60’larda siyasi iktidar ve anti-komünizm
Türkiye’de sosyalizm daima komünizm ile özdeş mütalaa edilmiştir. Milli mücadele ve erken cumhuriyet döneminde açılan davalarda göreli hafif cezalar verilmiş, mahkumlar çeşitli af kanunları ile tahliye edilmişlerdi. Örneğin Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası davası (1921), TKP davası (1927) kararları bu kapsamda açıklayıcıdır. Cumhuriyetin 10. Yıl törenlerine Sovyet delegasyonun gelmesi, Voroşilov’un Atatürk’e Stalin’den bir kılıç hediye getirmesi Türk-Sovyet dostluk ilişkilerin bir nişanesi oldu. Sovyetler TKP’ye Kominterne bağlı önemsiz bir parti muamelesi yaparken, Türkiye’nin resmi politikası TKP-SBKP ilişkilerini görmezden gelme biçimde olmuştu. Atatürk’ün sağlığının iyice bozulduğu 1938 yazında bu rutin bozuldu. Açılan Harpokulu ve Donanma davaları verilen ağır mahkumiyet cezaları ile sonuçlandı.
Nazım Hikmet , Hikmet Kıvılcımlı, Kemal Tahir, A. Kadir gibi Türk solunun tanınmış simaları askeri mahkemede yargılandılar. Yavuz ve Erkin gemilerinde yapılan yargılamalar neticesinde üzerine suç atılı bütün zanlılar mahkum oldu. Atatürk’ün vefatına yakın bir zamanda Askeri Yargıtay cezaları onadı.
Türkiye’nin seçkin yazarları mahkum olmuşlardı. Bu adli tarihimizde verilmiş en utanç verici kararlardan biridir. Benim kişisel kanaaatim bu insanların 1950 affına kadar zindanlarda çürütülmelerinin müsebbipleri Fevzi Çakmak ve Şükrü Kaya ikilisidir. Genelkurmay Başkanı ve İçişleri Bakanı savaş yaklaşırken dışarda komünist bırakmama düşüncesindeydiler. Bu konuda eski savcı ve Nazım Hikmet’in avukatı Mehmet Ali Sebük’ün Vatan Gazetesinde yayınladığı tefrikaya ve “Nazım’ın Özgürlük Savaşı” başlıklı kitabına bakılmalıdır. Sebük’ün 10. Dönemde Demokrat Parti’den İzmir milletvekili seçildiğini de belirtelim.
Onaylanan mahkumiyet kararlarında “hükümeti devirmeye teşebbüs suçu” isnad edilmişti. Oysa ki ne ceza hukukunun evrensel kurallarına ne de TCK’ya göre kanıtlanmış hiçbir şey yoktu. İddianameler bomboştu.
50’lerde konjonktür değişti. Fakat çok partili demokrasiye geçiş sola serbesti getirmedi. TCK’nın 141-142. maddeleri sol düşünce üzerinde Demoklas’ın kılıcı gibi sallanmaya devam etti.
Demokrat Parti iktidarları ABD’de senatör McCarthy nin adıyla anılan şiddetli antikomünist politikaları benimsedi. Türkiye bu yolda ABD’nin sadık bir izleyicisi oldu. Antikomünizm fiiliyatta her çeşit sol düşünceyi baskı altına almak anlamına geliyordu.
Sosyal ve sınıfsal meselelere ilişkin her türlü faaliyet ve yayın teşebbüsü Menderes hükümetleri tarafından “ komünizm propagandası” sayılarak şiddetle bastırıldı.
Dalga dalga tutuklamalar oldu. 6-7 Eylül provokasyonları bile solculara fatura edildi. Kemal Tahir ve Aziz Nesin Org. Nurettin Aknoz’un sıkıyönetim komutanlığı sırasında altı ay tutuklu kaldılar. Aknoz meşhur “şu komünistleri salkım salkım sallandıralım” sözüyle hafızalardadır.
Avrupa’da İkinci Dünya Savaşından sonra demokrasiler yeniden kurulurken legal sol partiler rejimin sol kanadını temsil ediyorlardı. Örneğin Fransa’da komünist Partisi bile yasal bir partiydi. Sosyalist partinin dışında. Sosyalist ve sosyal demokrat partiler sistem içi partiler olarak görülüyorlardı. İtalya ve Almanya’da ise faşist ve komünist parti kurma yasağı vardı. Bu ülkelerin siyasi geçmişi dolayısıyla.
