menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Talât Paşa kimdir...

27 1
29.06.2025

Bulgaristan Kırcalı'nın Çepelce köyünde 1874 'te dünyaya geldi. Babası Ahmet Vasıf Efendi, annesi de Kayseri Dedeler köyünden buraya göçmüş Hürmüz Hanım’dı. İlkokulu Vize’de, ortaokulu da Edirne Askerî Rüşdiyesi’nde okudu.

Kendisi 11 yaşında iken babası öldü, annesi ve iki kız kardeşinin sorumluluğunu erken yaşta üstüne almak zorunda kaldı. Maddi durumları iyi değildi.

Annesini ve kardeşlerini geçindirebilmek için 17 yaşında, 1891’de Edirne Telgrafhanesinde çalıştı.

Genç Talat Rusçuk’ta yaşayan eniştesi İsmail Yürük’ten fikir olarak oldukça etkilenmişti. Edirne’de Abdülhamit’in baskıcı yönetimini devirmeye yönelik çalışmalara katıldı. Yurt dışından gizlice gönderilen gazete ve kitapçıkları okumaya, özgürlükçü fikirleri benimsemeye başladı. Edirne’de Hafız İbrahim Efendi ile de tanışması, onun Jön Türk hareketine ilgi duymasında ve Meşruti düşünceye sahip olmasında etkili oldu.

Hafız İbrahim iyi bir devrimci ve Abdülhamit diktasına karşı çalışan fedakar bir vatanseverdi. İhbar edildiler. 30 Temmuz 1896’da tutuklandılar.

Talat genç yaşta cezaevi ile tanıştı ve zindanlarda kaldı. 25 ay cezaevinde yattı. Cezaevindeki siyasi tutuklulardan Fransız Devrimine dair milliyetçi ve özgürlükçü fikirler edindi. Cezaevi onun düşünce ufkunu genişletti. Ardından 3 yıl Selanik’te kalebentliğe mahkum edildi ve İstanbul’a gitmesi yasaklandı.

Selanik’te Beyazkule yakınında, Kule Kahveleri semtinde, annesi ve kız kardeşiyle küçük bir ev tuttu. Zindana atılması ve kalebentliğe mahkum edilmesi onu sindirmedi. Daha da kamçıladı. Yılmayacak ve saraya karşı mücadele edecekti. Ne yapması gerektiğini bilmiyor ve Selanik’te kimseyi de tanımıyordu. Ama bir tek şey vardı kafasında;

Vatanın kurtuluşu için Meşruti devrim yapmak...

Siyasi sürgün olduğu için iş bulması kolay değildi. Ancak Abdülhamit’in de ilginç bir yönü vardı. Kalebentliğe veya sürgüne gönderdiği kişilere az da olsa maaş bağlardı. Selanik’e, kalebentliğe sürdüğü Talat Bey’e maaş bağlanmıştı.

Ancak Talat Bey “Ben sadakaya muhtaç değilim” diyerek maaşı reddetti. Kendisine iş bulması için devlete dilekçe verdi. Devlet de ona Selanik ve Manastır arasında seyyar Posta Memurluğu görevini verdi.

Tarih, 1898’i gösteriyordu.

Bu, cezaevinden çıkmış genç Talat Bey’in arayıp da bulamadığı bir şeydi. Bu sayede örgüt kuracak, bölge bölge dolaşabilecek, yasak yayın dedikleri Jöntürk dergilerini rahat rahat dağıtıp insanları örgütleyebilecekti. Selanik 3. Ordu’da genç subaylar ile öğretmenler ve aydınlarla da tanıştı.

1903’te Selanik Telgraf İdaresi başkâtibi oldu.

Talat Bey Selanik Hukuk Mektebi’ne devam etmeye başladı. Öte yandan da çalışıyordu. Selanik Hukuk Mektebi’ndeki gençlere de hürriyet fikirlerini yaydı. Onlara özgürlükçü dergiler dağıttı.

