ABD-Çin Güç Rekabeti: Hedef Sahanın Gerçekleriyle Örtüşmüyor
Ukrayna'ya yardım tartışmalarıyla gündeme gelen finansal yetersizlikler ve savunma sanayindeki ciddi altyapı eksiklikleri, üç farklı çatışma bölgesinde askeri varlığını sürdüren ABD'yi özellikle Hint-Pasifik'te çıkmaza sokuyor. Ekonomik ve askeri hegemonyasını burada devam ettirmeye çalışan ABD'nin, Çin gerçeğine rağmen bu dış siyaseti daha ne kadar sürdürebileceği bir soru işareti.
Çin, Doğu Asya üzerindeki siyasi ve askeri Amerikan statükosunu ortadan kaldıran önemli bir değişken. Ve ilkesel bağlamda her ne kadar Amerikan müesses nizamının tarihsel misyonuna ters düşse de, çevreleme politikası ve bölgeyi silahlandırma gibi savaşı tetikleyebilecek dış siyasetin bu noktada artık terk edilmesi gerekiyor. Çin'i kendi dengi olarak kabul edip bir 'hegemonya savaşına' dönüşebilecek, 'en büyük güç kim?' rekabetinden kaçınmak hem ABD hem de bu coğrafya için en mantıklı tutum olacaktır.
İki temel etken sıcak çatışmaya dönebilecek bir ABD-Çin rekabetini tarihteki diğer örneklerinden ayırıyor. Birincisi, Çin ekonomik açıdan ABD'nin şu ana kadar yüzleştiği tüm rakiplerinden daha güçlü. Prof. Hugh White yaptığı karşılaştırmada, Çin'in mevcut ekonomik gücünün Soğuk Savaş'ın zirve yaptığı dönemde ABD'ye meydan okuyan Sovyetler Birliği'nin finansal kapasitesinin en az iki katı olduğunun altını çiziyor. Olası rekabeti farklı kılan ikinci etken ise, ABD'nin gözünü karartıp Çin'i karşısına almak gibi riskli bir politika izlemesi için gerekli bir motivasyon ve mantıklı bir sebebinin olmaması.
Alman İmparatorluğu'nun 1917'de, Nazi'lerin ve Japon İmparatorluğu'nun 1941'de ve Sovyetler Birliği'nin 1948'den sonra batı yarımkürede ABD için direk bir tehdit oluşturmaları, Amerikalı siyasetçiler için tüm riskleriyle bir rekabeti ve gerekirse savaşı meşru kılıyordu. Fakat Çin dış siyasetinin merkezinde ABD'nin batı yarımküredeki nüfuz ve varlığını hedef alan bir unsur yok. Çin'in iki hedefi var: Bölgesel hegemon olmak ve ABD'yi Asya'dan çıkarmak. Her iki hedefte gerçekçi bir bakış açısına sahip. ABD, 1823'de ilan ettiği Monroe Doktrini ile nasıl kendi etki alanı olan batı yarımkürede kendisine tehdit oluşturabilecek yabancı bir gücün varlığını kabul etmiyorsa, Çin de aynı şekilde kendi arka bahçesinde kendisi için tehdit gördüğü ABD'yi istemiyor. Durum son derece basit ve anlaşılabilinir.
Fakat gerçek şu ki, artık kemikleşmiş Soğuk Savaş refleksleriyle hareket eden ABD, her geçen gün ağırlığını daha da hissettiren Çin'in, Asya-Pasifik bölgesini kontrol eden bir güç olmasına izin vermeyecek. Bölge ülkelerini de kamplaşmaya, bir tercih yapmaya zorlayacak.........
© 12punto
