Eski Mahallede Bir Akşamüstü
Dar, taş döşeli bir sokak. Her iki yanında sıvaları dökülmüş, ahşap cumbalı, yorgun ama dirençli eski Ankara evleri. Evlerin çoğu terk edilmiş gibi görünse de bazı pencerelerde çiçekli tül perdeler hâlâ dans ediyor rüzgârla. Duvarlarda, güneşle ağarmış Arapça, İbranice, Osmanlıca karışık eski yazıların izleri silik de olsa seçilebiliyor. Sokak yukarı Kale’ye doğru kıvrılıyor. Güneş yavaşça batarken, yokuşun en üstündeki sinagogun solmuş taşları turuncuya boyanıyor. Işık, sokakların arasına ince uzun gölgeler bırakıyor. Sokağın bir köşesinde, yokuşun alt tarafına yakın, eski bir ahşap kapının önüne bez yaymış yaşlı bir adam oturuyor. Saçları bembeyaz, yüzü güneşten çatlamış. Yalnız ama alışkın bir sessizlik içinde. Önünde dizili renk renk plastik leğenler, tabaklar, oyuncak arabalar… Hepsi ucuz, hepsi parıldıyor gün ışığında. Arkasında eğreti duran bir karton kutunun içinde “50 TL” yazısı. Adamın yüzünde sabır ve geçmiş zamanların izleri var. Her geçen çocuğa, her yürüyene “Bi’ bak hele!” diye sesleniyor. Bu ses, taş sokaklarda yankılanıyor; sanki geçmişte burada oynayan, burada yaşayan onlarca çocuğa, kadına, adama sesleniyor gibi… Sokağın ortasında, hafif yokuş aşağı doğru yürüyen iki çocuk var. Birinin üzerinde Fenerbahçe........
© Anayurt
