Akıl ve alkış arasında Türkiye: Popülizmin bedeli, rasyonalizmin umudu
Türkiye’nin yönetim serüveni, rasyonalizm ile popülizm arasında gidip gelen bir denge arayışının tarihidir. Rasyonalizm, bilimsel verilere dayalı karar alma, mali disiplin ve etkin kurumlar, liyakatli kadrolar aracılığıyla uzun vadeli refahı hedeflerken; popülizm, halkın anlık taleplerine yaslanarak kısa vadeli siyasi kazanç uğruna geleceği riske atar. Bugün yüksek enflasyon, artan borç yükü ve zayıflayan kurumsal yapı karşısında bu ikilem, artık yalnızca teorik bir tartışma değil; ekonomik istikrar, toplumsal güven ve sürdürülebilir kalkınma açısından hayati bir yol ayrımıdır. Tarihsel deneyim gösteriyor ki, kalıcı refahın anahtarı, popülist vaatlerde değil, cesaretle ve kararlılıkla uygulanan rasyonel akıldadır.
Bir devletin temel varlık nedeni, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak, refahını artırmak ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmektir. Bu amaç doğrultusunda devlet aklı, çoğu zaman iki farklı yaklaşım arasında salınır: Rasyonalizm ve Popülizm.
Rasyonalizm, bilimsel veriye dayalı karar alma, akılcı analizler ve uzun vadeli planlamayı esas alır; mali disiplin ve liyakatli kurumlarla güç kazanır.
Popülizm ise halkın anlık beklentilerini merkeze alır, siyasal meşruiyetini de “gerçek iradeyi temsil etme” iddiasından türetir.
Bu iki eğilim arasındaki gerilim, yalnızca teknik bir tercih değil, aynı zamanda tarihsel bir sınav niteliğindedir. Türkiye’nin yönetim pratiği de, devlet aklının rasyonalizm ve popülizm arasında defalarca sınandığı örneklerle doludur. Özellikle gelişmekte olan ülkeler için bu ikilem, ekonomik istikrar ve toplumsal refah açısından kritik önem taşır. Çünkü bu iki felsefe, kamu politikalarının rotasını tamamen farklı yönlere çeker: biri uzun vadeli sürdürülebilirliği, diğeri kısa vadeli popülerliği önceleyen iki ayrı yol sunar.
Rasyonalist kamu yönetimi, devletin sınırlı kaynaklarını en verimli ve etkin biçimde kullanmayı amaçlar. Bu anlayış yalnızca “ne yapılacağına” değil, aynı zamanda “nasıl” ve “hangi temelde” yapılacağına da ışık tutar. En önemli ilkesi, politika kararlarını ideolojik söylemlerden arındırarak, objektif veriler, istatistikler ve bilimsel analizlere dayandırmaktır. Örneğin, asgari ücret artışı gündeme geldiğinde, kararın enflasyon, istihdam ve rekabet gücü üzerindeki etkileri titizlikle değerlendirilir.
Bu yaklaşımın temel taşları şunlardır:
Liyakatli Kadrolar, Kurallar ve Etkin Kurumlar: Görevlerin ehil kişilere verilmesi, kuralların herkes için bağlayıcı olması ve güçlü kurumların varlığı, rasyonalist yönetimin omurgasını oluşturur.
Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Kamu gücünün keyfi kullanımını engelleyerek vatandaşın devlete güvenini pekiştirir; katılımı teşvik eder, demokratik meşruiyeti güçlendirir ve sürdürülebilir kalkınma için sağlam bir zemin hazırlar.
Mali Disiplin: Kamu gelir ve giderlerinin dengeli, planlı ve sürdürülebilir biçimde yönetilmesini ifade eder. Amaç, bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, borç yükünü azaltmak ve ekonomik istikrarı korumaktır.
