Federal Türkiye
Türkleri silinmekten kurtaracak olan ‘milliyet’ fikridir.; Türk, Türkleştikçe kuvvetlenir.” Ziya Gökalp
ABD’nin Kürt Projesi, Amerikan “daha derin devleti” olan küresel sermayenin bölgesel çıkar çekişmesi dâhilinde “derin devleti”nin (Pentagon ve CIA) kurguladığı ve 1970’lerden beri devam eden bir program. Kürtlerin bu projedeki yeri, gerektiğinde terörle mücadele gerektiğinde Kürt halklarının tanınmayan hakları bahanesi ile vekil güç olarak ABD çıkarları için paralı asker olmak, ülkelerin içini oymak ve Amerikan üslerine yer açmaktır.
1990’ların başında önce Irak’ın kuzeyinde sözde masum Kürtler için koruma bölgesi oluşturma bahanesi ile oluşturulan Kürt devletçiği embriyosu, sonrasında 2003’teki Irak Savaşı sonrası Amerikan askerlerinin yazdığı 2005 Anayasası ile özerk bölgeye dönüştürüldü. Yani federal Irak içinde kendi hükümeti, parlamentosu ve ordusu olan bir devletçik. Irak’ın kuzeyindeki bu yapı ile Erbil’de büyük bir Amerikan üssü ve İran’a yönelik operasyonların merkezi haline geldi.
ABD’nin Irak’ın kuzeyinde oluşturduğu sözde koruma bölgesi aynı zamanda bitmek üzere olan PKK terör örgütü için yeniden canlanma imkânı sağladı. 1993 yılında Cudi Dağı’nda ABD terör örgütüne ikmal yaparken suçüstü yakalandı. Saddam’dan ele geçen silahlar PKK terör örgütüne de verildi. 1998 yılında Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesinin arkasında başka bölgesel hesaplar vardı. Bu tarihten sonra PKK faaliyetleri siyasallaştırıldı ve Türkiye için federasyon stratejisine geçildi.
ABD ve AB’nin içimizdeki Sorosçuları ve PKK’nın siyasi uzantısı Kürt partilerini öne sürerek uygulanmaya çalışılan bu strateji ile 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’nin uyutulması için terörle silahlı mücadele yerine bölücü örgüt ile görüşmeler yapılması ve Türkiye’nin terörle mücadelede başarısız olduğu ya da “analar ağlamasın” gibi psikolojik savaş temaları kullanıldı. 2003 yılında Irak’ın kuzeyinde tekrar canlandırılan PKK ile Türkiye sürece zorlandı.
Süreç içinde ABD’nin Kürt devleti kurma niyeti olmadığı yalanı ile Ankara sanki PKK ile mücadele kaybetmiş gibi masaya oturtuldu. Sözde demokratik sürece, Öcalan ve Barzani gibi aktörler dâhil edildi. AKP iktidarı bu sürece 2015 yılına kadar üç kez yeniden sarıldı. Bunlar yapılırken, özellikle 2011 yılından itibaren kendisine Büyük Orta Doğu Projesi içinde Orta Doğu Konfederasyonu’na lider olma havucu uzatıldı.
2015 yılında PKK ile barış olmayacağını anlayan iktidar, hatalarına devam etti ama bu sefer önüne Suriye’nin kuzeyindeki IŞİD ve YPG/PKK sürüldü. Ankara yeni oluşan PKK özerk bölgesi ile mücadele ederken asıl İslamcı planlarından ve Esat’ı devirmekten asla vazgeçmedi. Kasım 2024’te İdlib’teki El Kaide uzantısı HTŞ’nin Esat rejimini devirmesi, Suriye’de meydanın İsrail ve ABD’ye kalması, içeride köşeye sıkışmış olan iktidarı şimdi tekrar masaya oturttu.
