Türkiye’nin Kırmızı Çizgileri: Stratejik Toprağın Elden Gitme Riski
“Vatan toprağı satılmaz.”
Bu cümle, nesiller boyunca hafızamıza kazınmış bir öğreti. Sadece romantik bir slogan değil; kimliğin, egemenliğin ve stratejik güvenliğin özü. Ancak 21. yüzyılda toprak artık savaş meydanlarında değil, tapu dairelerinde el değiştiriyor. Küresel sermaye hareketleri, gayrimenkulü güvenli liman haline getirirken, Türkiye’nin de yatırım çekmek ile egemenliği korumak arasında ince bir denge kurması gerekiyor.
Her arazi ve konut alımı masum bir ekonomik karar olmayabilir. İsraillilerin Balfour Bildirisi öncesinden bugüne kadar Filistin topraklarını parayla satın alma stratejisi, bugün yaşanan insanlık trajedisinin zeminini hazırlamıştı. Bu tarihsel deneyim, “toprak alımı yoluyla sessiz işgal”in hafife alınmaması gerektiğini hatırlatıyor.
Büyük devletler, en küçük ada parçalarını bile kolayca bırakmaz; tam tersine stratejik kaldıraç olarak görür.
•Kıbrıs: İngiltere’nin Akrotiri ve Dikelya’daki iki egemen üssü, Doğu Akdeniz’de askeri ve istihbari üstünlük sağlıyor.
•Falkland Adaları: Güney Atlantik’te birkaç bin nüfuslu bu bölge, İngiltere’ye petrol ve askeri hareket kabiliyeti kazandırıyor.
•İspanya–Fas: Ceuta ve Melilla hâlâ İspanya’nın egemenliğinde; Madrid bu küçük toprak parçaları sayesinde Kuzey Afrika’da stratejik varlığını sürdürüyor.
•ABD’nin Pasifik adaları: Guam ve Mariana zinciri, Washington’un Asya-Pasifik’teki askeri mevcudiyetinin temel direği.
•Fransa’nın denizaşırı toprakları: Karayiplerden Hint Okyanusu’na uzanan geniş ağ, Paris’i hâlâ küresel güç kategorisinde tutuyor.
Bu tablo şunu gösteriyor: Toprak, ekonomik değerin ötesinde, jeopolitik güç projeksiyonunun vazgeçilmez aracıdır.
Türkiye uzun süredir yabancı sermaye çekmeye çalışıyor. Gayrimenkul, bu girişlerde en cazip alanlardan biri. 2024’te yabancılara 23.781,........
© 10 Haber
