Anne
1991 yılı… Şimdilerde Ceylan Otel olan, o zamanlar Sheraton’da çalışıyorum. Personelin yüzde sekseni İskoç, İngiliz, Belçikalı, Marakeşli. Mesaim 14.00’te başlıyor. Sabah beri geçmeyen bir baş ağrısı var, tadımı kaçırıyor; ama hasta değilim, izin alacak durumda da değilim. Mesaiye başladım. Birkaç saat sonra aniden çok şiddetli bir sıtma nöbeti geliyor. Çalışmaya devam etmeye çalışıyorum ama bir süre sonra salonun ortasında bayılıyorum. Gözümü açtığımda salon müdürüm Michele başımda, ben ise böbrek sancısıyla inleyerek “Anneciğim, anneciğim” diyorum. Etrafımdakiler anlamaya çalışıyor; anneciğim derken neyi kastediyorum, acı nerede? Michele beni kucaklayıp otelin şoförüyle birlikte hastaneye götürüyor.
Doktor muayene ediyor, idrar ve kan tahlilleri yapılıyor. Kum döktüğüm anlaşılıyor ve lökosit değerim çok yüksek çıkıyor. Damar yolundan verilen ağrı kesiciyle biraz olsun rahatlıyorum. O an hissettiğim şey yalnızca fiziksel bir sancı değil, ruhumdan kopup gelen bir sesin yankısı: “Anneciğim.”
Ne ilginçtir ki, canımız yansa, mutlu olsak, şaşırıp kalsak, ağzımızdan ilk........
© 10 Haber