Ankara, bir yandan ABD ambargolarından ve baskılarından kurtulmak bir yandan Suriye’de kontrol ettiği Sünni Arap bölgesini korumak ve İsrail ile başa çıkabilmek için ABD ile anlaşmak zorunda. ABD ise “Suriye, Irak ve İran’daki Kürtlerin durumunun Türkiye’deki Kürtler ile birlikte çözülebileceğini” uzun zamandır Ankara’ya dayatıyor. Bu dayatma, 2024 yılı başlarında karar verilen yeni Suriye haritası ile birlikte Ankara’nın önüne konuldu.
İç politikada çok sıkışan iktidar, dayatılan Kürt açılımını fırsata çevirerek yani Cumhurbaşkanı’nın görev süresini 2028 ötesine taşıyarak öncelikle içeride kendini bekleyen kötü günleri ötelemek istiyor. Nisan 2024’ten itibaren, İmralı ile görüşmelerin yeniden başladığı ile ilgili gayriresmi haberler gelmeye başlamıştı. MHP lideri Devlet Bahçeli; kamuoyuna “Vakit geldi!” açıklamasında bulunduğuna, Suriye ile ilgili Ankara bürokrasisi HTŞ’nin harekâtı ile ilgili hazırlıkları sahada yapıyordu.
Özetle, bugünkü yeni Kürt açılımı da öncekiler gibi ABD’nin dayatmasıdır. ABD’nin Biden dönemindeki Suriye temsilcileri James Jeffrey, Bret McGurk gibi Kürt uzmanlarının sahada çalıştığı ve Suriye için öngörülen plana göre yeniden kurguladığı bir proje. Şimdi Federalciler hem Suriye hem Türkiye’de iş başında. Tarihe not düşebilmek için “nerede ne oldu, ne olacak?” gibi bilinmeyenleri bu makalede sorgulamaya çalışacağız.
Ankara’nın yeni Kürt açılımı; ABD ile ilişkilerde iyice köşeye sıkışmış, Suriye’de çıkmaza girmiş, ekonomisi batmak üzere olan ve hesap vermemek için iktidarda kalmaktan başka şansı olmayan bir rejimin kendini kurtarma mücadelesidir. Diğer yönü ile İmralı’daki görüşmeler Suriye’deki gelişmelerin yarattığı korkulardan kurtulmak için başlatıldı.
Aslında AKP, sözde Kürt sorununu çözmek için 2015 yılına kadar üç kez girişimde bulundu.
İlki 2009 yazında parlamentoda bir Kürt grubu oluşunca Ahmet Türk’ü resmen davet ederek “demokratik açılım” adı verilen süreci başlattı. Sürecin amacı belirsizdi ama parlamento içinde belirli reformlar yapmayı öngörüyordu. Ancak, iki konu süreci etkiledi. İlki bazı PKK militanlarının Irak’tan dönüşü ile ilgili medyada yer alan görüntülerin kamuoyunda yarattığı tepkiler. İkincisi parlamentoda AKP’nin yeterli çoğunluğa sahip olmaması. Bu başarısızlık AKP’yi yolundan döndürmedi ve 2010-2011 yıllarında gizli Oslo görüşmeleri yapıldı. Ancak, bu dönemde FETÖ ile AKP ayrışması başlamıştı ve görüşmeler skandal olarak medyaya yansıdı.
Daha büyük bir süreç (Çözüm Süreci) 2012’de başladı. Hükümet, Öcalan ve HDP arasında aracılar vasıtası ile dolaylı görüşmeler yapıldı. Alınan ilk karar, PKK militanlarının Türkiye’den Irak’taki üslerine çekilmesi idi. Ancak, Mayıs 2013’teki Gezi Olayları ve 2013-2014’te Gülencilerin ifşaatları, iç ortamda başlayan polis ve yargı operasyonları, Suriye’deki gelişmeler süreci tekrar yavaşlattı. Gülenciler, 17-25 Aralık yolsuzluk skandalını ve hükümet tarafından 2010 yılından beri gizlenen KCK varlığını ve içindeki MİT elemanlarını ifşa ettiler.
