Kese, Buhar ve İsyan: Hamamcılığın Osmanlı’dan Günümüze Serüveni
Hamam, Türk kültüründe yalnızca temizlik değil, bir medeniyet ritüelidir.
Su, sabun, buhar ve mermerin birleştiği o mekânlar; imparatorluğun hem hijyen anlayışını hem de sosyal yapısını yansıtan küçük evrenlerdi.
Bir dönem İstanbul’da hamam sayısı yüzleri aşarken, her semtin kendi hamamı, her mahallenin kendi ustası vardı.
Hamam, yalnız bedenin değil, toplumun da arındığı bir mekândı.
İnsanlar orada sadece yıkanmaz; ticaret konuşur, evlilik kararlaştırır, siyaset tartışır, hatta barışırdı.
Ama bu meslek, su kadar berrak, buhar kadar da kaygan bir güç dengesine dayanıyordu.
Hamamın içindeki ısıyı yöneten eller, bazen imparatorluğun sosyal nabzını da tutuyordu.
Osmanlı döneminde hamamcılık, uzun süre Arnavut esnafının tekelindeydi.
Dayanıklılıkları, disiplinleri ve mesleğe sadakatleriyle tanınan Arnavut ustalar, İstanbul’un hamam ekonomisini neredeyse baştan sona kontrol ediyordu.
Topkapı’dan Üsküdar’a, Beyazıt’tan Galata’ya kadar her büyük hamamın başında bir Arnavut patron bulunurdu.
Hamamcılık bir lonca disipliniyle yönetiliyor, her usta kendi çırağını yetiştiriyor, işin sırları kuşaktan kuşağa aktarılıyordu.
Bu tekel, Osmanlı esnaf düzeninde istikrar sağlasa da, zamanla rahatsızlık doğurdu.
Anadolu’dan gelen hamamcılar, özellikle Tokat, Amasya ve Sivas hattında yetişen ustalar, “hamam ateşi” üzerinde pişmiş bir zanaatin tek bir millete bırakılmasına karşı çıkıyordu.
Bu rahatsızlık, 18. yüzyılın başında büyük bir sosyal patlamaya dönüştü.
1730 yılında, Lale Devri’nin son döneminde, İstanbul sokaklarında bir isyan yükseldi.
“Hamamcılar Kethüdası” olarak bilinen Patrona Halil, artan adaletsizlikler, hayat pahalılığı ve lonca tekellerine karşı ayaklandı.
Patrona Halil, kendisi de bir hamam çalışanıydı; bu nedenle isyan, sembolik olarak “hamam kazanının........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d