Bu çağda ölümü yaşamak
Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalının yasakları deldiği, adeta şov yaptığı zamanlarda, 1991 yılındaydı. İlk Körfez Savaşı'ydı. Bütün ülke, evlerimizde televizyon karşısına oturmuş ve çekirdek çitleyerek koca bir ulusun üzerine yağdırılan bombaları havai fişek gösterisi gibi izlemiştik. Fukara insanlığımızın büyük bölümünü, ulusça o yıllarda yitirmiştik zannımca.
Yaklaşık kırk günde 35 bin civarında insanın can verdiği, 75 bin kişinin yaralandığı bir seyir pornografisinden söz ediyorum.
Elbette üzüldüğümüz anlarımız da olmuştu. Ama hakim duygu kayıtsızlık, his yitimi ve empati eksikliğiydi. Bir başka hatırladığım, ölümün canlı yayınıyla geçen gecenin sonunda hayat normal akışına geçtiğinde birbirimize cinnet sahnelerini nasıl anlattığımızdı.
Küçük bir ekranın karşısında mikro beyinlerimiz ondan da ufarak kalplerimizle öylece efsunlanmış, 'ölüm'ün parodisini izlemiştik.
İlk Körfez Savaşı, 17 Ocak -28 Şubat 1991 arasında yaşanmıştı ve yaklaşık kırk gün sürmüştü. Ancak, canlı savaş izleme merakımız bu kadar sürmüş müydü emin değilim. Kısa sürede bıkmıştık. Zira merakla beslenen popüler olana duyulan açlık, şeker tutkunluğu gibidir. Tükettikçe sizi kendine mahkum eder, ardından bir bıkkınlık gelir ve bıktıkça bir değişiğini, bir üst versiyonunu ararız.
Şimdi makus trajedilerinden birini daha yaşıyor Orta Doğu. İsrail'in bombaları İran'ın üzerine düşerken ve İran da buna karşılık vermeye çalışırken zihnimize kodlanmış şehvetle, benzer bir savaşı sosyal medyanın da sınırsız imkanlarıyla kaldığımız yerden izlemeye devam ediyoruz.
Tuhaftır bu cinnet çağı, gözümüzden gönlümüzden ırak tutarsak ölümün gerçekten bizden uzak duracağına olan dair inancımızı körüklüyor ve onun üzerine düşünmekten uzak tutuyor bizi. Oysa ölüm kaçtıkça kovalar, burası kesin!
SİYONİSTLERİN HIŞMINA UĞRAMIŞTI
İsrail - İran savaşının patlak verdiği günlerde yayımlanan Jacqueline Rose’un Veba – Çağımızda Ölümü Yaşamak adlı kitabı, zikrettiğim olayların da yakınlarında gezinerek, önemli yazarların ölüm üzerine metinlerini bir araya getiriyor. Ölüme dair ne düşündüğümüzü, ondan gözlerimizi nasıl kaçırdığımızı, ölümü tevekkülle karşılamaya kendimizi hazırladığımızda, bizi nelerin bekleyebileceğini tartışıyor.
Ancak daima yaptığım gibi eserden önce sahibini kısaca tanıtmak isterim...
Daha çok psikanaliz, feminizm ve edebiyat arasındaki ilişki üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan 1949 doğumlu Jacqueline Rose, Beşeri Bilimler Profesörü bir İngiliz akademisyen yazardır.
Onun feminist duruşunu, 1991 yılında yayımlanan Amerikan şair Sylvia Plath'ın hayatı ve çalışmaları üzerine eleştirel çalışması The Haunting of Sylvia Plath'ta görmek mümkün. Rose, bu kitabında Plath'ın çalışmaların postmodernist ve feminist bir yorum getirirken Plath'ın kocası Ted Hughes ile Plath'ın yazılarının editörlerini eleştirmişti.
Rose'a dair, günceli de ilgilendiren önemli not: Yazar, The Question of Zion adlı eserinde, İsrail'i en zalim modern ulus-devletlerden biri olduğunu vurgulayınca siyonist çevrelerin hışmına uğramıştı.
UZUN YAŞAMAK MI, UZUNCA SÜRE VAR OLMAK MI?
Latin filozof Seneca, Yaşamın Kısalığı Üzerine adlı risalesinde "... birisinin beyaz saçlarına ve kırışıklıklarına bakıp uzun yaşadığını düşünmenin âlemi yok, o uzun yaşamadı, sadece uzun süre var oldu", bir sayfa sonrasında "... kimse zamanına değer vermiyor, onu bedavaymış gibi müsrifçe kullanıyor" der.
Elbette Rose'un kitabının bağlamı bu değil. Ancak Seneca alıntılarından söz etmemin sebebi, aradan yaklaşık iki bin yıl geçmiş olmasına rağmen,
postmodern dünyanın insanı, daha hayat ve ölüm ikilemine dair ilkel bir fikri bile olmamışken ömürleri kısaltılıyor, hayat hakları ellerinden alınıyor. Ama bir bomba ya da mermiyle, ama kanser kusan gıdalarla ama bir zorunlulukmuş gibi dayatılan çevresel faktörlerle.
Jacqueline Rose daha ziyade, ölümün felsefi boyutuna dikkatimizi çekiyor. Sözgelimi şu soruların cevaplarını arayarak:
Ölüm ve ölmek artık insan deneyiminin sınırları dışına itilemediğinde veya bilinç tarafından reddedilemediğinde ne olur?
Ölüm çok yakına geldiğinde, dahası soluduğun havaya karışma ihtimali doğduğunda kişi ölümle nasıl nasıl yaşar?
Rose’un Veba'sı, Albert Camus, Sigmund Freud ve Simone Weil’in eserlerine başvurduğu denemelerden oluşuyor.........
© 9 Eylül Gazetesi
