menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Lozan Tartışmalarına Giriş Barış Mücadelesi ve Tarih Yazımı

24 25
15.05.2025

“Kritik eşiğin” ardından yeni bir döneme girerken, uzlaşma ve barış çabalarının değerine halel getirecek her cümleden sakınmak gerekir. Toplumsal barışı inşa etmenin zorluğunu, çatışma çözümünü çalışan uzmanlardan az duymadık. Hatta “Barış mücadelesi savaşmaktan daha zorludur” sözü hayli bir zamandır literatürümüze yerleşmiş vaziyette.

Sınırsız emeğin, büyük bir fedakârlığın, en son Sırrı abi örneğinde olduğu gibi ömrünü barış davasına vakfetmiş nice hayatın bedelleri üzerinde yükselen “çatışmasızlık eşiğinin” toplumsal barışa evrilebilmesi öncekinden kolay olmayacak daha zor bir süreci işaret etmekte.

Barış dili ile tarihi sorgulamak.

Kapitalizm, ulusları ve ulus devletleri icat ederken tarihi de bir savaş sahası olarak inşa etti. Tarih başka uluslara, halklara, azınlıklara düşmanlıkların beslendiği, geçmişin ve ortaklıkların görünmez kılındığı, hep birilerine kılıç sallanan yada birilerinin arkadan hançer vurduğu bir satıh oldu.

En siyasallaşmış sosyal bilim dalı olarak tarih, devletlerin resmi ideolojilerinin yapı taşlarını döşemekle mükellef kılındı. Yıllar önce öğrenciyken “tarih felsefesi” dersini anlatan hocamız “resmi tarih olmak zorundadır” dediğinde şaşırmış, hayret etmiştim. Onlara göre tarihçinin görevi “resmi kurum ve kurullarca” belirlenmiş, kalıplaşmış fikirleri (doğmaları) yeniden üretmek, resmi tarih ve resmi ideolojiyi tahkim etmek ve yeni nesillere “ezberletmekti”.

Türkiye’de yanlış olduğu belge ve bulgularla ispatlanmış nice “tarihi doğru” okul kitaplarında mevcudiyetini koruyor. Kalıplaşmış, doğru olarak benimsenmiş bu doğmaları sorgulamayı bir kenara bırakın, tartışmaya teşebbüs etmek dahi bir anda bütün zillere basılmasını andıran bir koroyla karşılaşmaya sebep oluyor.

Tarih kitaplarında Kürt varlığı

Okutulan tarih kitaplarında Kürdün isminin geçmemesini nasıl izah etmek gerekir? Elbette, İnkılap Tarihi kitaplarında bir tek yerde Kürt Teali Cemiyeti anılırken ismi geçmektedir ama o da zararlı cemiyetler içerisinde sınıflandırmaya tabi kılınarak. Yani negatif bir algının yaratılmasına katkı amacıyla yer bulmuştur.

Bugün neredeyse Türk siyaset sınıfının kahir ekseriyeti Kürt-Türk kardeşliğine vurgu yapıp, bin yıldır ortak yaşadıklarına, nice badireye birlikte göğüs gerdiklerine söylemlerinde yer vermekte. Peki, tarih kitaplarında neden yok bunlar?

Türkler Anadolu kapılarına dayandıklarında onlarla ittifak kuran; Osmanlı’nın doğu sınırında Kanuni’nin tabiriyle etten bir sed oluşturan; Mustafa Kemal’in hareketini başlatmak için vilayetlerine sığındığı Kürtlere neden yer verilmedi tarih kitaplarında?

Osmanlı Devleti aynı zamanda Kürtlerin de devletiydi. Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kendi kimlikleriyle, kendi kültürleriyle, kendi yönetim usulleriyle devlet idaresine katılabildiler. Osmanlının yönetim kademesini oluşturan ilmiye, kalemiye ve askeriye sınıflarına mensup sayısız Kürt şahsiyetten bahsetmek mümkün. Kürdistan beyleri ve Kürt ileri gelenleri merkeziyetçilik politikalarına kadar İmparatorlukta çok büyük itibar, yetki ve güç sahibiydiler.

Osmanlı arşivlerindeki milyonlarca belge bu hakikatleri ispatlasa da ne gün yüzü görebildi ne de yazmaya cesaret eden birileri çıkabildi. Cumhuriyet rejiminin tarih üzerindeki tasallutu tekçi bir ulus inşa etmek için en şedit bir şekilde kullanıldı.........

© Artı Gerçek