Selanik’te bir kavga çıktı posta müdürleri arasında. Talat Bey tanık olarak çağırıldı. O da bildiklerini doğru olarak anlattı. Başmüdür itiraz etti. “Talat Bey'in tanıklığı yüce mahkemeniz tarafından kabul edilmemesi gerekir. Çünkü kendisi hükümet ve Abdülhamit aleyhinde çalışan bir haindir” deyince kıyametler koptu.

Bu kez baş müdürün avukatı ayağa kalktı ve söz aldı:

-“Müvekkilim başmüdürün Talat Bey gibi namuslu ve hamiyetli bir vatan evladı hakkında saldırıda ve iftiralarda bulunması nedeniyle onun avukatlığından çekiliyorum” dedi.

Talat Bey artık Selanik’te tanınmaya başlanmıştı dürüst ve hamiyetli bir kişilik olarak.

Talat Beyin “istibdadı yıkma” çalışmaları sürerken 1906 yılının Temmuz ayının cuma gününde, Selanik’in Yalılar semtinin Baron Hirsch Hastanesi yakınındaki İsmail Canbulat’ın evinde 10 kişi gizlice bir toplantı yaptı. Toplayan Talat Bey idi

Artık örgüt çalışmalarına başlamışlardı

Tarih, 18 Ağustos 1906’yı gösterdiğinde Sultan Abdülhamit’in ağır bir hastalığa yakalandığı duyuldu. Bu haber üzerine, Talat Bey telaşlandı. On kişilik ekip gün aşırı toplanmaya başladı. Abdülhamit ölürse ve ölümünde kadar Meşrutiyet ilan edilemezse ülke dağılır, Osmanlı Devleti Avrupa devletleri tarafından paylaşılırdı. Kaygısı oydu. Bunun üzerine Talat Bey bir örgüt kurmalı ve bu paylaşıma karşı direnerek vatanı kurtarmalıydı. Toplantıları artırdı. Bir ay sonra, 1906 Eylülünde ‘Osmanlı Hürriyet ve Tevhid-i Millet Derneği’ni kurdular.

Ama mühür kısaca; “Osmanlı Hürriyet Derneği” olarak kazıldı.

İşte o günlerde Mustafa Kemal de sürgün gittiği Şam’dan Selanik’e gelmiş ve Harp Okulundan, ya da Harp Akademisinden bir çok yakın arkadaşının derneğe girdiğini görmüştü.

Enver Paşa, Cemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Ali Fethi Okyar, Hafız Hakkı, Vehip Kaçı, Ali Fuat Ömer Naci ve daha niceleri, hepsi girmişti. 3’ncü Ordu Subaylarının daha niceleri. Bu subayların amaçları, Abdülhamit’i öldürmek değildi. “Anayasanın tekrar yürürlüğe nasıl konulacağı ve Meşrutiyetin ilanı için Sultan Hamit’i zorlayacak tedbirlerin nasıl alınacağı” idi.

Bütün toplantıları Talat bey yönetiyordu. Örgütün lideri oydu.

Posta memuru Talat Bey kurduğu örgütünü büyütmek istiyordu.

Fransa’da sürgünde olan İttihat ve Terakki Derneği liderlerinden Ahmet Rıza Bey ile temasa geçti. Prensipte dernek birleşimi için anlaştılar. Ahmet Rıza Bey bu birleşim için Paris’ten Selanik’e gizlice Dr.Nazım Bey’i gönderdi. Tarih 1907 Eylül’ü idi.

Dr.Nazım Bey, İbrahim Temo, İshak Sukuti Abdullah Cevdet ve Çerkez Reşit’in gibi Jöntürklerin 1889’da Tıp Fakültesinden okul ve birlikte Osmanlıyı kurtarmak için kurdukları İttihad-ı Osmani’den örgüt arkadaşıydı. Ateşli bir ittihatçıydı.

Ahmet Rıza Bey


Dr. Nazım Bey

Dr. Nazım Bey “Mehmet Hoca” kod adı ile Talat Bey ile buluştu ve çalışmalara birlikte başladı. Ancak Selanik Beyaz kule civarında sakallı bir vaziyette gezen Dr. Nazım Bey’i çocukluk arkadaşı Dr.Toledo görüp tanıyınca örgütün çalışmaları sekteye uğradı. Abdülhamit’e ihbar edilebilirlerdi.