Parlamento seçimlerinden sonra Şubat 2015’te hükümet Çözüm Süreci’ni yeniden canlandırdı ve İmralı’ya ziyaretler yeniden başladı. Ancak, artık eski ortam kalmamış Öcalan yeni talepler ile gelmişti. Yarı başkanlık için seçim kampanyası esnasında çözüm sürecine uzak duran Başbakan Ahmet Davutoğu ile de araları bozulmuştu. Erdoğan, sürecin kendisine de zarar verdiğini görünce Haziran 2015’teki seçimler öncesinde tavrını değiştirdi. Böylece Suriye’deki çatışmalar yanında PKK terör örgütü ile de yoğun çatışma ortamına girildi. Başkanlık sistemine geçebilmek için PKK ile herhangi bir görüşmeye karşı çıkan MHP’nin desteğine ihtiyacı vardı.
Ankara’nın 2015’te masadan kalkması; Kürt siyasi özerklik, kültürel haklar ve (siyasi) güç paylaşımı konularında anlaşmazlıkla sonuçlanmıştı ama bir yere kadar taviz verilmişti. PKK terör örgütü ile yapılan sözde demokratik çözüm görüşmelerinde üzerinde anlaşılan ve seçimlerin etkisi ile vazgeçilen barış planının maddeleri aşağıdaki şekildeydi;
(1) Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi (özerklik alt yapısının hayata geçirilmesi).
(2) Demokratik çözüm; Özerk yönetimin kendi öz yönetimini meşru hale getirmesi.
(3) Özerk yönetiminin kendi güvenliğini sağlaması. (PKK’nın bu yönetimin asker ve polis gücü olması ve BM gibi bir dış güce koruma garantisi verilmesi).
(4) Bağımsız devletin ilanı (gerekirse kendi kaderini tayin hakkı verilmesi).
Özetle geçmişte PKK terör örgütü ile 2009-2015 arasında yapılan görüşmeler başarısız oldu. Ancak bu sefer görüşmelere Erdoğan başkanlık etmiyor. Yeni görüşmelerin ilk işareti Ekim 2024 sonunda AKP ile koalisyonu paylaşan MHP liderinin Öcalan’a Meclis’te konuşma izni verilebileceği ve İmralı’dan bir eve geçebileceği açıklaması ile başladı. 1 Mart 2025’te PKK terör örgütü tek taraflı ateşkes ilan etti. Erdoğan’ın ana motivasyonu 60’dan fazla Kürt milletvekilinin desteğini alarak Anayasa değişiklikleri ile birlikte görev süresini 2028 sonrasına da uzatmak.
Bundan 10 yıl sonra başlayan bugünkü süreçte İmralı ziyaretleri, 2013-2015 döneminden kalma yöntemi temsil ediyor. PKK terör örgütünün siyasi sözcülüğünü bugün DEM yapıyor. Sıtkı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, 10 yıl önce de medyaya lanse edilmişti.
Yeni açılım ise Kürtlerle barış yapmaktan çok siyasi gerekliliklere dayanıyor. AKP-MHP ittifakı iki taraf için de gittikçe artan bir bağımlılık haline gelirken, 2024 belediye seçimlerinde yaşanan hezimet ittifakta kırılmaları başlattı. Muhalefetin Kürtçü DEM partisinin sessiz desteği ile seçimleri önde tamamlaması AKP’yi harekete geçirdi. İlk hesap muhalefetin DEM ile zımni ittifakını bozmak ve sonra DEM ’in 57 milletvekilinin desteği ile Parlamento’da Anayasa değişikliği için çoğunluğu sağlamak.
Ankara’nın Öcalan ile görüşmelerinin merkezinde Parlamentodaki Kürt oyları ile Cumhurbaşkanın görev süresinin uzatılması var. Karşılığında Öcalan’ın Kürtlere siyasi ve kültürel haklar verilmesi ve Suriye’deki YPG/PKK’ya operasyon yapılmaması talebi ile gelebileceği söyleniyor.
Bir ülkede icranın başında olan devlet adamının temel görevi, uluslararası gelişmeleri izleyerek, tarihin kırılma noktalarında ülkesini bekleyen tehditleri ve fırsatları öngörerek, buna uygun olarak ulusal gücü hazırlamak ve gerektiğinde tereddüt etmeden kullanmaktır. Bu, bizim derslerde öğrencilerimize öğrettiğimiz en temel konudur. Ülkenizin çıkarlarını korumak ve kollamak için ulusal gücü hazırlamak ve gerektiğinde kullanmak.
