Ord.Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in hatıraları üzerine düşünceler
Başgil Hoca’nın biyografisinde benim ilk dikkatimi çeken Milli Mücadele devam ederken Fransa’da olmasıdır. Hoca 1893 doğumludur. Birinci Dünya savaşında ihtiyat zabiti olarak silah altına alınmıştı. Henüz liseyi bitirmemişti. Mütareke ile terhis edildi. 1920-1929 arasında Fransa’da öğrenim gördü. Lise, üniversite ve doktora öğrenimini bu yıllar arasında tamamlandı. (Grenoble ve Paris Hukuk) Ülkesine döndü. Kısa süre sonra Doçent olarak atandı.
Hocanın özellikle sağ çevreler tarafından yazılmış biyografisi etkileyicidir. Sadece hukuk değil, sosyoloji, antropoloji dahil olmak üzere bir çok yan daldan sertifika aldığı anlaşılıyor. Gerçi bunlar hep diploma olarak yazılmış; ama olamaz. Yan dal belgesi olabilir.
Fakat beni en çok ilgilendiren nokta şudur: Birinci Dünya Savaşına katılan pek çok ihtiyat zabiti, Milli Mücadelede tekrar silah altına alındı. Başgil’in 1920’den sonra Anadolu’ya geçmek yerine neden Fransa’ya gidişi ilginç. Bir de o kadar yıl hangi maddi kaynaklarla öğrenimine devam ettiğini merak ediyorum doğrusu.
Öğrendiğim kadarıyla Başgil’in ailesi Samsun Çarşamba’nın önde gelen ailelerinden biri. Eşraftan ve ilmiyeli. Gene de ayrıntıları öğrenmek isterdim. Dokuz yıl boyunca Başgil’in Fransa’da nasıl yaşadığını merak ediyorum. Fakat hiçbir kaynak ve bilgiye rastlamadım.
Fransa’nın toplumsal-siyasal-ideolojik ciddi dönüşümler geçirdiği iki savaş arası dönem bu. Solda bölünme var. Sol, Komintern ve İkinci Enternasyonala bağlı olanlar biçiminde bölünüyor. Sosyalizm komünizm tartışması var. Solda önemli isimler Daladier, Herriot. 20 lerde “Sol Kartel” kurulmuş. Sağda da Radikal Partiden Gaston Doumergue önemli bir siyasetçi. Bunların yaşandığı Fransa’da bir doktora öğrencisi var: Çarşambalı Ali Fuat Başgil.
Başgil doktora tezini Yeni Devletin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya ithaf etmiş. 1929’da Türkiye’ye dönmüş. Ankara ve İstanbul’da yüksek öğretim kurumlarında görevler almış. Başgil Hocanın Kemalist üniversitenin kuruluşuna etkin bir şekilde katıldığını söyleyebiliriz.
Başgil, Türkiye’ye döndükten kısa bir süre sonra Doçent olarak atandı. Profesör ve Ord. Prof. olması da uzun sürmedi. Yurtdışında öğrenim görmüş, doktora yapmış olmak ona hızla yükselme konusunda büyük avantaj sağlamış olmalıdır.
Başgil’in 30’larda yazdığı yazılar devrim ideolojisi ile son derece uyumludur. O yıllarda Başgil’in tipik bir Kemalist elit olduğunu söylemek doğru olur.
Başgil’in bu yapıdan kopmasına neden olan birkaç uğrak noktası vardır: Milli Şef dönemi pratikleri bunların başında gelir. Laiklik, üniversitelerde bilim dilinin öz Türkçeye çevrilmesi gibi. Bu gündem onu yavaş yavaş Kemalist elitten uzaklaştırır.
Bir olayı detaylı anlatmakta yarar var. Başgil bunu uzun uzun hatıralarına aldığına göre. Sanırım tarih 1942 olmalı. Öztürkçeçilik olanca hızı ile devam ediyor. Başgil Hoca , dilde devrime karşı, tekamülden yana. Sözcük üretme çalışmalarına karşı. Hatta istihza ile karşılıyor çoğu zaman. Velidedeoğlu ile bir birinlerine takılıyorlar. Velidedeoğlu ile hukuku İsviçre yıllarından kaynaklanıyor olabilir. Başgil İsviçreye sık sık gidip gelen bir hoca. Velidedeoğlu da doktora için uzun süre İsviçrede bulunmuş.
