Konya Ereğli’den İstanbul’a: Yayamın Hikayesi
DENÇA DEĞİRMENCİ
Parrhesia Kolektif olarak gerçekleştirdiğimiz “Kov Kovi” buluşmalarımızda bir süredir iki kuşak öncesinin kadınlarını konuşuyoruz. Her buluşmada, her sohbette, birbirinden farklı ama bir o kadar da benzer hikâyeler dinliyoruz birbirimizden. Kimi zaman tatlı bir öğüde, kimi zaman savaşla ya da göçle kesişmiş bir hayata uzanıyor bu anlatılar. Ben büyürken çok şanslıydım; iki yayamla da (anneanne, babaanne) bol bol vakit geçirme fırsatım oldu. Bu nedenle “Kov Kovi” (Yan yana) buluşmaları, onların bana anlattığı hikâyeleri yeniden düşünmemi, daha derinlemesine anlamamı sağladı.
Bugün ise sizlerle, yayam Pakra’nın bana kimi zaman yemek yedirirken, kimi zaman uyuturken, kimi zaman da sadece beni oyalamak için bir masal gibi anlattığı, Konya Ereğli’den İstanbul’a uzanan hayat hikâyesini paylaşmak istiyorum.
Yayam, 1940’lı yıllarda Konya Ereğli’de, beş çocuklu Ermeni bir ailenin ortanca çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Ermeni nüfusunun diğer birçok Anadolu şehrine kıyasla daha az olduğu bir bölge olan Ereğli’de yaşamanın onlar için ne kadar huzurlu olduğundan bahsederdi hep. Tüm Ermeni geleneklerini yaşattıklarını, bayramları coşkuyla kutladıklarını söylerdi. Paskalya bayramlarında soğan kabuklarıyla yumurta boyadıklarını, Htum (arife) gecelerinde ise denize kıyısı olmayan bir şehirde yaşamalarına rağmen mutlaka balık yediklerini anlatırdı.
Ancak beni en çok etkileyen anılarından biri vaftizle ilgili olandı. 1940’lı yıllarda Ereğli’de bir Ermeni kilisesi bulunmadığı için, yayamın babası Artin, vaftiz için Kayseri’den bir papaz........
© Agos
