menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türkiye'de yerelde mali özerklik sorunu ve Avrupa ile derin farklar: Vergiler zayıf, paylar adaletsiz ve reform zorunlu

10 1
28.11.2025

Yerel yönetimler, çağdaş kamu yönetiminde yalnızca hizmet sunan kurumlar değil; ekonomik kalkınmanın, bölgesel eşitliğin ve demokratik şeffaflığın kilit aktörleridir. Ancak bu aktörlerin etkili olabilmesi, güçlü ve sürdürülebilir bir mali yapıya sahip olmalarına bağlıdır. Türkiye’de ise yerel yönetimlerin mali kapasitesi, hızla büyüyen kentlerin artan ihtiyaçları karşısında giderek daha yetersiz kalmaktadır. Belediyelerin gelirlerinin büyük ölçüde merkezi bütçe paylarına dayanması ve yerel vergi gelirlerinin OECD ile Avrupa ortalamalarının oldukça altında seyretmesi, yerel yönetimlerin yatırım yapma, uzun vadeli planlama ve hizmet sunma gücünü sınırlamaktadır.

Buna karşın Avrupa ülkeleri, geniş vergi yetkileri, çeşitlendirilmiş gelir kaynakları ve yüksek mali özerklik düzeyleriyle çok daha dayanıklı bir yerel yönetim modeli inşa etmiş durumdadır. OECD, Eurostat ve Dünya Bankası verileriyle yapılan karşılaştırmalar, Türkiye’de yerel mali yapının yalnızca gelir düzeyi açısından değil, yapısal unsurlar bakımından da ciddi sorunlar taşıdığını ortaya koymakta; kentlerin gerçek ihtiyaçlarına duyarlı, adil ve sürdürülebilir bir mali mimarinin artık ertelenemez bir reform alanı olduğunu göstermektedir.

Türkiye’de yerel yönetimlerin gelir yapısı uzun süredir ağırlıklı olarak merkezi idareye dayanmaktadır. Belediyeler gelirlerinin büyük kısmını genel bütçeden aktarılan paylarla finanse etmekte; vergi ve diğer öz gelirlerin payı oldukça sınırlı kalmaktadır. Sayıştay verilerine göre 2006–2024 döneminde yerel vergi gelirlerinin toplam içindeki payı yalnızca –12 aralığında seyretmiştir.

Yerel yönetimlerin doğrudan topladığı vergi kalemlerinin dar olması bu tabloyu daha da belirginleştirmektedir. Emlak vergisi, çevre temizlik vergisi ve ilan–reklam vergileri dışında belediyelerin elinde güçlü bir yerel vergi aracı bulunmamaktadır. Türkiye’nin temel vergi gelirleri olan gelir vergisi, kurumlar vergisi, ÖTV ve KDV ise tamamen merkezi yönetim tarafından toplanmaktadır. Dolayısıyla vergi tabanı yerel değil, büyük ölçüde merkez tarafından şekillendirilmektedir.

OECD Revenue Statistics 2023 verileri bu farkı çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Türkiye’nin vergi/GSYH oranı 2023 yılında #,5 seviyesine yükselmiş olsa da, bu oran OECD ortalaması olan 3,9’un ve AB ortalaması olan yaklaşık @’ın oldukça gerisindedir. Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında tablo daha da netleşmektedir: Fransa C,8; Danimarka C,4; Finlandiya B,4; İtalya B,8; Almanya ise 8,1 ile hem daha yüksek vergi kapasitesine hem de daha dengeli bir merkez–yerel paylaşımına sahiptir.

Bu veriler üç temel noktaya işaret etmektedir.

Birincisi, Türkiye’nin toplam vergi yükü OECD ve AB’nin belirgin biçimde altındadır. Ancak verginin dağılımında adaletsizlik söz konusudur. Vergi yapısı ağırlıklı olarak dolaylı vergilere dayanmaktadır. Son yıllarda vergi gelirlerinin yaklaşık üçte ikisi ÖTV ve KDV gibi harcama üzerinden alınan vergilerden oluşurken, gelir ve servet üzerinden alınan dolaysız vergilerin payı sınırlı kalmıştır.

