menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

KURTLAR SOFRASI

6 0
10.03.2025

Çok bilinen bu ifade ile neyin kastedildiği daha başlıktan anlaşılmaktadır. Adeta bir gazete havadisi gibi herkesin gözünün önünde olup bitenleri değil, tüm bu oluşumların olabildiğince geniş perspektiften oluşum sürecini irdelemeye çalışacağım bu yazıda kısaca. Son sözü baştan söylemekte yarar görmekteyim: Rosa Luxemburg’u bir kez daha anarak, o ünlü lafını, ancak biraz değiştirerek, yinelemek istiyorum: Ya kurtlar sofrasında yem olmak ya sosyalizm!

Görünen o ki, girdiğimiz yol kurtlara yem olmak yoludur. 1989’de Duvarı’n yıkılışından itibaren giderek netleşen barbarlık, Avrupa devletlerinde sağ iktidarların ayağa kalkması ve nihayet Trump’un Jelesksiy’i azarlayarak Oval salondan kovması gidişatın sonlanmaya doğru koşar adımlarla ilerlediğinin kanıtı olsa gerek.

Trump’ın son vahşiliğini gördükten sonra doğrusu bizim “yetmez, ama evet” çi çakma aydınlarımıza yönelik hıncım oldukça azaldı. Çünkü dünya müştereklerinin yağmalanmasına politik ekonomi açından değil de, bir tür işlemecilik programı ile engellenebileceği saflığına Nobel ödüllerinin dağıtıldığı bir akademik camianın performansı bizim çakma aydınların icraatını fersah fersah katlamaktadır. Şöyle ki, başta ABD’de olmak üzere tüm gelişmiş ekonomilerdeki anlı sanlı üniversiteler 2008 krizini öngöremediği gibi, kapitalizmin krizle barışık olduğu şeklindeki ünlü görüşü de bir türlü telaffuz etmekten çekinmekteler. Nasıl çekinmesinler ki, sermaye ideolojisinin bir üst-yapı kurumu olduklarını kabul etmedikleri gibi, otistik hale soktukları iktisat öğretisi ile çöp makalelerle mevki ve makam doldurarak günlerini geçirmekteler. Peki, bunun aksi olabilir mi idi? İşte bu noktada sistem ve ideoloji ötesinde sistem ve güç sorunu ile karşı karşıya geliyoruz. Kurumun özerk, elemanlarının özgür olduğunu sandığımız, ne var ki tümüyle barbarlığa hizmete soyunmak zorunda bırakılan akademi dünyası, içinde yüzdüğü havuzu dahi anlayamayan çaresizlik içindedir. Akademi öylesine zavallılık içindedir ki, içinde yüzdüğü havuzda özgür olduğu hayalini yaşarken, bizatihi havuzun sermaye mülkiyeti altında olarak sermaye ideolojisi üretmekle sorumlu olduğunu dahi idrakten acizdir. Hal böyle olunca ne iktisadi olayları tarihsel aşama olarak algılayabilmekte, ne de geçmiş ile gelecek arasındaki süreci algılayarak derde deva “teori” kurgulayabilmektedir. Bu süreçte akademisyenler de güne ve gidişata fazla dokunmadan........

© Açık Gazete