MEDYANIN HALLERİ...Dil Devrimini savunmadan Türkçeyi savunamazsınız
Yeni Şafak’tan Ömer Türker, “Türkçenin yağmalanması” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Sözlerine, “Türkiye’de üzerinde en çok durulması gereken meselelerden biri sanırım Türkçenin son yüz elli yıldaki dönüşümüdür.” diye başlayan Türker, şöyle devam etti: “Türkçenin bin dört yüz yılda biriktirdiği anlam ve kelime zenginliğini tam yüz elli yıldır yok etmeye çalışıyoruz ama hala bitiremedik.”
Türker, dili geçmişten arındırmanın obruklar oluşturduğuna ve bunu da Batılı sözcüklerin doldurduğuna dikkat çekiyor. “Türkçe özellikle on altıncı yüzyılın ikinci yarısından on sekizinci yüzyılın sonuna kadar dünyanın en gelişmiş dillerinden biriydi.” vurgusu yapan Türker, “Bu işin ciddiye alınması, okullarda dil ve edebiyat eğitiminin güçlendirilmesi, özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemi Türkçelerinin alfabeleriyle birlikte öğretilmesi gerekir.” dedi.
Burada bazı konulara dikkat çekmek istiyoruz:
1. Dil Devrimine düşmanlık yapanların “Batılılaşma” eleştirileri dikkat çekiyor. Şekilci ve Tanzimatçı Batılılaşmanın eleştirisi mutlaka yapılmalı. Ama “Dil Devrimi=Batılılaşma” düşüncesi yanlış. 16 yüzyıla ait Latin harfleriyle Türkçe yazılan Codex Cumanicus’lar bile varken bunu basit bir “Batılılaşma” olarak aktarmak eksik kalıyor. Daha doğrusu bir tersyüz etme durumuyla karşı karşıyayız. Esasında 200 yıllık bir mücadeleydi bu ve Dil Devrimi çabaları, Batı’ya karşı ayakta kalma, bağımsızlaşma savaşının da bir parçasıydı.
Tıbbiye-i Şahane’yi açan II. Mahmut, “Tıp bilimini tümüyle dilimize alıp gerekli kitapları Türkçe olarak düzenlemeye çalışmalıyız. (…) Tıp bilimini öğretip yavaş yavaş kendi dilimize almak, ondan sonra memleketin her yanında Türkçe olarak yaymaktır.” diyordu.
Alfabe tartışmaları Cumhuriyet’ten çok önce başladı. Mirzafethali Ahunduf, Latin alfabesinin kullanılması için payitahta üç rapor sunmuştu. Cebine yalnızca para konulup İstanbul’dan gönderildi. İran’da bile şansını denedi. Ahunduf’un girişimini Melkum Han, Mirza Rıza Han, Feridun Bey, Muhammet Agaşah Tahtinski, Müftü Hüseyin Efendi, Habibzâde Molla, Ahund Yusuf Talip sürdürdü. Bu konuyu Jön Türkler gündeme aldı fakat onlar da başarısız oldu. Enver Paşa bile cephede kolay anlaşılmak için “hurûf-ı munfasıla” (ayrı harfler) alfabesi üretmişti. Dil Devrimi bu mücadelelerin sonucuydu. Bu iş ara uygulamalarla değil, kökten olurdu. Yakutlar, Özbekler gibi ülkelerde de benzer girişimler oldu ama tek kalıcı olan bizim Harf Devrimimiz oldu. Çünkü bu yalnızca bir alfabe mücadelesi değil, bağımsızlaşma ve çağa ayak uydurma mücadelesiydi.
2. Dikkat edilirse, hiç Göktürk alfabesine dönelim diyen yok. Uygur alfabesini öğrenelim diyen de yok. Hep gösterilen adres 16-18. yüzyıl. Şunu da bilmek lazım, Osmanlıca tek bir dönem değil. Üç dönemden oluşuyor: Eski........
© Aydınlık