Türkiye’de ise “demagojik ikiz partiler” düzeni kurulmuştu. Çok partililik kısır ideolojik bir ortamda doğmuştu. Türkiye demokrasiyi Avrupa standartlarında değil bir çeşit küçük Amerika olmak tasavvuru ile kurmuştu. 27 Mayısçılar da siyasi spektruma aynı kafayla baktılar. Milli Birlik Komitesi üyelerinin siyasi meselelere ilişkin düşünceleri epey karışıktı. Çoğu tepki temelinde düşünüyorlardı. 1961 seçimlerinden sonra TİP’e girenler de oldu. Totaliter eğilimli CKMP’ye girenler de oldu. 14’lerin çoğunluğu Türkeşle birlikte davrandılar.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) 13 Şubat 1961’de 12 sendikacı tarafından kurulmuştu. Kemal Türkler, İbrahim Denizcier, Kemal Nebioğlu, Rıza Kuas, Şaban Yıldız aklıma gelen ilk isimler.
Partiye daha sonra, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Adnan Cemgil, Cemal Hakkı Selek, Fethi Naci, Yaşar Kemal, Murat Sarıca gibi aydınlar da katıldılar. Bu isimler partide etkin olarak çalıştılar. Bir kısmı 1965 seçimlerinde milletvekili oldu.
TİP, sadece işçi sınıfı sorunlarıyla değil köy-köylülük-ülkede hala varlığını sürdüren feodal ilişkilerle ilgilendi. Emperyalizm TİP’in daimi gündemiydi. TİP Türkiye kamuoyunu bu konularda sürekli uyarmaya çalıştı.
1966 Malatya Kongresinde partide bir fraksiyon olarak varlığını sürdüren MDD’ciler etkinliğini yitirdi. Bundan sonra partide parlamenter yoldan seçimleri kazanarak (legalist çizgi) sosyalizmi gerçekleştirme düşüncesi egemen oldu.
TİP’in parlamentoda etkili olduğu yıllar Demirel’in başbakan, Adalet Partisinin iktidar olduğu döneme tekabül eder.
Adalet Partisi, iktidara geldiği 1965’ten 12 Mart 1971 muhtırasına kadar çok yönlü baskılar altında kaldı. Öncelikle ordu içinde AP iktidarına karşı hoşnutsuzluk söz konusu idi.
Demirel, Cevdet Sunay’ı Cumhurbaşkanı seçtirerek bu tavrı lehine çevirmeye çalıştı. Hükümet, TSK Personel Kanununda önemli iyileştirmeler yaptı. Bu suretle iktidara karşı olumsuz tavrı bir ölçüde gidermeyi başardı. Demirel’in, orduya yönelik bu hamlelerini “orduyu satın alma” girişimi olarak yorumlayan çevreler oldu. Hatta bazı Milli Birlik Komitesi üyeleri (artık hepsi tabii senatör olmuştu) böyle düşünüyorlardı.
Adalet Partisinin asıl sorunu, yükselen sosyalist sol dalgaydı. TİP’in parlamentoya girmemesi için çok gayret sarfettiler. Başarılı olamadılar. Bir sonraki seçimde seçim sistemini değiştirerek etkisizleştirdiler.
TİP’in parlamentodaki varlığı Adalet Partisi çoğunluğunu ciddi biçimde rahatsız etti. Küçük bir grup olmasına rağmen söylem ve siyaseti AP hükümetini TİP’i kuşatma politikası izlemeye sevk etti. TİP baskı altına alınmalıydı. Aksi halde büyüyebilirdi.
TİP millevekilleri, çoğunlukla komünizm propagandası yapmakla suçlandılar. AP’ye göre sınıf meselesine dokunmak “komünistlik” demekti. Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılması örneğinde olduğu gibi, TİP’liler meclis içi ve dışındaki eylemleriyle sürekli komünizm propagandası yapmakla itham ediliyorlardı. AP’lilere göre sınıf ve sömürüden bahsetmek komünistlikti.
