'Kendimi hem var kılarak hem silerek; hem hiç hem kuş olarak…'
Yeni bir güne uyanmak bile yeni ve kötü bir haber alacağımız korkusuyla endişe yaratmaya başlamışken edebiyattan, edebiyatın iyileştiriciliğinden falan bahsedecek değilim. Kartalkaya Grand Kartal Otel’deki yangın hepimizi yaktı geçti de diyemiyorum maalesef. Çünkü otelin külleri arasından çıkan ihmallerin haddi hesabı yok. Yanı sıra tatmin etmeyen resmi açıklamaları, sorumluluk almamak için topu birbirine atma yarışlarını, azıcık bir vicdan ya da utanma olmadığı için istifa etmeyi akıllarından bile geçirmeyenleri de ailece hayatını kaybedenleri, kalanların ağıtlarını da yüreğimiz parça parça izliyoruz. Üzgün olduğumuz kadar da öfkeliyiz, umarım bu öfke en azından bundan sonrasında insan hayatını hiçe sayanların hesap vermesini sağlar.
Bu hafta yazmaktan ve okumaktan başka uğraşı, ilacı, tutkusu olmayanlara sorduğum 3 sorunun muhatabı ilk öykü kitabı Hiçkuşu’yla (Can Yayınları) dikkatleri çeken Melike Koçak.
Seni önce edebiyat öğretmeni olarak tanıdım, sonra öyküler romanlar üzerine yazdığın incelemeler, ele aldığın metni tavaf ederken yararlandığın geniş kaynakların izini sürdüm... Boyuna yakındığımız nitelikli edebiyat eleştirisi kalmadı şikayetlerine sen nasıl bakıyorsun?
Klişe olacak ama, gerçekten çok katmanlı bir mesele bu. Dağılmadan, dağıtmadan ifade etmeyi deneyeceğim. Biri şu, sorumluluk almaksızın şikâyet etmenin sevildiğini, bilinen, ezber edilenin dışına çıkılmaya pek de teşne olunmadığını düşünüyorum. Bugün yazılanlar değerlendirilirken indirgemeci yaklaşımlar, sosyal medya görünürlüğü, her yazara farklı uygulanan yayınevi satış-pazarlama politikaları, çeşitli ilişkiler, ağlar... edebiyat ve dil içi yaklaşımdan daha belirleyici. Bunlar birleştiklerinde müthiş bir gürültü çıkarıyor. Bu da metni teorik çerçeveden sökmek ve ondan yeni parçalar dokumak zahmetine katlanan okurların, yazarların, akademisyenlerin sesini, cümlesini farklı okuma, bakış, duyuş biçimlerini yutuyor.
Bazen bir romana odaklanan, pek çok yazarın o romanı tavaf ettiği kitaplar bazen teorik bir çerçevede birden çok yazarın/eserin tavaf edildiği kitaplar hazırlanıyor, yayımlanıyor. Bunlar eskiye nazaran daha fazla. Pek çoğu edebiyata etik ve estetik boyutuyla yaklaşan eleştirilere, incelemelere yer veren çalışmalar. Kaldı ki bu kitaplarda yer alan/almayan yazarları –incelemeci, eleştirmen, araştırmacı...- başka mecralarda görme, dinleme, okuma imkânımız da var bugün. Ama elbette iz sürmek, bu “zahmete” katlanmak gerekiyor. Hatta keşke yazarlar bu izleri sürse, emekleri verse. İlla kendi metnimizle ilgili bir eleştiri yazılması gerekmiyor. Başka romanlar, öyküler, şiirlerle ilgili yazılmış eleştiri/inceleme/ değerlendirme yazılarına da kulak verirsek dilin, biçimin, üslubun toprağını havalandırma, onları hallaç pamuğu gibi atma imkânı bulabiliriz belki. Bulamaz mıyız?
Hatırlayalım. Yakın geçmişten. Öykülem dergisi, artık yok. Eşik Cini, İmge Öyküler, Sıcak Nal, o muhteşem Şerh ve Pasaj........
© Artı Gerçek
