menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kadın benliği ve Virginia Woolf

30 19
11.05.2025

Edebiyatta yazarın iç monologlarını ve iç düşüncelerini romana dönüştürme dönemi başlayınca Proust ve Joyce gibi romancıların kendi iç monologlarının nasıl çalıştığını ve benliğini rahat ve özgürce ortaya koyabilmenin yollarını anlamsız zorunluluğu ortaya çıktı.

Bunun yolları başlarda sadece erkekler için açıktı. Bu nedenle Virginia Woolf’un devrimci tavrını ele almalıyız. Birçok edebiyat tarihçisi, Woolf’un da iç monolog ve bilinç akışı yöntemlerini romanda kullanma konusundaki öncülerden, en yeteneklilerden olduğunda hemfikirler. Kadının benliğinin yok sayıldığı bir dönemde, 19’uncu yüzyıl sonu 20’inci yüzyıl başı (Bunun Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok’unu çağrıştırdığının farkındayım. Onu saygıyla anıyorum.) kendi gerçek benliğini ifade edebilme yollarını bulabilmesi, önüne konulan engeller yüzünden zor olan Virginia Woolf’un buna rağmen romanlarında iç monolog ve bilinç akışını bu kadar çarpıcı bir şekilde kullanabilmesi gerçekten de şaşırtıcı ve hayranlık uyandıran bir şey. Bu yüzden, ben “Kendine Ait Bir Oda”, “Dışa Yolculuk”, “Mrs. Dalloway”, “Deniz Feneri”, “Orlando” gibi büyük romanların yazarı Virginia Woolf’un gerçek bir devrimci olduğunu düşünüyor ve onun önüne çıkarılan zihinsel engeller ortamında benliğini kendi dışına yolculuk yaptırmayı nasıl başardığını kavrayabilmekte zorlanıyorum. Bence imkansızı başarmıştı. O ve onun gibi kendilerine konulan bütün toplumsal ve düşünsel engellere rağmen “kendi dışına yolculuk” yapabilen ve benliğini ortaya koyabilen cesur kadınlar sayesinde bugünlere gelinebildiğini düşünüyor ve hepsini saygıyla anıyorum. (Tabii, Virginia Woolf cesaretinin ve yeniyi deneme arzusunun bedelini o ortamda maalesef ağır ödedi. Hayatı boyunca ruhsal sağlık sorunları yaşadı ve biliyorsunuz sonunda da intihar etti. Ama yol açılmıştı bir defa, o açılan yolda daha sonra başka kadınlar da cesur biçimde yürüdüler.)

Virginia Woolf’a gelinceye kadar, örneğin 19. yüzyılın başında Thomas Carlyle’ın eşi Jane Welsh Carlyle kocasına yazdığı ve “Ben de buradayım,” diye bitirdiği mektubunda bana kalırsa kadınlar açısından zamanın ruhunu çok çarpıcı anlatan ilginç bir kavram kullanıyor.

Bayan Carlyle mektubunda “My I-ity” diye benim ilk kez gördüğüm ve ancak James Joyce gibi bir yazarın üretebileceği türde orijinal bir kavram oluşturmuş. “Benim ben-benliğim” olarak çevirebileceğimiz bu kavram, gayet tabii 19. yüzyılın başında sosyal normlar ve erkek egemen kültürün tavrı nedeniyle bunalmış yaratıcı kadının içindeki yaratıcı potansiyeli bir türlü dışa vuramamaktan dolayı duyduğu hüsran ve kızgınlığı yansıtıyor.

***

Düşünsenize, Charlotte ve Anne Bronte’nin kadına uygun görülen konular dışına çıkıp romanlar yazabilmek için erkek takma isimleri kullanmak zorunda kaldıkları bir dönemden geçilmektedir. Charlotte Bronte’nin “Jane Eyre” romanı (1847) kadınların okumasına uygun olmayan bir konu üzerinde yazılmış olduğu için sansüre bile uğramıştı. Mary Ann Evans güzel kitaplarını ancak George Eliot takma adını aldıktan sonra yayınlayabildi. “Pride and Prejudice” (1813) ve “Emma” (1816) adlı romanlarıyla sosyal normlarla alay eden Jane Austen (1775-1817) erkek egemen kültürün hâkim olduğu toplumda kendisinin hayattaki en büyük........

© 10 Haber