Yakalanırsa da idam edilirdi. Zaten hakkında idam kararı vardı.

Bunun üzerine Dr.Nazım Bey durumu Talat Bey’e bildirdi. Talat Bey sinirlendi. ”Şimdi ben O’nun yuvasını yaparım” diyerek ertesi gün Dr. Toledo’nun ofisine gitti;

-“Sen Nazım’ı görmüşsün. Doğru mu doktor?” deyince Doktor heyecanlı bir ifadeyle gördüğünü söylüyordu. Ayrıca Nazım Bey’in hoca kıyafetinde olduğunu, elindeki şemsiye ile yüzünü saklamaya çalıştığını da sözlerine ekleyince Talat Bey silahını çıkartarak önündeki masanın üzerine koydu ve Dr.Toledo’nun sözünü aniden kesti;

-“Evet, Nazım gördüğün gibi Selanik’te ve tanınmamak için kıyafet değiştirerek dolaşıyor. Senden onu başka kimse tanımadı. Bir tek sen tanıdın. Eğer onun burada olduğu duyulur da, Nazım’a bir şey olursa” dedi, biraz bekledi ve iri gözleriyle önünde duran tabancasını işaret ederek;

-“şu tabanca ile beynini patlatırım” dedi.

Bu tehdit üzerine Dr.Toledo sapsarı kesildi. Elleri titremeye başladı.Talat Bey’in ellerine sarılarak yalvarmaya başladı;

-“Vallahi görmedim, billahi görmedim. Benim başka bir kimseye Nazım’dan söz ettiğimi duyarsanız öldürün beni” dedi.

Talât’tı bu. Böylesine netti.

Ve çok geçmeden Avrupa’da faaliyet gösteren İttihat ve Terakki Deneği ile Talat Bey’in kurduğu “Osmanlı Hürriyet Derneği” 27 Eylül 1907 günü imzalanan bir protokolle birleşti. Adı;

“Osmanlı İttihat ve Terakki Derneği” oldu.

Abdülhamit’in baskıcı ve duyarsız rejimine karşı çalışmalar daha da güçlenerek arttı.

Taraftar toplanmaya başlandı. Ancak faaliyetlerine karşı olanlar ve çalışmalarını sekteye uğratan Abdülhamit’in ajanları birer birer saf dışı bırakılıyordu. Talat Bey bu çalışmalar sonunda ihbar edildi.

Daha doğrusu Makedonya’da İttihat ve Terakki Örgütüne zarar verenler faili meçhul bir şekilde öldürülmeye başlanınca Talat Bey’den şüphelenildi. Ayrıca herkes tarafından anlaşılmıştı ki örneğin Abdülhamit’in has adamı Nazım Beyin vurulması, Saraya bir dosya ihbar götürmekte olan Manastır Müftüsünün Colombo otelinin önünde öldürülmesi İttihat ve Terakki örgütü fedailerinin ne kadar cesur olduğunu, bu olayların perde arkasında da Talat Bey’in olduğunu gösteriyordu.

Perde gerisinde o vardı.

Her şey onun emriyle oluyor, örgüt onun direktifleriyle eylemlerini planlıyordu. Ancak ispat edemiyorlardı. Hal böyle olunca Abdülhamit, 21 Kasım 1907 günü Talat’ı görevden aldı. İnzibat eşliğinde Anadolu’ya sürülmesine karar verdi. Ancak bu örgüt tarafından öğrenildi. Örgüt, Talat Bey’i kurtarmak için her çareye başvuracak ve inzibatlar arasından Talat Bey’i kaçıracaktı. Saray ile araları kritik bir noktaya geldi.

‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ denildi.

Kılıçlar çekildi ve Kut-ül Amare kahramanı Halil Kut bunun üzerine “Evlenmek bahanesiyle İstanbul’a gideyim. Beşiktaş’taki evimde saklanayım. Bir selamlık resmi geçidinde Abdülhamit’i 5-6 metreden vurayım. Örgütün İstanbul şubesi benim bu olayımdan faydalanıp Meşrutiyet ilan etsin” dedi.

