Otoriterliğin Panzehri (2): Direniş ve Ortak Mücadele
Prof. Dr. Mustafa Durmuş – Demokratikleşmenin (ve Türkiye özelinde barışın) bir diğer önemli ögesi örgütlü direnç ya da direniştir. Nakagawa direnci üç ana başlıkta ele alıyor: “Yapısal Direnç”, “Kültürel Direnç” ve “Ortak Mücadele”. (1)
Yapısal Direnç
Demokratik kurumların otoriterleşmeye set oluşturabilmesi için öncelikli olarak yapısal bir direnç örülmelidir. Bunun için de sırasıyla kurumsal/örgütsel çokluğa ihtiyaç duyulur. Yani aynı anda iktidar tarafından ele geçirilemeyecek kadar çok kurumun varlığı, farklı güç merkezlerinin birbirini kontrol etmesi, gerektiğinde sığınak sağlayacak yerel yapıların varlığı ve uluslararası bağlantılar gereklidir.
Bu bağlamda taban hareketleri, demokrasinin sadece oy vermekten ibaret olmadığını göstererek demokrasiyi anlamlı ve erişilebilir kılan yerel örgütlenme yoluyla güçlerini ortaya koyarlar. Çünkü demokrasi hem seçimler yoluyla hem de seçimler arasında ve ötesinde topluluklar harekete geçtiğinde ve taleplerde bulunduğunda etkin olarak işler. Yerel düzeyde direniş mücadelesine başlamak ise daha doğrudan etki yaratmaya olanak tanır ve temelden dayanıklılık inşa eder. Ayrıca, yerel örgütlenmeler daha şeffaf ve hesap verebilir hale geldiklerinde halkın yerel kurumlara olan güvenini de artırır.
Güçlü yerel yapılar örgütlenmeli
Bu nedenle yerelleşme ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi çok önemlidir. Nitekim bugünlerde gücü tek elde toplayabilmek için İktidar Blokunun yeni bir yerel yönetimler yasası ile yerel demokratik güçleri tamamen pasifize etmek istemesi tesadüf değildir.
Ayrıca birbirini çapraz kesen çıkarların ortaya çıkarılarak, aradaki bağların sıkılaştırılması gereklidir. Çünkü Türkiye’de yaşandığı gibi, bir kısım sermaye de otoriterlikten payını alıyor. Yani iş dünyasının da hukukun üstünlüğüne ihtiyaç duyduğu gerçeği pragmatik olarak değerlendirilmelidir.
Bunun dışında otoriter rejimi uluslararası anlaşmalara bağlı kalmaya zorlamak, bu yönde uluslararası ekonomik ilişkileri devreye sokmak (AB üyeliği gibi), diaspora topluluklarının baskı yapmasını sağlamak ve uluslararası af örgütü ya da insan hakları örgütleri gibi örgütlerin rejimi takibe almalarını sağlamak son derece önemlidir.
Kültürel Direnç
İkinci olarak, çoğulcu kültür otoriterliğe karşı antikorlar yaratır. Bu nedenle de demokratik alışkanlıkları, barışçıl protesto becerilerini; meslek etiğini (gerçeğe bağlı gazeteciler, hukukun üstünlüğünü savunan avukatlar, bağımsızlığını koruyan akademisyenler, tüm hastalara hizmet veren doktorlar gibi) ve sivil ağları (dayanışmayı önceleyen dernekleşmeyi, durumdan bağımsız iletişim kanalları, karşılıklı yardım geleneklerini) harekete geçirmek gerekir.
Sorunları içselleştirmek!
Bu bağlamda öncelikle soyut politikalara değil, insanlara odaklanmak için eylemleri insan hikayeleri etrafında biçimlendirmek yani sorunları insanileştirmek (içselleştirmek) gerekir.
Ayrıca adaletsiz bir iktidarla mücadele etmek için mizah da kullanılmalıdır. Bu bağlamda, eleştirmek istenilen kurumların kişiliğine bürünmek, onların dilinden konuşup, mantıklarını saçmalığa kadar yükselterek, kusurlarını ve çelişkilerini ortaya çıkarmak yararlı olabilir.
Mizahın ve hicvin gücü
Otoriter rejimler “yanılmazlık” imajını korumaya dayanırlar. Onların seslerini taklit etmek onları silahsızlandırır ve izleyicileri rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmeye zorlar. Ancak mizah ve eleştiriyi her zaman iktidarda olana yöneltmek gerekir. Hiciv ise kontrolü elinde tutanların başarısızlıklarını ortaya koyarak marjinalleştirilmiş olanları........
© Açık Gazete