Ülkemizin en önemli çıkarı ise bekası yani varlığını ve toprak bütünlüğünü korumaktır. Hiçbir ülke egemenliğini ve toprak bütünlüğünü masaya yatırmaz. Bu yüzden, Ege’de ya da Kıbrıs’ta sorun egemenlik konusu olduğu için masada sonuç alınamıyor, kimse taviz vermeye yanaşmıyor yani egemenlik sorunları kuvvet tehdidi veya savaşla çözülebilir.
Terör örgütünün stratejisi hedef devleti bıkkınlığa sevk ederek, masaya oturtmaktır. Bunun içinde siyasi kanadı ile masayı oturmaya aracılık ve baskı yapmaya çalışır. DEM ve sözde barış elçileri PKK terör örgütünün masadaki uzantılarıdır. Ve hükümet hiç gereği yokken masaya oturmuştur. Oysa savaşta ancak yenilgiyi kabul edenler masaya oturur.
Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadelesi de bir egemenlik ve toprak bütünlüğü mücadelesidir. Bölücü örgüt siyasi uzantısı (DEM) vasıtası ile egemenliğimizi ve topraklarımızı paylaşmak için yeni bir aşamaya geçmek istemektedir. Ama bunu silahlı yoldan yapması mümkün olmadığı için büyük güçlerin siyasi tuzağı ile masada amacına ulaşmak istemektedir.
Türkiye ne savaş ne de iç savaş halindedir. Devletimiz terörü zaten bitirmiştir. Bu yüzden zaten “Terörsüz Türkiye”de yaşıyoruz. TSK, PKK’yı yenmişti ve bölücü örgüt, Türkiye’de eylem yapamaz hale gelmişken neden “Terörsüz Türkiye” diye yeni açılım başlatıldı?
Ankara’nın bu kadar büyük oynamasının ve Türkiye’yi parçalanma sürecine götürmesinin arkasında temel olarak üç neden var:
(1) Çöken ekonomiye para bulmak, özellikle askeri alandaki örtülü ambargoları kırmak, başta Orta Doğu ve Doğu Akdeniz olmak üzere uluslararası izolasyonu aşmak, ABD’nin ve AB’nin kendi bölgesel projeksiyonlarına uyum sağlamak için 2015 yılında yarım kalan Kürt projesine sarılmak.
(2) Normal olarak bir daha seçimleri kazanamayacak olan Erdoğan’ın iktidarı bıraktığı anda hesap sorulacak olmasından dolayı duyduğu korku, Cumhurbaşkanlığı süresini yaşadığı sürece devam ettirmek istemesi ve bunun içinde Anayasa değişikliği ile bunu garanti altına almak istemesi.
(3) Ankara’nın İslamcı ideolojisi ile Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni ilga edecek bir karşı devrim üzerinde 20 yıldır devam eden çalışmalarının bir sonuca ulaştırmak, ümmet esasına dayalı bir saltanat ve Büyük Orta Doğu’da geniş bir etki bölgesi olan Sünni bir halifelik kurmak.
İktidar bu süreci gerçekten bir demokratikleşme için değil, muhalefeti bölüp baskı altına almak ve anayasa değişikliği ile baskı rejimini kalıcı hale getirmek ve nihayetinde Atatürk’ün Türk kimliğine dayalı ulus-devlet projesini tersine çevirmek, saltanat ve ümmet düzenine dönme hesabı ile yürütüyor.
Kürtlerle çözüm süreci, Orta Doğu’daki yeni koşulların yol açtığı korkularla başladı. Bunun öteki yüzünde iktidarın iç cepheyi tahkim etme hedefi yatıyor.
Yeni Osmanlıcılık, kişisel ve bölgesel ihtiraslarla iyi düşünülmemiş, irrasyonel projeler ve saf İslam anlayışı ile yürütülen politikalar şimdi Kürtlerle........
© ABC Gazetesi
