edilme süresi geçtikçe odunlaşır. İşlense bile lif/atık oranı yüksek olur. Bu da işletme için artı zarar olur.

Özel sektöre gelince; büyük işletmeler çayda 4-5 farklı alım politikası uyguluyor. Haftalık, aylık, 5-6 aylık ve 1/3 kuru çay kalanı peşin şeklinde ödemeler yapılıyor.

Örneğin; ismi-unvanı bizde saklı bir firmanın alım duyurusu:

Değerli Üreticilerimiz,

01.08.2025 tarihinden itibaren geçerli alım evi ve fabrikada yaş çay ödeme koşullarımız şöyledir;

Haftalık Ödeme: 20,00 TL/KG

Eylül Vadeli Ödeme: 22,00 TL/KG

Ocak 2026 Vadeli Ödeme: Devlet Taban Fiyatı 25,44 TL/KG. Saygılarımızla,’

Bir başka firmanın alım koşulları duyurusu şöyle:

‘Değerli üreticilerimiz; 06.08.2025 (bugün) itibariyle alım planımız:

1) Taban fiyattan 2026 ocak ödeme

2) 1/3 Kuruçay-kalanı (2/3) taban fiyattan haftalık ödeme

3) 21 TL brüt fiyattan eylül ödeme

4) 20 TL brüt fiyattan haftalık ödeme şeklindedir. Saygılarımızla.'

Burada bir başka sorun da arazinin engebelidir. Çalışma koşulları zordur. Bölgede kalan nüfus yaşlıdır. Bu nedenle yevmiye ve yarıcılık bölgede çok yaygın. İşçi ücretleri çok yüksek. Artık yarıcılık yok, 1/3 oranında kabul ediyorlar. Günlük yevmiye 3 bin lira. Kg mı ise kilo başına 10-12 lira toplanıyor. Toprak sahibine neredeyse para kalmıyor.”

Evet. Çay üreticisi yaşadıklarını böyle aktarıyor. Bu verilerin üzerine söylenecek söz bulamıyorum ben. Doğu Karadeniz’de çay bölgelerinde devlet yok değil vardır. Fakat çay üreticileri için değil çay şirketleri için vardır.

Görüldüğü gibi fındıkta, çayda, buğdayda alım fiyatları açıklanıyor ama uygulanmadığı için piyasa okuduğunuz üzere yaşayanlar için durum karışık. Dışardan anlamaya çalışan bizler için karmakarışık. Bütün bu kargaşa yöntemiyle üreticiyi sömürmenin mimarları hükümetler ile alım yapan şirketler.

2024 fındık fiyatları Cumhurbaşkanı tarafından 130-132 TL olarak açıklanmış serbest piyasada fındık fiyatları don afetinin de etkisiyle mayıs ayında 220 TL’ye kadar alıcı buldu. Yaşanan don felaketi ve öncesinde oluşan piyasa fiyatının 220 TL’yi bulması nedeniyle çiftçiler arasında fındık fiyatlarının 250 TL’nin altında olmayacağı beklentisi oluştu. Fakat devlet adına tavsiye fiyat belirleyen TMO, yüzde 50 sağlam iç fındık esasına göre Giresun kalite fındık için 200, levant fındık için 195 TL olarak fiyat açıkladı. Açıklanan bu fiyatın hem çiftçilerin beklentisi hem çiftçi maliyetlerinin ve yaşamlarını devam ettirmelerini sağlayacak gelirin gerisinde kaldığını belirtelim.

Bu fiyatların dışında ayrıca bir derde derman olmayacak olan “yüksek randımanlı fındığa (yüzde 50 randıman üzerindeki her artı 1 randıman için) Giresun kalitede kilogram başına 4 lira, levant kalitede kilogram başına 3,90 lira ilave fiyat verilecek” dendi.

Açıklanan bu fiyatlar TMO’nun değil güçlendirilmiş bir FİSKOBİRLİK’in sadece fındık alımıyla yetinmeyip aldığı fındığı işleyerek, işlediğini pazarlayarak katma değere erişmesiyle hem ülke ekonomisine hem üreticinin refah düzeyinin yükselmesine katkıda bulunma durumu bir kez daha gözden geçirilmelidir. Fakat çiftçi örgütü FİSKOBİRLİK piyasayı düzenleyemesin diye güçsüzleştirilerek işlevlendirildi. Bugün demokratik bir yapıya kavuşturulmuş/kavuşturulacak bir FİSKOBİRLİK ne kadar önemli olduğu ortadadır.

Biz fındık fiyatlarının düşük belirlenmesi için yapılan çeşitli alicengiz oyunlarına bakmaya kaldığımız yerden devam edelim. Fındık sezonu öncesinde fiyatları düşürmek için şirketler “verim-rekolte yüksek” fındıklar elde kalacak, satamayacaksınız gibi........

© Bianet