İkincisi, Türkiye’de vergi artışı büyük ölçüde ulusal düzeyde gerçekleşmekte; merkezi bütçe gelirleri hızla artarken yerel yönetimlerin gelirleri aynı ölçüde büyümemektedir.

Üçüncüsü, Avrupa’da GSYH içindeki vergi oranı yüksek olmasına rağmen bunun önemli bir bölümü yerel yönetimlerle paylaşılmakta, yerel yönetimlere belirli ölçüde vergi koyma yetkisi tanınmaktadır. Türkiye’de ise vergi gelirlerinin büyük bölümü merkezi düzeyde toplanmakta; yerel yönetimlerin payı düşük kalmaktadır.

OECD raporuna göre Türkiye vergi/GSYH oranını 2022’deki ,9’dan 2023’te #,5’e çıkarmıştır. Ancak artışın kaynağı mal ve hizmet vergilerindeki yükseliş ile sosyal güvenlik katkıları olup, yerel yönetimlere yeni bir gelir alanı oluşturmamıştır. Dolayısıyla artan vergi yükü belediyelerin mali kapasitesine yansımamıştır.

Bu görünüm, yerel yönetimlerin kendi ekonomik kararlarını alma ve kaynak yaratma gücünün yapısal olarak sınırlandığını göstermektedir. Vergi ekonomisi büyürken yerel mali ekonomi aynı oranda büyümemekte; bu da belediyeleri yatırım finansmanı açısından kırılgan kılmaktadır. Sonuç olarak Türkiye’de yerel yönetimler altyapı yatırımlarından sosyal hizmetlere, uzun vadeli kentsel planlamadan finansal istikrara kadar birçok alanda merkezi bütçe olanaklarına bağımlı bir yapıya mahkûm olmaktadır.

1982 Anayasası’nın 127’nci maddesi, mahallî idarelere görevleriyle orantılı gelir kaynaklarının sağlanmasını öngörse de mevcut sistem bu ilkeyi tam olarak karşılamamaktadır. Belediyeler gelirlerinin büyük bölümünü genel bütçeden aldıkları paylarla karşılamakta; bütçe ve nakit yönetimi büyük ölçüde bu transferlere bağlı yürümektedir. Bugün büyükşehir belediyelerinde toplam gelirlerin yaklaşık ’i, diğer belediyelerde ise yaklaşık p’i merkezi yönetimden aktarılan paylardan oluşmaktadır.

5779 sayılı Kanun, merkezi yönetim vergi gelirlerinden yerel yönetimlere ayrılacak payların esaslarını belirlemektedir. Dört farklı pay grubuna (büyükşehir belediyeleri, büyükşehir ilçe belediyeleri, su–kanalizasyon idareleri ve diğer belediyeler) dayanan sistemin en belirleyici ölçütü nüfustur. Büyükşehir ilçe belediyelerinde payların neredeyse tamamı nüfus üzerinden hesaplanmakta; hizmet maliyetleri, göç baskısı, sosyo-ekonomik farklılıklar veya coğrafi koşullar hesaba katılmamaktadır. Bu nedenle mali yükü yüksek olan belediyeler ile daha düşük hizmet maliyetine sahip belediyeler aynı düzeyde pay alabilmektedir.

“Pay ayırma sistemi” olarak adlandırılabilecek bu yöntemde transferler/gelirler birisi “yer esası”, diğeri “ülke esası” olmak üzere iki şekilde paylaştırılır. Yer esasında belirli bir yerel yönetim biriminin bulunduğu yerleşim yerinde toplanan belli vergilerin belli bir oranı o yer yerel yönetim birimine ayrılır. Ülke esasında ise ülkenin her yerinde toplanılan belirli vergilerin belirli bir oranı dağıtım havuzuna alınmakta ve önceden belirlenen esaslara göre yerel yönetim birimlerine dağıtılmaktadır.

İl özel idarelerinde köy sayısı veya yüzölçümü gibi kriterler bulunsa da ağırlıkları düşük olduğundan dağılımda anlamlı bir fark yaratmamaktadır. Bu da Türkiye’de pay........

© 12punto