Başgil, zaman zaman Üniversite rektörü, Milli Şef İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile karşı karşıya geliyor.
İlk zıtlaşmalar üniversite dil komisyonlarında gerçekleşiyor. Sanırım o tarihlerden itibaren İsmet Paşa muarızı. Bence İnönü’yü küçümsüyor da. Bu tavrı Birinci meclisteki ikinci grupçuların tavrına benzettim. “Sırmalılar” diye bir ifadeleri var. bununla zabitan sınıfı kastediliyor. Sırmalılar İttihatçılar ve Kemalistler. Sivillik ve demokratlık sırmalılara karşı olmaktan geçiyor. Erzurum kongresi günlerinden beri. İnönü’yü entelektüel bulmuyor.
Başgil, bazı sözcüklerin kullanılmasına karşı çıkıyor. Bazı itirazlarında haklı bulunuyor. Ben de aynı kanıdayım. Örneğin TBMM karşılığı olarak kabul edilen Kamutay sözcüğüne itiraz ediyor. Her sözcük bir tarihi bağlama oturur diyor. Kamutay zorlama bir sözcük ve Türkiye Büyük Millet Meclisini karşılamaz. Onun büyüklüğünü, tarihini zayıflatır düşüncesinde. Burada Başgil hoca ile aynı düşünüyoruz. TBMM Başgil’in direnişi sayesinde kurtuluyor.
Başgil, Atatürk devrimleri ile ilgili çoğunlukla suskun. Laiklik meselesinde hep İnönü’ye yükleniyor. Oysa ki laiklik cumhuriyetin ve Atatürk devrimlerinin en temel ilkesi.
Bütün cumhuriyet elitinde var olan bir düşünce onda da var. “Dini mürtecilerin elinden kurtarmak, aydın din adamı yetiştirmek”
İnönü’nün din adamı yetiştiren kurumları tamamen ihmal ettiğini söylüyor. Bu doğru değil. Milli Şef dönemi Diyanet politikası Diyanet teşkilatının ihtiyacından daha fazla din eğitimi verecek okul açmamak. Bence doğru politika.
Başgil’in “din eğitimi özendirilmiyor” ifadesi doğru. Laik devlet de doğru olan tercih bu olmalı zaten. Başgil bundan şikayetçi. Ben değilim. İhtiyaca göre ve sınırlı sayıda personel alımı yapılıyor. Ona göre de kurslar var. Din derslerinin seçmeli ders olarak devlet okullarında okutulması da yine İnönü devrinde gerçekleşmiş. 1946’ten sonra.
Açıkca belli ki, Başgil İnönü’den hiç hoşlanmıyor. Fuat Köprülü ve Hamdullah Suphi de benzer nedenlerle “Büyük Atatürk” ü pek sevmezlerdi. Ama belli etmemeye çalışırlardı.
Başgil, CHP içinde örgütlenmiş, siyaset adamı, gazeteci, akademisyenler hakkında genelde olumsuz düşünüyor.
Bu hislerin kökeninde 1940’lardaki bazı olaylar var. Gazeteciler Falih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman’dan da pek olumlu söz etmiyor.
Rektörler, Cemil Bilsel, Tahir Taner, Sıddık Sami Onar’ı da hem bilim adamı ve idareci olarak beğenmiyor. Parti- devleti karşısındaki tutumlarını alaycı bir dille eleştiriyor.
Başgil, yanına Fevzi Paşa, Tevfik Rüştü Aras, Ahmet Emin Yalman, Zekeriye Sertel gibi İnönü kırgınlarını alarak Hür Fikirleri Yayma Cemiyetini kuruyor. Aynı isimle bir de dergi çıkarmaya başlıyor (1947) Grup çok kısa süre sonra dağılıyor. CHP’li bazı partizanlar Cemiyeti Komünistlikle suçlayınca önce Fevzi Paşa ayrılacak Hür Fikirler topluluğundan. O arada Fevzi Paşa’nın cemiyetle tek ortak noktası var. İsmet Paşa’ya karşı olmak. Fevzi Paşa’nın liberal düşünce ile pek bir ilgisi yok.
Kuruluşundan itibaren parti önderleri Başgil’i , DP’ye almak istiyorlar. Onu önemsiyorlar. Milletvekili adaylığı teklif ediyorlar.
