Barış demekle barış olmuyor!
Bir Koçgiri öyküsü vardır, aç bir çocuk ile annesinin konuşmasına dayanır:
“-Dayê birçî me!
-Biko memir! Bavê te çûye zeviyê toxim daviye.”
“-Anne, açım!
-Oğul ölme! Baban gitti tarlaya tohum atıyor.”
Açız. Doğrudan doğruya biyolojik anlamda açlık büyük nüfusları pençesine alıyor. Ama sadece bu değil mesele, özgürlüğe, hukuka, adalete de açız. Zaten özgürlük, hukuk, adalet olsa insanları böyle açlığa mahkûm etmek o kadar kolay olmaz, birkaç kişinin zenginliği artacak diye milyonlar açlığa kolayından mahkûm edilemez. Açız ama “Sabredin” deniliyor, “Barış gelecek. Devlet babanız paradigmayı değiştirdi, barışın temelleri atılıyor”.
Barış elbette gelsin lakin bu gidişle bu barış gelse bile gelince bırakın oturacağı, yerleşeceği yeri ayakta duracağı yeri bulamayacak. Adı barış olacak belki ama uygulaması herkesin esir alınıp epsem kılındığı bir toplama kampı olacak.
Sonu gelen ayın özeti, devlet babanın temellerini attığı söylenen şeyin barıştan başka her şeye benzediğini söylüyor bize:
DEM Parti’ye yönelik adli-polisiye-idari saldırılar berdevam, kayyım kayyım üstüne seçmen iradesi çalınıyor.
- Altı Kürt gazeteci daha “terör” denilerek hapse atıldı.
- İstanbul Barosu yönetim kurulu üyesi Av. Fırat Epözdemir daha önce takipsizlik verilmiş bir dosya bahane edilerek, delil filan gösterilmeden tutuklandı. Zaten Baro’nun kendisi de yeni bir serbest atış hedefi çünkü başkan İbrahim Kaboğlu, Kürt avukatlarla kurulan bir ittifak neticesinde seçildi.
- Ana muhalefet partisinin belediye başkanları, İBB Başkanı İmamoğlu dahil poligondaki hedef kartonları gibi hukuk görünümlü siyasi ateş altında. İmamoğlu’na peş peşe soruşturma açılıyor, “Bilirkişi tarafsız” dediği için bile soruşturuluyor.
- Aynı çatışma sahasında ülkenin en büyük televizyon kanallarından birinin yayın yönetmeni tutuklandı, suç olmayan bir fiil nedeniyle.
- Dizi-sinema sektöründe “tekelleşme” martavalıyla koparılan gürültü “hükümeti ortadan kaldırma” sinsiliğiyle siyasi davaya dönüştürüldü, Ayşe Barım tutuklandı. “Gezi eylemlerine biz kendimiz gittik, Ayşe Barım yönlendirmedi” diye ifade veren iki oyunca (Halit Ergenç ve Rıza ) “yalan şahitlik”ten soruşturuluyor.
Bütün bunlar olurken rejimin ve onun mecbur bıraktığı toplumsal koşulların karakterini en iyi sergileyen bir facia meydana geldi: Tek gayesi parası olanlara daha çok para kazandırmak olan rejimin denetimsizliğe ve vurdumduymazlığa dayalı idare biçimi nedeniyle bir otelde çıkan yangıdan 79 kişi can verdi. En son “bilirkişi” meselesi bir başka hukuk (ve gazetecilik) faciasına dönüştü.
Alıştığımız, bildiğimiz durumlar devam ediyor denilebilir ama bu “devam” rutin devam değil, nitelik değişiklikleriyle sürüyor: Bilirkişi meselesinde hem gazetecilik anlayışı hem de hukuk açısından, Ayşe Barım ve Fırat Epözdemir meselesinde hukuk açısından “şimdiye kadar görülmemiş” şeyler oldu. Daha beteri yok diyecekken, “Beterin beteri var” lafı bir daha doğrulanıyor. Bu iki meseleyi ele aldıktan sonra “barış” meselesine döneceğim. En sondan başlayacağım, “Yaptıkları gazetecilik değil, izinsiz kayıt suçtur” teranesinden.
Bilirkişi meselesini ilk olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu bir basın toplantısıyla gündeme getirdi: Satılmış Büyükcanayakın isimli bilirkişinin daha önce sahte rapor vermekten (ağır cezada) yargılanıp yargılanmadığını soruyor ve ekliyordu: “Eğer bir konu İBB’yi ve Ekrem İmamoğlu’nu ilgilendiriyorsa, savcıların konuyu bize bağlama arzusu varsa, bilin ki maharetli bilirkişi Satılmış Bey de o dosyaya eklemleniyor".
Büyükcanayakın ertesi gün (iktidarın yayın organlarından Yeni Şafak’tan) cevap verdi, o sadece belgelere bakarak rapor yazardı, hukukun gereği neyse onu yapardı. Bu cevaplar anlaşılırdı elbette ama bunlarla yetinmeyip şunları da söyleyiverdi: “Yarası olan gocunuyor. 2010’da AK Parti ve MHP belediyeleri hakkında da olumsuz raporlarım oldu. Ancak kimse ses çıkarmadı. Bunların yarası büyük. Aba altından sopa gösteriyorlar”.
Cevap, sıradan bir bilirkişiyle karşı karşıya olmadığımızı gösteriyordu açık biçimde, bir “tarafsız bilim insanı” ve “tarafsız bilirkişi” gibi değil, önyargısını gizlemeyen bir taraf gibi, bir politikacı gibi konuşuyordu.
İstanbul başsavcılığı derhal açıklama yaptı: "Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülen bir kısım soruşturmalar ile kamu davalarında görevli bilirkişilerden biri olan şahsı, soruşturma şüphelileri lehine sonuç doğuracak karar verilmesi amacıyla alenen hedef göstermek suretiyle, ayrıca bu amaçla ismini de açıklayarak yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüs ettiği tespit edildiğinden Türk Ceza Kanunu’nun 277 ve 288’nci maddeleri uyarınca resen soruşturma........
© Artı Gerçek
