Yüzyıllık yalanlar, karartılmış tarih ve Şeyh Said
Gerçi enzar-ı ehibbadan dahi dûr olmuşuz,
Rahmeti mevlaya yaklaşmakla mesrur olmuşuz.
Hak yolunda müflis u hane-harab olduksa da,
Bu harabiyetle biz manada ma`mur olmuşuz.(1)
Şeyh Said Efendi ve arkadaşlarının 29 Haziran 1925’te Diyarbekir’de idam edilmesinin üzerinden yüzyıl geçti. Bir tarihi vakanın çarpıtılması, karartılması ve siyaseti dizayn için kullanılması anlamında, benzerine az rastlanan bir örnektir 1925 Hadisesi.
Türk eğitim sistemine maruz kalmış her kişi, tarihten maluldür. Yani tarihen sakat, hasta ve kusurludur. Bunu kimseyi suçlamak için değil, resmi tarihin bitmez tükenmez ezberlerinin insanların dimağlarında yarattığı tahribatı ve tahrifatı ifade edebilmek için belirtiyorum.
Resmi tarih kendini tahkim için sayısız araca sahiptir. Bilgi ve belge tekeli elindedir ve sadece onların gösterdiği kadarını bilir ve görürüz. Ola ki görülmesi istenmeyen bir belgeyi gördünüz veya elde ettiniz hemen onu tasnif dışı tutar, araştırmacının da bir daha yakınına yaklaşmasına müsaade etmez. Bazen bir belgenin yirmi yıl peşine düşmeniz gerekir, bazen sanki suç işlemişsiniz gibi aldığınız bir evrak nedeniyle mahreminize kadar girilip suçlu ilan edilirsiniz.
Mevzuya has diyecek olursam, üzerinden yüzyıl geçmiş olmasına rağmen (ki devletlerin gizlilik kuralına göre üzerinden elli yıl geçen evraklar kamuoyuna açıklanır) Şeyh Said Hadisesine dair evrakın gün yüzü görmüş olanları yüzde beşi bile bulmaz. Cibranlı Halid Bey ve arkadaşlarının yargılandıkları Bitlis Divan-ı Harp yargılamaları ve kararlarına dair bugüne dek bir tek evrak ortaya çıkmış değil. Şark İstiklal Mahkemesine dair kısmen bazı evraklar yayınlanmışsa da çok yetersiz. Dönemin yazışmaları, devlet kurumlarının raporları, özellikle Cumhurbaşkanlığı Arşivi ve askeri tarih arşivi hala kapalı. Kapalı derken, sadece makbul kabul edilen kişilere (çoğunlukla resmi tarihçilere) açık.
Tarihi karartmak
Türkiye’de resmi tarih, gerçekleri çarpıtmak, ters-yüz etmek ve karartmakla görevli kılınmıştır. Böyle olduğu için on yıllarca Kürt diye bir halk, ulus yoktur, Kürtler aslında Türk’tür diyebildi. Yada Cumhuriyetin kurucu aktörü Mustafa Kemal’in konuşmalarına sansür getirdi, yıllarca gizledi. Siyasetin emir kulu gibi onun çıkarları doğrultusunda, olmayan şeyleri var gibi gösterebildi. Bu çarpıtma ve karartma üzerinden muktedirlerin muhaliflerini tasfiye ederek, rejimin kendisini tahkim etmesine hizmet etti.
Bu anlamda Şeyh Said Hadisesi, erken cumhuriyet döneminde sistemin kendi iktidarını kurumsallaştırması ve tekçi bir ulus devlet inşasında çok amaçlı ve işlevsel bir şekilde kullanılmıştır. İsyan gerekçesiyle çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, Kanuna istinaden kurulan İstiklal Mahkemeleri ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na eklenen “irtica” maddesiyle başta Kürtler olmak üzere bütün muhalefeti, farklılıkları yok etmeyi hedefleyen bir siyaset izlenmiştir. İsyan bahanesiyle elde ettiği bu yetkilerle bütün ülke “mezar sessizliğine” bürünürken adım adım “Tek Parti Diktatörlüğü” inşa edilmiştir.
Resmi tarih elbette, 1925’te bu yaşananlarla birlikte Kürtlerin inkâr edilerek, Türkiye’de muhalefetin nefes almasına imkân tanımayan, ırkçı, tekçi bir diktatörlüğün inşa edildiğini yazmadı. Genç cumhuriyeti devirmek isteyen mürtecilerin, yabancı devletlerle işbirliği içerisinde, onların amaçlarına hizmet ederek rejimi devirmeye çalıştıklarını buyurdu. Şeriatı geri getirmek isteyen, küçük saltanatlarını, feodal çıkarlarını korumak için halkı iğfal eden, gerici unsurlar diye damgaladı. Rejimi de bu gericiliğe karşı medeniyetin timsali gibi sundu. Medeniyet söylemiyle görülmemiş bir inkârcılığı, baskıyı, şiddeti, kıyımı, zorbalığı meşrulaştırdı.
Sözü uzatmadan resmi tarihin Şeyh Said Hadisesiyle ilgili yalanlarına birkaç başlıkta değinelim:
Gerçek Neden: İnkâra tepki
Resmi tarih, Hadise’nin ortaya çıkışının gerçek sebeplerini hep gizlemek istemiştir. Gerçek sebeplerin görünmez kılınmasının en kolay yolu da sıkça başvurulduğu gibi suçu “dış mihraklara” havale etmektir. Yüzyıldır Hadise’nin faturasını İngilizlere kesmelerine rağmen bir tane belge ortaya koyabilmiş değil “tarihçiler ordusu”. Bu arada vakanın doğrudan içinde olan ve operasyonu bizzat yöneten dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün itiraflarına rağmen yazmaktan, söylemekten vazgeçmediklerini de ifade etmek gerekir. İnönü, Hatıraları’nda aynen şöyle söyler: “Şeyh Said isyanını doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır.”(2)
Şeyh Said Hareketi, Kürtlerin halk olarak inkâr edilmesine karşı oluşan tepkinin sonucunda ortaya çıkmıştır. 1920 yılında Misak-ı........
© Artı Gerçek