Halil Bey, Enver Bey’in amcasıydı.

Gözü karaydı bunlar. Kimine göre deliydi. Kimine göre cesur. Kimine göre de maceraperest. Ama bir şey vardı ki, evet çok cesurdular, gözü kara idiler ve vatan için adeta deliriyorlardı. O yüzden Abdülhamit’miş, Paşaymış padişahmış tanımıyorlardı.

Onlara altın kadro deniliyordu.

Bu kadronun içinde Enver vardı Cemal vardı Kazım Karabekir vardı Yakup Cemil vardı. Ve elbette ki Mustafa Kemal de vardı. Ama Mustafa Kemal en farklı olanıydı.

Tek adam düzeni istemiyorlardı. Halkın da söz sahibi olabileceği bir devlet düzeni olmalıydı. Bunu istiyorlardı. Örgüt güçlüydü. Halil Kut ben Abdülhamit’i öldürürsem örgüt “Bana destek çıkar” diye düşünüyordu. Niye uğraşılıyordu ki, bir saray darbesi ile Abdülhamit devrilir ve olay kökünden halledilirdi. Tek bir mermi, her şeyi hallederdi.

Vatan kurtulurdu.

Vatan dedikleri Osmanlıydı. Kuzey Afrika idi. Balkanlar’dı Makedonya’ydı. Parçalanmak üzereydi. Ama Abdülhamit bunun için kılını kıpırdatmıyordu. 32 yıl boyunca Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçmedi. Yıldız Sarayından sadece Cuma selamlığı için çıkardı.

Halil Kut bu fikrini İttihat ve Terakki’nin Genel Merkezine bir teklif yazısı ile önerdi. Talat Bey’e iletti. Onlar da İstanbul Şubesine sordular konuyu. Ancak örgütün İstanbul’daki adamları “Abdülhamit’in vurulması memleket için tehlike oluşturur. Ve İstanbul’da büyük karışıklıklara sebep olur” diyerek teklifi geri çevirdi.

Jandarmalar eşliğinde Anadolu’ya gönderilme esnasında arkadaşları tarafından kaçırılması önerisini de dikkate almadı Talât Bey. Kendi işini kendisi halledecekti. Doğruca 3’ncü Ordu Komutanı ve Makedonya Genel Valisi Hilmi Paşa’nın odasına gitti ve kapıdan içeri girer girmez sertçe söylendi.

“Görevimden alındığımı duydum doğru mu?” dedi.

Hilmi Paşa Talat Bey’i birden bire karşısında görünce şaşırdı. Ve oldukça da korkmuştu; “Evet” demekle yetindi. Ama Talat yine aynı sertlikle sözlerine devam etti;

“Devlet istediğini yapar. Bir memurun görevden alınması ve göreve atanması onun emrindedir. Şu dakikadan itibaren istifa ediyorum. Fakat bir şey öğrenmek istiyorum, beni Anadolu’ya sürecekmişsiniz. Şayet bu doğruysa Selanik’ten ayrılmayacağımı bilmenizi isterim. Eğer zorla gönderilmeye çalışırsanız, bu işin sonu sizin için iyi olmaz” dedi.

Ve kapıyı çarptı çıktı.

Talat Bey gayet cesur, davasına inanmış biriydi. Kolay değildi. Bir posta memuru bir Paşaya, bir Valiye hiç korkmadan posta koyuyordu.

Bunun üzerine Talat Bey’i Anadolu’ya süremediler. Hilmi Paşa Abdülhamit’e “Talat Bey’in sürülmesi galeyana sebep olur” gibisinden cevap vererek durumu idare etti. Ama Talat Bey görevinden alınmıştı. Arkadaşlarının da desteğiyle Selanik Özel Ticaret Mektebi’ne Müdür olarak atandı.

Daha yapacakları vardı.

Üstelik bu olay........

© 12punto