menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İmralı’ya gitmek ya da gitmemek… Bütün mesele bu değil

12 0
27.11.2025

Geçen hafta TBMM “Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” isimli ve önündeki sıfatı belli olmayan süreci yürüten komisyondan bir heyetin İmralı’ya gidip Abdullah Öcalan’la görüşme yapması meselesi üzerinden ortalık toz duman oldu. CHP, ilgili konunun tartışılacağı ve nedense kapalı yapılan oturuma girmeyip adaya gidecek heyete de üye vermeyeceğini açıklayınca, Türkiye’de sıkça olduğu üzere, sükûnet ve aklıselim bir kenara bırakıldı, kararın destekçileri ve karşıtları eski defterleri de açarak birbirlerine çok sert sözler söylediler. Duygular sel olup aktı.

İnsan, (mesela benim gibi “saf” biri) ilk anda bu komisyonun adaya gidişinin neden bu kadar kritik olduğunu anlayamıyor, çünkü bu görüşmenin esas veya içerik açısından farklı bir durumunun olması pek olası değil(di). Öcalan, adaya giden DEM Parti heyetleriyle ve herhalde devletin ilgili kurumlarıyla belli aralıklarla konuşuyor ve süreç hakkındaki görüşlerini aktarıyor zaten. Şimdiye kadar bunların hiçbirine söylemediği veya söyleyemediği ama sadece TBMM komisyonuna söyleyebileceği bir şeyler olduğunu varsaymak pek akla yakın değil. Kaldı ki, mutlaka komisyona hitap etmesi gerekiyorsa bu, bugünün teknolojik olanaklarıyla çok sıradan bir iş olurdu. Üstelik, o zaman küçük bir heyete değil bütün komisyona hitap etmiş olurdu. Bütün bunları göz önüne alınca anlaşılıyor ki bu ziyaret içerikten ziyade Abdullah Öcalan’ın bir taraf olarak tanınıp tanınmamasıyla ilgili sembolik bir adım. O zaman insan (gene aynı saf ben) bir kere daha şaşırıyor çünkü siz, oraların çoktan geçildiğini, bir iki istisna hariç bütün aktörlerin Öcalan’ın bu sürecin başat bir parçası olduğunu doğrudan veya zımnen kabul ettiğini düşünürken bir de bakıyorsunuz ki daha “tanınsın-tanınmasın” aşamasındaymışız!

Halbuki, bütün süreç ilk önce Bahçeli’nin bir çıkışı,........

© Agos