menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Araplaştırma ve Türkiye

20 0
07.05.2025

“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.”
Mustafa Kemal Atatürk


Tarihteki ilk dört insan uygarlığı nehir kenarlarında kuruldu: Mısır (Nil), Mezopotamya (Dicle-Fırat), Hint (İndus) ve Çin (Sarı nehir). Orta Doğu, MÖ 20 binlerde çölleşmeye başladı. Evrensel tarihin birbirine zincirleme bağlı dört uygarlığı; Eski Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları, Klasik Yunan Çağı uygarlığı, Orta Çağ İslam Dünyası uygarlığı ve Batı Avrupa uygarlığıdır. Bir Orta Çağ uygarlığı olan İslam, bir Arap uygarlığı değildir; en belirgin ürünlerini Arabistan dışında vermiştir.
Orta Doğu’nun haşin coğrafyasından evrensel emelleri olan üç büyük din ile peygamberler ve fatihler çıktı. Yahudiler, tarihsel olarak kendilerini Sami ırkı ile ilişkilendirirler. Samiler’in, Sami halkları veya Semitik ırk, büyük kısmı bugün Orta Doğu’da yaşayan etnik bir gruptur. Günümüzde dünyadaki en kalabalık Sami kavmi Araplardır. Irklar tarihine göre, bu dönemde Samilerden başka, Aryanlar (bugünkü Hindistan, İran ve Afganistan), Türkler (Orta Asya) ve Mısırlılar hâkim ırklardır.
“Arap” kelimesi, bir kültürü ve dili ifade eder; ana dil olarak Arapça konuşanları tanımlar. Araplık bir ırk değil, tarih içinde birleşen bir kültürdür. Arapların çoğu Müslüman olsa da Hristiyan veya Yahudi Araplar da vardır. Arap ülkeleri içinde farklı etnik, dil ve dinlerde (Ermeni, Berberi) gibi toplumlar yaşamaktadır. Bu makalede, son yıllarda özellikle Türklere yönelik olarak artan Araplaştırma gayretlerine odaklanacağız.

Araplaştırma; Arap olmayan bir bölgede Arap olmayan nüfusa Arap dilinin, Arap kültürünün ve Arap kimliğinin kademeli olarak benimsetilmesidir. İslamiyet’in 620 yılında Arap Yarımadası’nda ortaya çıkıp dünyaya yayılmaya başlaması, aynı zamanda İslam’ın girdiği ülkelerde “Araplaştırma” sürecini de beraberinde getirmiştir. Müslümanlığı kabul eden toplumlar, ister istemez Arap kültürünün etkisiyle asimile olmuşlar, öz benliklerinden uzaklaşarak Araplaşmışlardır.
Bir yerde Arap Yarımadası dışına yayılan şey, “İslam” değil “Araplık” olmuştur. Bunun böyle olmasını da, bizzat Hz. Muhammed istemiştir. “Kuran’ın Arapça kalması halinde kutsal niteliğini koruyacağını”, “ideal değerlere ancak Araplık bilinciyle kavuşulabileceğini” söylemiştir. Böylece “İslam Ümmeti” denilen şey, “Araplık bilincine sahip toplum” anlamına gelmektedir. Bir başka ifadeyle, İslam’ı kabul eden her toplum, İslam’ın “Arap” niteliği nedeniyle “Araplık” ruhunu alır ve “Araplık” bilincine saplanır.


Arap kavimleri, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanarak Medine’ye zekât göndermeyi reddederler ve bundan böyle kendi içlerinden çıkacak peygamberlere itaat edeceklerini ilan ederler. Bu durumun Arap Yarımadası’nda iç çatışmalara yol açması üzerine Halife Ebubekir, Arap kavimlerini tek bayrak altında toplamak, yeni arayışlara imkân bırakmamak, yeni topraklar elde ederek zengin ganimetlere kavuşmak, ekonomik sıkıntıları aşmak ve çölde zor şartlarda yaşayan Arapların enerjilerini dışarıya yönlendirmek amacıyla kuzeye doğru yayılma seferleri başlatır. Bu seferlerde kazanılan ganimetlerin (köleler, cariyeler, mallar, araziler) 4/5’inin askerlere, 1/5’inin devlete olacak şekilde pay edilmesinin getirdiği zenginleşme, savaşan askerlerin hayat seviyelerinin kısa zamanda yükselmesine yol açar.