Başgil’in isminin 50’lerde DP ile anılması son derece normal. Bütün muhalifler DP’den teklif alıyor. Bunlardan bazıları miletvekili seçiliyorlar. Örneğin Ali Fuat Paşa, Halide Edip Adıvar hatta Nadi Nadi. Cumhuriyet Gazetesinin İsmet Paşa ile arası açılıyor İkinci Dünya Savaşı yıllarında. Sıkıyönetim bir çok kez gazeteyi kapatıyor uzun sürelerle. Nadir Nadi iki dönem DP listesinden milletvekili seçiliyor. Partiye girmeden bağımsız milletvekili olarak. Aynı durum Ali Fuat Paşa için de geçerli.
Demokratlar Mehmet Ali Aybar’a da teklif götürülüyor. Aybar “Zincirli Hürriyet” bildirisinin yazarı olarak biliniyor. Ve devrinin önemli bir entelektüeli. Aynı zamanda Devletler Hukuku doçenti.
Başgil Hoca, aktif politikaya girmek istemiyor. DP’nin iktidarda olduğu üç dönemde milletvekili adaylığı tekliflerini kabul etmiyor. DP’ye her konuda destek vermekle birlikte. Yeni Sabah gibi gazetelerde yazılar yazmaya devam ediyor. 50’li yıllar boyunca.
Başgil 27 Mayıs’tan sonra “düşüklerin akıl hocası” olmakla suçlandı. Hakkında epey olumsuz yazılan yazıldı. Onun Çankaya sofrasında sabık iktidara “tenkil tavsiye ettiği” haberleri elbette doğru değildi. Tenkil sözü Bayar’a aittir. Başgil Demokrat Partiyi kurtaracak çözümler bulmaya çalıştı. Ama artık zaman kalmamıştı.
Hakkındaki yayınlar üzerine Cumhuriyet Gazetesine bir yazı gönderdi. Hoca’nın hatıralarında bu konu “Sabık iktidar zamanına ait bir hatıra” başlığı altında ele alınmış. Başgil’in yazısını gönderdiği gazete ilginç: Cumhuriyet.
Başgil’in Falih Rıfkı Atay ve Ahmet Emin Yalman ile arası zaten iyi değil. Falih Rıfkı, Komiteyi Başgil’e karşı kışkırtıyor. Gerici ve mürteci kitlenin elebaşısı olarak ihbar ediyor. Kendisini uyaranlar da var. Mesela Tiritoğlu “bu sıralarda yazma ve konuşma” diyor Hocaya.
Başgil, tutuklandığında TCK 159 ile suçlanmıştı. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tahliye kararı verdi. Dönemin sıkıyönetim komutanı Cemal Tural “bu adam çıkacak ha!...diye öfkelenince II Nolu mahkemede başka bir dava açıldı.
Başgil, Kurucu Meclisin teşekkül tarzı ile ilgili yazdığı yazı nedeniyle tutuklanmıştı. Tahliye edilmesini engellemek için bu kez “milli menfaatlere aykırı hareket etmekten” dava açılmış tutukluğunun devamı sağlanmıştı.
Başgil Hoca’nın tutuklu yargılanacağı kesinleşince Balmumcu Kışlası’na sevk etmişler. Buraya götürüldükten sonra fiziki olarak rahat ediyor. Çünkü Kışlaya bütün siyasi tutukluları toplamışlar.
Başlangıçta, görüşme yasağı uygulansa da sonrasında siyasi tutuklulara uygulanan rejim epey gevşemiş. Bütün bunlar gerçekleşirken Kurucu Meclisin toplandığını ve anayasa yapım sürecinin başladığını hatırlayalım. Balmumcu’da siyasi tutuklular var ama bir taraftan da Ankara’da Kurucu Meclis çalışmalarına başlamış. Bu süreç 1961 Temmuzuna kadar devam edecek. Halkoylaması yapılacak. Balmumcu’da koğuşlar arası görüşmelere, sohbet toplantılarına serbesti getiriliyor. Radyoda hep birlikte Yassıada Saati yayınlarını dinliyorlar.
Koşullar biraz Malta Sürgünlerinin Polverista Kışlası günlerini hatırlattı bana. Felsefe, edebiyat, tarih toplantıları yapılmasına izin veriliyor. Görevli subaylar da izliyorlar bu toplantıları.
