Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Kemalizm ve Sol
Solculuk; en kısa, en yalın, en basit tanımıyla, emekten, eşitlikten, ezilenden, aydınlanmadan ve bağımsızlıktan yana olmayı, emperyalizme karşı çıkmayı gerektirir. Kemalizm de; işgal edilmiş, yarı sömürge durumuna düşmüş bir ülkede, bağımsızlık yanlısı tüm güçleri seferber ederek, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı Kurtuluş Savaşı veren, savaştaki zaferi ulusal egemenliğe dayalı, çağdaş bir Cumhuriyet kurarak taçlandıran bir ulusal kurtuluş devrimidir. Bu yönleriyle sol ve Kemalizm arasında doğrudan, şaşmaz bir bağ vardır. Tam bağımsızlık, antiemperyalizm, eşitlik, laiklik, devrimcilik, toplumculuk, halkçılık, planlı ekonomi ikisinin de ortak özellikleridir.
Kemalizm; Türklere yönelik emperyalist bir proje, adeta bir doktrin olan Sevr’i, Kurtuluş Savaşı’yla cephelerde yırtıp attığı gibi, Doğan Avcıoğlu’nun tanımıyla “ekonomik Sevr” karşısında da çözüm önerileri olan bir ideolojidir. Bu yönüyle Atatürk, Türk Devrimi ve Kemalizm, sadece Kurtuluş Savaşı’nın başarısı nedeniyle değil, aynı zamanda bu savaşın eseri olan Cumhuriyet sayesinde de tüm ezilen dünyada, üçüncü dünyada, Atatürk’ün tanımıyla mazlum milletlerde ilham kaynağı olmuştur.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın halkı tabandan örgütleyerek, kongreler aracılığıyla işe koyulması, milleti örgütledikten sonra 23 Nisan 1920’de Ankara’da Gazi Meclis’i, Kurucu Meclis’i açması, savaşı Meclis iradesi ve idaresi altında yönetmesi de, tüm diğer özellikleri yanında, katılımcılığı ve örgütlenme modeli nedeniyle demokratik bir tavırdır. Atatürk önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı, emperyalizme karşı mücadelenin de milli iradeyi örgütlemenin de en seçkin, en başarılı örneklerinden birini oluşturur insanlık tarihinde.
Mustafa Kemal Paşa; 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan bir hafta sonra, karargâhını Havza’ya taşımıştır ve 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a dek çalışmalarını Havza’da sürdürmüştür. Sonrasında geldiği Amasya’da, Amasya Tamimiyle (22 Haziran 1919); kurtuluşun ve kuruluşun yöntemini, stratejisini, örgütünü bir kez daha yurda ve dünyaya ilan etmiştir:
“Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Hükümet, İtilaf devletlerinin tesir ve denetimi altında kuşatıldığından üzerine aldığı sorumluluğun icaplarını yapamamaktadır. Bu hal, milletimizi yok olmuş tanıttırıyor. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”.
Sonrasında, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde de ısrarla vurgulanacağı üzere, Amasya Tamimi; irade-i milliye, hakimiyet-i milliye, kuvayı milliye ve istiklal-i tam ruhunun nasıl hayata geçirileceğini ortaya koymuştur. Milletin azim ve kararlılığının altını çizmiştir. Milletin, geniş bir cephe halinde, tek bir çatı örgüt etrafında toplanacağının işaretini vermiştir. Milli irade; kongrelerle oluşacak, olgunlaşacak ve örgütlenecektir. Süreç en büyük, en üstün, en etkin, en yetkin, en meşru, en güçlü örgütün, yani Meclis’in kurulmasıyla zirveye ulaşacaktır.
İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’nın çalışmalarını önlemek için, Reis Paşa’yı geri çağırmıştır. Olumsuz yanıt alınca da, Mustafa Kemal Paşa’yı, Samsun’a çıkışından 50 gün sonra, 8 Temmuz 1919’da görevden almıştır. Mustafa Kemal Paşa, artık sivildir. Kendi sözleriyle, “sine-i millette, ferd-i mücahit olarak mücadeleye devam edecektir”.
Sarayın, İstanbul Hükümetinin, İngiliz işbirlikçilerinin gözünde “asi” olan Mustafa Kemal Paşa; halkın Sarı Paşa, Kemal Paşa, Reis Paşa, Kongreler Paşası, Çanakkale Kahramanı olarak tanıdığı bu ünlü ve karizmatik komutan, artık halk önderi olarak, sivil bir lider olarak halkı örgütleyecektir. Çıktığı yolun ne denli zorlu olduğunun bilincindedir. Her lider, her devrimci gibi gerçekçidir, örgütçüdür. Tarihin şu tunç yasasının da bilincindedir: “Silahla kurulan, silahla yıkılır”. O yüzden milleti, işgal edilen vatanını ve gasp edilen istiklalini kazanmak için, savaşa hazırlayacaktır.
Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından önceki süreç, çetin bir hazırlık dönemidir. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’nin hemen sonrasında, 13 Kasım 1918’de İtilaf Devletlerinin donanmalarının İstanbul Boğazı’na gelmesiyle, Haydarpaşa açıklarında demirlemesiyle, fiilen başlayan işgal, bir süre sonra resmiyet de kazanmıştır. Sokaklarında işgal kuvvetlerinin gezdiği İstanbul; 16 Mart 1920’de resmen, açıktan işgal edilecek, İstanbul’daki 5 yıllık işgal, 6 Ekim 1923’te, yani Cumhuriyetin ilanından 23 gün önce sona erecektir.
İstanbul’un işgali sonrasında Meclis-i Mebusan İngilizler tarafından dağıtılıp, bazı milletvekilleri tutuklanmıştır. Başından beri, meclisin İstanbul’da değil Ankara’da toplanmasını isteyen fakat bu konuda arkadaşlarını ikna edemeyen Mustafa Kemal Paşa’nın ne kadar haklı olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. O dönemde Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da toplanacak meclis için çalışmalarını daha da hızlandırmıştır. Bu aşamada, Ankara’da açılacak olan meclisin “kurucu meclis” olarak nitelenmesini istemiştir. Ama hem siyasal açıdan hem de hukuksal açıdan getirdiği öneri, arkadaşlarının çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir. Öyle ki Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mart 1920’de yayımladığı tebliğde “kurucu meclis” ifadesi geçtiği halde, arkadaşları itiraz etmişler ve bu ifade metinden çıkarılmıştır. Bu tebliğde Mustafa Kemal; Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin, milletin işlerini yönetmek ve denetlemek üzere toplanacağını bildirmektedir.
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920 tarihinde vilayetlere ve kolordulara çektiği telgrafla şu acı gerçeği açıkça ortaya koymuştur:
“Bugün İstanbul’u cebren işgal etmek suretiyle, Osmanlı Devleti’nin 700 senelik hayat ve hakimiyetine son verildi”.
Mustafa Kemal Paşa’nın faaliyetlerini padişah ve İstanbul’daki hükümet kadar, İngiliz istihbaratı da yakından izlemektedir. Öyle ki, Erzurum ve Sivas........
© 12punto