Yüzyıllarca Arapça ve Arap gelenekleri, “İslam’ın şartı” olarak kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Böylece Müslüman olmak için “Arap kültürünü benimsemek” şart koşulmuştur. İslamiyet’in adı kullanılarak geniş bir coğrafyada “Arap hegemonyası” kurulmuştur. Bu hegemonya, zamanla “Arap kültür emperyalizmine” dönüşmüştür.
Araplaşmada en büyük etken hiç kuşkusuz “din”, “dil” ve Hz. Muhammed’in Arapları kutsayan sözleri olmuştur. Arapçanın “Tanrı dili” olarak ilan edilmesi, Arapları sevmenin “İslam’ın şartı” olarak gösterilmesi, Arap kültür emperyalizminin eğitimsiz geniş kitleleri etkilemesinin önünü açmıştır.


Araplaşma, Arap olmayan bir bölgenin fethi ile Arap olmayan nüfusta Arap etkisinin artmasını, Arap dilinin, kültürünün, kimliğinin kademeli olarak benimsenmesini tarif eder. İslam dini ve bunlarla ilişkili olarak İslam’a dayanan sosyo-politik düzen ile Arapça bir kitap olan Kur’an Araplaşmada merkezi bir rol oynamıştır. Ve bu, genellikle fethedilen topraklarda İslamileştirme ile beraber ilerlemiştir. Arap kültürünü din sanan yeni halklar bir yandan Araplaşırken, kendi eski inançlarının mirasını da yeni dine uygulayarak kendine özgü bir İslam anlayışı içine girmişlerdir. Böylece genel olarak, Arap orijinli unsurlar, fethedilen medeniyetlerden oluşan çeşitli unsurlarla çeşitli şekillerde birleşti.


İslamiyet’i kabul edip de Arap kültür emperyalizminin etkisinde kalmayan, kısmen veya tamamen Araplaşmayan ülke hemen hemen yok gibidir. Bugün köken olarak halkı gerçek anlamda Arap olan 8 ülke vardır: Suudi Arabistan, Yemen, Ürdün, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn ve Kuveyt.
Oysa 22 Mart 1945 yılında Kahire’de kurulan Arap Birliği’nin bugünkü üye sayısı 22’dir. Diğer 14’ü, İslamiyet’in asimile ederek Araplaştırdığı ülkelerdir. Örneğin; Irak, Suriye, Mısır, Tunus, Fas, Cezayir, Libya, Lübnan, Komorlar, Filistin, Cibuti, Moritanya, Somali ve Sudan “sonradan Araplaşan” ülkelere tipik örnektir. Buralar, “İslamiyet’in Araplaştırdığı” ülkelerdir.


Görüldüğü gibi, gerçekte Afrika’da hiçbir Arap ülkesi yoktur. Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas gibi ülkeler; Arap kökenli olmadıkları halde İslam’ın etkisiyle “Arapçayı ve Araplığı kabul ederek Araplaşmış” ülkelerdir. Bugün Araplaşan ülkelerin bazılarının dünlerine değinelim:
- Iraklılar; Sümerlerin, Akadların, Babillerin, Asurların torunlarıydı.
- Mısırlılar; Antik Mısır medeniyetinin mirasçılarıdır.
- Tunus’ta yaşayanlar; Kartacalı Anibal’ın torunlarıdır.
- Cezayirliler, Libyalılar, Faslılar; Tuareg ya da Berberidir.
- Suriyeliler; Süryani’dir, Süryanilerin kökeni de Asurlara dayanır.
- Lübnanlılar; tarihin gördüğü en iyi denizciler olan Fenikelilerin torunlarıdır.