TİPliler ise AP’yi, Amerikan işbirlikçiliği (çoğu zaman uşaklığı) yapmak ve egemen sınıfların çıkarlarını temsil etmekle itham ediyorlardı.
TİP’in üslubu siyaseten doğruydu. TİP sosyalist bir partiydi. Fakat bu tutumları -kaçınılmaz olarak-iktidarın sinir uçlarıyla oynamak demekti. TİP’in iddiaları büyük ölçüde gerçeklerle örtüşüyordu. AP, DP’den devraldığı ABD ile iktisadi, siyasi ve askeri alanda yakınlık siyasetini devam ettiriyordu. Daha açıkçası Amerikancı bir siyaset izliyordu.
Şuna da kuşku yoktu ki AP, Türkiye’deki hakim sınıfların çıkarlarını örgütleyen bir partiydi. Toplumun bağımlı sınıflarını (işçileri, köylüleri) peşine takmış, iktidara gelmişti. 50’lerde Demokrat Parti’nin yaptığı gibi.
50’lerde sınıf meselesinin konuşulmadığı Türk tipi McCartism ortamında siyaset kolaydı. 60’larda şartlar değişmiş, siyasete yeni aktörler girmişti. Toplumda mobilizasyon artmıştı. TİP’in emekçi sınıfları uyaran söylemi düzenin temellerini sarsıyordu. Bu siyaset tarzının AP iktidarı tarafından sadece izlenmesi beklenemezdi. TİP sınıf siyaseti izliyordu. Yasal yolları kullanarak sosyalizmi iktidara getirmeye çalışıyordu.
Adalet Partililer TİP parti kongrelerini basarak, milletvekillerini mecliste döverek veya “komünizm propagandası” iddiası ile adli takibat yaptırarak şiddetli bir karşı taarruza geçtiler.
AP’liler açısında TİP, “kıpkızıl bir partiydi. Elde bulunan bütün araçlarla bu partiye karşı şiddetli bir mücadeleye ihtiyaç vardı.
Sola karşı en sert tavırlarıyla dikkat çeken AP’li parlamenterler şunlardır: Samsun Senatörü Dr. Fethi Tevetoğlu, İstanbul milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu, Antalya milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti. Darendelioğlu daha sonra MHP’ye geçti. Osman Yüksel Serdengeçti Adalet Partisinden çıkarıldı. Adalet Partisi içinde sol karşıtı tutumuyla en fazla tanınan isim İçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan idi. Sükan Konya milletvekili idi. İlginç bir bilgi Dr. Sükan Paris’te Atatürk’ün doktorlarından Nihat Reşat Belger’in yanında dahiliye ihtisası yapmıştı.
Yön bildirisi Yön’ün 20 Aralık 1961 tarihli ilk sayısında yayınlandı. Dergi, 1961 demokrasisinin kuruluş çabaları ile kronolojik olarak örtüşür. Bildiriye imza atan 531 aydın Anayasaya olumlu bakmakla birlikte Türkiye’nin meselelerine çözümün anahtarı olarak görmüyorlardı. Çözüm Türk devrimine yeni bir ruh katmaktan geçiyordu.
Bildiri ile belki de ilk defa emperyalizm açıkça kamuoyunun dikkatine sunulmuş oluyordu. Bildiri de dikkat çeken başka bir nokta ise, imzacıların Türkiye’nin geleceğine dair olumlu bakışı ve aydınlara duyulan güvendi. Kurulan yeni demokrasi azgelişmişlik meselesine çözüm aramak üzere bir tartışma platformu sağlamış oluyordu.
Derginin kurucuları Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, Cemal Reşit Eyüboğlu idi.
Yön Bildirisinde temel mesele, çok partili siyasal hayat, demokratik toplum düzeni, hukuk devleti beklentilerinin çok üstündedir.
Yön arşivi tarandığında yayınlanan yazıların bu amaca hizmet ettiği görülür. Kurucuların 60’lar sonrasında takındıkları siyasi tutum derginin gelişim çizgisini açıklar mahiyettedir.
Milli Demokratik Devrim tezi temel olarak Türkiye’deki toplumsal koşulların sınıf ilişkilerinin sosyalist devrim için elverişli olmadığını savunur.
Bu teze göre, Türkiye’de emperyalizme bağımlı komprador burjuvazi,........
© 12punto