Tutukluluğun başlangıcındaki koşullar epey düzeliyor. Sonrasında hocayı kollayan bir düzen kuruluyor. Hocanın “Kartiyer” diye tanımladığı sevilen-tanınmış tutuklular etrafında örgütlenmiş büyükçe koğuşlar olmalı bunlar. Koğuşlar arası geçişlerin serbest olduğu belli.
Balmumcu’dan her gün Yassıada’ya tanıklığa veya ifadeye götürülenler var. Yassıada Vapuru her gün Dolmabahçe Rıhtımından kalkıyor. Oradan yargılama saatleri sonrasında geri dönüyor. Yargılamalar Yassıada Saati adı altında radyoda açık olarak yayınlanıyor. Bu yayınlar bütün Türkiye’de dikkatle izleniyor.
Kurucu Meclis yasası çıktıktan sonra CKMP’den Fuat Arna Başgil Hocayı aramış. Parti kontenjanından Temsilciler Meclisi üyeliği teklif edilmiş. Fakat Hoca Kurucu Meclisin korporatif teşekkül tarzına karşı olduğu için kabul etmemiş. Hatta Kurucu Meclis Yasası aleyhine yazılar yazmış. Benim görüşüm bu iken kabul edemem demiş. Başgil kabul etmeyince CKMP, Abdülhak Kemal Yörük’e teklif etmiş. Kemal Yörük Hoca kabul etmiş. Kurucu Meclis’te Yörük’ün CKMP kontenjanından üye olmasının nedeni Başgil’in kabul etmemesi. Hoca kabul etseydi belki de Anayasa komisyonu üyesi olacaktı.
Hatıralardan Başgil Hoca’nın birkaç kez Yassıada’ya götürüldüğünü anlıyorum. Hatta kendi davasından beraat kararı verildikten sonra da tanık olarak Yassıada’ya davet edilmiş olduğu görülüyor.
Hoca’yı Balmumcu’dan Beşiktaş İrtibat Bürosuna getiriyorlar. Oradan Vapurla Yassıada’ya götürüyorlar. Yüksek Adalet Divanı Başsavcısı Ömer Altay Egesel birkaç gün önce Üniversitede bir toplantıya davet edilmiş. Orada “Başgil’i anasından doğduğuna pişman edeceğim” gibi sözler etmiş.
Yargılama kayıtlarını incelediğimde Divan Başkanı Başol’u ve Başsavcı Egesel’i hukuk adamı olarak hiç beğenmedim. Sanık ve tanıklara karşı tutumları olağanüstü kötü.
Bu tutum gücü ele geçirdiğinde kötü muamelede sınır tanımayan kasaba jandarma kumandanlarını çağrıştırdı bana.
Demokratların iktidarları döneminde işledikleri pek çok suça rağmen yargılama heyetinin bu ilkel tutumu nedeniyle haksızlığa uğradılar intibaına neden olmuştur. Örtülü ödenekten Necip Fazıl’a İsmet Paşa’yı kötülesin-aşağılasın diye yüzbinlerce lira veren Adnan Bey “bigünah”sayılabilmiştir.
Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol da böyle biri. Her ikisinin tutumu da hukuk adamlığı kimliği ile bağdaşmıyor. Galiba Başol’un sözü olmalı “sizi buraya tıkan irade böyle istiyor” demiş bir defasında. Dar görüşlü insanlar bunlar. Tarih bilgileri neredeyse hiç yok. Devrin bir gün değişeceğine dair hiçbir öngörüleri olmamış. Demokrat Parti yönetiminin yargıya karşı hoyrat muamelerinin intikamını almaya çalışmışlar çoğu zaman.
Mesela Başsavcı Egesel, Başgil’i işaret ederek, “şahidin yeri şu parmaklıkların arkası olmalıydı “ diyebiliyor. Tutuklu sanıkların bulunduğu bölümü göstererek. Hakikaten esef edilecek bir durum. Başgil Hocaya burada tamamen katılıyorum.
Başgil Hoca’nın Balmumcu’da iken Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde tahliye talepleri iki defa reddediliyor. Kalp sıkıntıları başlıyor. Tutuklu doktorlardan biri Kinidin ve Koramin ile tedaviye başlıyor. Beklenen tahliye........
© 12punto