Modern zamanlarda, Araplaşma sürecini tersine çevirmek için çeşitli siyasi gelişmeler olmuştur. Bunların arasında dikkate değer olanlar şunlardır:
- Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün reformlarının bir parçası olarak Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş.
- 1948 yılında Arap olmayan İsrail devletinin daha önce Arapların egemen olduğu bir bölgede kurulması.
- Güney Sudan’ın, Sudan’ın Araplaştırma programından ayrılması.
- Berberizm, Cezayir, Fas ve Mali dâhil olmak üzere Kuzey Afrika'da bulunan etnik, coğrafi veya kültürel milliyetçiliğin siyasi kültürel bir hareketidir. Berberici hareket, İslamcı güdümlü kültürel Araplaştırma ve Pan-Arabist siyasal ideolojiye ve ayrıca laiklikle bağlantılı olarak muhalefet içindedir.
Sonuç olarak, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği İslam dini sayesinde Arap kültürü de etkin bir şekilde yayılmış, Arap kökenli olmayan toplumlar, Müslümanlaşma süreci içinde kısmen ya da tümüyle Araplaşmışlardır. Türkler, bu kapsamda “kısmen Araplaşanlar” arasında gösterilebilir. Türklerin Araplaştırılması, Arapların Türkleri Orta Asya önlerinde “kılıç zoruyla Müslümanlaştırmasıyla” başlar.


Hz. Ömer'in hilafeti yıllarında İslâm orduları, Suriye ve Bizans’a karşı tam bir başarı elde ettikten sonra İran’a yönelmişlerdir. MS 637’deki Kadisiye savaşında bozguna uğrayan Sasaniler, bundan sonra meydana gelen savaşlarda da İslam orduları karşısında başarısız kalmışlardır. Böylece İslâm devletinin doğudaki sınırı Ceyhun nehrine kadar uzanmıştır.


Orta Asya’nın büyük bir bölümünde nüfusun seyrek oluşu, Arap ordularının işini kolaylaştırmıştı. Genişlemekten başka yapılan herhangi bir hamle Arapların dağılmasına ve iç savaşa yol açabilirdi.
Hz. Ömer zamanında gerçekleştirilen fetihlerle Türklerin Müslüman Araplarla ilk temasları başlamıştır. Her ne kadar Hz. Ömer Müslüman askerlerin Ceyhun nehrini geçmelerini yasaklamışsa da sonradan bu yasağa uyulmamış ve Arap İslâm orduları aşağı Türkistan'a doğru fetih akınlarını sürdürmüşlerdir. Önceleri bu akınlar fetih hareketinden çok taciz etmeler ve baskınlar yapma tarzında, yağma ve ganimet hareketleri olarak sürdürülmüştür.
642’den itibaren Türkler ile ilk temaslara başlayan Araplar, Batı’daki başarısızlık ve Abbasilerin Bağdat’ta güçlenmeleri üzerine Doğu’ya Türklere yönelmişti. Araplar, Türkler ile 651 yılında Maveraünnehir bölgesinde ilk çatışmalara başlamış ancak bu mücadele İslam’ın yayılması için pek etkili olmamıştı. 713 yılında Araplar Maveraünnehir’e girdiler Buhara ve Semerkand’ı işgal ettiler. Araplar, Maveraünnehir bölgesinde pek çok Türkü yapılan savaşlarda kılıçtan geçirmiştir.


Talancı Araplar 673 yılında Buhara’yı kuşatırlar. Kibac Hatun diğer Türk beyliklerinden yardım isterse de bu yardım gelmez ve Araplar Buhara’yı talan ederler. Birkaç yıl sonra Araplar bu kez Semerkand’a saldırırlar. Semerkand’ı talan ederler ve topladığı binlerce Türk gencini köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirirler. Bu talanlardan her Arap 2400 dirhem alır. Bir kölenin satış fiyatının 500 dirhem olduğu düşünülürse, bu durumda aldıkları ganimetin adam başına 5 köleye eş değer olduğu görülür.


Zekeriya Kitapçı “Türkistan’da İslamiyet ve Türkler” adlı eserinde, Halid Bin Velid’in İranlı komutan Hürmüz’e yazdığı mektupta “İslam dinine giriniz. Emniyet içinde yaşamanıza devam edersiniz. Eğer İslam dinine girmezseniz, o zaman bizim hâkimiyetimizi kabul ediniz. Zimmi (anlaşma ile İslam diyarında........

© ABC Gazetesi