menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çarpık duruma sevinmek, siyasetçiden hukuk dilenmek…

25 0
yesterday

Hayatta her zaman bu fark var elbette: Bir olan bitenler var, bir de olması gerekenler.

Gündelik hayatta, “Teori ve pratik arasındaki fark” deyip geçebilirsiniz ama söz konusu olan hukuk devleti, hukukun üstünlüğü gibi insanlığın yüzyıllarca uğraştıktan sonra geliştirdiği, Türkiye’de bile uğrunda nice fedakarlıklar yapılmış kavramlar olunca konu bu kadar basit olmuyor.

Bizim “hukuk devleti” ve “hukukun üstünlüğü” dediğimiz kavramın İngilizcesi “Rule of law.”

Sözlük veya ansiklopediyi açtığınızda bu kavramın karşılığı son derece basit: “Tüm vatandaşların kanun önünde eşitliğini destekleyen, keyfi olmayan bir yönetim biçimini güvence altına alan ve daha genel olarak keyfi güç kullanımını engelleyen mekanizma, süreç, kurum, uygulama veya norm.” (Encyclopædia Britannica)

Burada bu yazı bakımından önemli olan kavram “keyfi olmayan yönetim biçimi” kavramı. Yani kural vardır ve herkese eşit uygulanır; bir iktidar veya kral canı istediğinde canının istediği kişiye kuralı uygulayıp istemediğine uygulamamazlık edemez.

Hukuktur üstün olan ve kral da olsa cumhurbaşkanı da olsa herkes aynı kurala uyar, uymak zorundadır.

Modern devlet, “pozitif hukuk” adı verilen hukuk kurallarına tabi devlettir. Tabii vatandaşlar da aynı şekilde.

Peki “pozitif hukuk” ne demek? O da basitçe, “İnsan yapımı yasalar” demektir. Yasalarımızı biz insanlar, yine pozitif hukuka göre belirlenmiş kurallara uyarak yaparız.

Bizim Anayasamız, adı üstünde “ana” yasadır, yani ülkedeki bütün hukukun uyması gereken ana kuralları belirleyen metindir. Bu anayasaya göre hukukun nasıl yaratılacağı da bellidir. Yasaları parlamento yapar. Zaten o yüzden adı “yasama gücü”dür parlamentonun.

Parlamento usulüne uyduğu zaman Anayasada da değişiklik yapabilir. Böylece bütün yasaların uyması gereken yeni temel kural oluşturabilir.

Bizim Anayasamızın 90. maddesine 2004 yılında bir cümle eklendi, böylece maddenin son fıkrası şu hale geldi: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Yani, Türkiye’nin imzacısı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve BM İnsan Hakları Sözleşmesi gibi anlaşmalar, iç hukukun üstünde, birer Anayasa hükmü olarak kabul edildi.

Ülkemizde bugün maalesef böyle onlarca örnek var ama biz yeniden en günceli haline geldiği için Selahattin Demirtaş’la ilgili örneği........

© 10 Haber