Hayatsızlıkla yazmak
Dün
bir şiir
beni aceleyle yazıverdi
birkaç kelimenin
üzerini çizdi
son üzerinde biraz düşündü
ve beni yüksek sesle okudu
pek hoşuna gitmedim
hatta hiç hoşuna gitmedim
şimdi
sepetin dibinde
bedenimi topluyorum
ve acıyor yırtık kelimelerim
İlk okuduğumda vuruldum Gospodinov’un bu şiirine,[1] hâlâ da vurgunum. Bana insanın yazdığına yetişemeyebileceğini düşündürdü; yazan ben’in yaşayan ben’i geride bıraktığı durumları. Hayat ile edebiyat arasında varsayılabilecek örtüşmenin aksine, yazının hayatı (kimi zaman) aşabileceğini, hayattan taşabileceğini. Yazan ben’in yaşayan ben’i unuttuğunu, belki unutması gerektiğini.
Ben yazarken konuşan ille de yaşayan ben değildir; yaşayan ben’le hiçbir ilgisi yoktur denemez, onunla hasbihal ediyor, cebelleşiyor, onu yok etmek bile istiyor olabilir… Bu ilişkilerin ötesinde bir bağı da olması mümkün. Yaşayan ben’in içinde, ta derinlerde, yazan ben’le konuşan bir ben vardır büyük ihtimalle, André Green’in öngördüğü gibi. Yazan ben onu dışavurmaya çalışıyor olabilir, ya da yazma faaliyetinin açık ya da örtük amacı o ben’e ulaşmak olabilir. Ama yazan ben yaşayan benden içeri bir ben olmanın ötesinde, bütün yazan ben’ler arasındaki ilişkiyle de şekillenir. Yazan ben’in ayrıcalıklı muhatapları başka yazan ben’lerdir; onlara konuşur, onlarla konuşur, yazdıklarını........
© Artı Gerçek