Rasyonalist yönetim, gelir-gider dengesini gözetir; bütçe açıklarını sınırlı tutar, borçların sürdürülebilirliğini sağlar ve vergilerin adil biçimde toplanmasını esas alır. Kamu harcamalarında israfın önlenmesi, projelerin fayda-maliyet analizine göre önceliklendirilmesi ve şeffaf bütçeleme süreci, bu anlayışın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Kısa vadeli siyasi döngülerin ötesine geçerek 10, 20 hatta 50 yıllık hedefler koyan bu yaklaşım; eğitim, sağlık, enerji ve altyapı yatırımlarını geçici popülerlik uğruna değil, ülkenin rekabet gücünü artıracak şekilde planlar. Bu nedenle rasyonalist sistemde, kurumların başına siyasi sadakatle değil, liyakat ve uzmanlıkla şekillenen kadrolar getirilir. Merkez Bankası, Rekabet Kurumu ve Sayıştay gibi bağımsız yapılar, siyasi baskılardan arındırılarak özerkliklerini korur.
Böyle bir yönetim, yalnızca ekonomik istikrarı sağlamaz; aynı zamanda toplumsal güveni pekiştirir, yatırımcılar için öngörülebilir bir ortam yaratır. İlk bakışta “acı reçete” gibi görünse de, uzun vadede toplumlara refah, güven ve uluslararası saygınlık kazandırır.
Popülizm, duygulara seslenen ve hızlı çözümler vaat eden bir yönetim tarzıdır. Halkın anlık taleplerini karşılamaya odaklanan bu yaklaşım, çoğu zaman rasyonel ekonomik ilkelerden uzaklaşarak uygulanır. Seçim dönemlerinde maaş ve emekli aylıklarında artış, vergi afları, borç yapılandırmaları, karşılıksız sosyal yardımlar, kredi genişlemeleri ve gösterişli mega projeler, bu politikanın en bilinen araçlarıdır.
Kısa vadede seçmen memnuniyeti sağlayan bu adımların maliyeti yüksektir. Genellikle karşılıksız para basma, artan borçlanma ya da vergi gelirlerinin ötesinde harcamalarla finanse edilir. Sonuçta bütçe açıkları büyür, kamu borcu ağırlaşır ve enflasyonist baskılar artar. Geçici refah görüntüsü yaratmasına rağmen, uzun vadede yüksek ve kalıcı enflasyon, eriyen döviz rezervleri, borç yükü, yatırımcı güveninde zayıflama ve ekonomik istikrarsızlık olarak geri döner. Enflasyonun özellikle düşük gelirli kesimlerin alım gücünü aşındırması, toplumsal eşitsizliği derinleştirir.
Popülist yönetimler, bu süreçte bağımsız kurumları zayıflatma eğilimi gösterir. Merkez Bankası’nın kararlarına müdahale, yargının siyasallaştırılması ve liyakat yerine siyasi sadakatin öne çıkarılması en sık başvurulan yöntemlerdir. Böylece hukuk devleti yara alır, yatırımcı güveni sarsılır.
Sürekli değişen, öngörülemeyen politikalar ekonomik aktörler için belirsizlik yaratır; yerli ve yabancı yatırımcılar geleceğe dair net bir yol haritası göremediğinde yatırımlardan kaçınır. Bu da büyümenin yavaşlamasına, işsizliğin artmasına ve ülkenin uzun vadede kalkınma tuzağına sürüklenmesine yol açar.
Günümüzde hiçbir ülke yalnızca kendi iç dinamikleriyle yönetilmiyor. Uluslararası kurumlar, kamu yönetiminin kalitesini doğrudan etkileyerek rasyonel yönetimi teşvik ederken, popülist uygulamaların bedelini de daha görünür kılmaktadır.
OECD, iyi yönetişim standartlarıyla şeffaflık ve hesap verebilirliği öne çıkarır.
Dünya Bankası, sağladığı kredilerde şeffaflık ve yolsuzlukla mücadeleyi zorunlu kılar.
Birleşmiş Milletler, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları çerçevesinde ekonomi, toplum ve çevreyi bir bütün olarak ele alır; uzun vadeli planlamayı teşvik eder.
Avrupa Birliği, aday ülkelerden mali disiplin, bağımsız yargı ve........© 12punto
