Marksizm ve Yarın ideali!
Teoride Lenin tarihsel zorunluluk nedeniyle kapitalizmin yok olacağına inanan Marks’ın yolunu takip ediyor. Neden Lenin sırtını yaslayıp oturmamış kapitalizmin zorunluluk olarak yıkılacağını beklememiştir? Soner Yalçın’ın bu kısa alıntısı-köşe yazsından, Lenin’in yüzüncü ölüm yıldönümü malum…
Bundan hareketle / İlhamla kapsamlı bir çalışma hazırladım…
Marksizm olarak adlandırılan bütünsel yapı, en azından tarihsel olarak, ezilenleri, teorik bir kategorizasyona tâbi tutacak gereçlere sahip değildir. Mevcut ezilen hareketlerinin öznelerinin politik niteliğini, ilan ettikleri ideolojilerinin doğrusal sonucu kabul etmek, ve bu hareketlerin Marksizmle ilişkisini bu ideolojik perspektiften yola çıkarak tayin etmek, Marksizm alanında yaygın ama aynı ölçüde sorunlu bir husus olarak kaydedilmelidir.
Bugün Devrimciler ile Reformistler arasındaki keskin ayrım sadece ve sadece devletin baskı aygıtları karşısında aldıkları konumun savaşçılığıyla ilişkili iken, Marksist-olmayan devrimciler ile Marksist devrimciler arasındaki ayrımı bu ya da benzer bir ölçütle belirlemek oldukça zor görünmektedir. Her Marksist öznenin aynı zamanda –belirli bir süreç boyunca– devrimci olduğu ancak her devrimci öznenin Marksist olmak durumunda olmadığı tezi, belirli problemleri barındırıyor gibi.
Bir politik öznenin mevcut devlet iktidarıyla şiddet temelli bir ilişkilenim içinde olması onun Marksizmin politik alanında sayılması için yeterli değilse, burada tarihsel ve teorik bir tür işlemin pratik politik alana dahil edildiği mi anlaşılmalıdır? Örneğin, günümüzde devrimci İslamcı öznelerin Marksizm ile ilişkisiz bir devrimci niteliğe sahip olduklarının anlaşılması, onların verili bütünlüklerinin göz önüne alınmasıyla pek kolayken, kendini bilişsel olarak Marksizmin politik alanına yerleştiren ve ezilenlerin iktidar karşısındaki meşru şiddetini devrimci pratiklerle ortaya koyan solcu öznelerin Marksizmin dışında tutulabilmesi nasıl anlaşılmalıdır? Bu anlamda, politik düzlemde Marksist olma ile devrimci olma arasına politika-dışı bir faktör sokuluyor ve bu faktör bir nirengi noktası olarak görülüyorsa, burada,–öteden beri ısrarla ortaya konulan bir yaklaşıma aykırı şekilde– ‘an’a ilişkin ve ‘an’ın içinde bir kategorik tutumun mu söz konusu olduğu zorunlu bir soru olarak belirmektedir.
Burada üzerinde durulmaya çalışılan husus, Marksistler ile Devrimciler arasında kategorik bir ayrıma gidilmesinin anlamsızlığı değil, devrimci niteliğin kategorizasyonda ikincil bir öğe haline getirilmesinin zor anlaşılır oluşudur. Bugün Marksist olarak nitelenen politik özneler ile, Marksist değil fakat Devrimci olarak görülen politik özneler arasında, pratik alanda dişe dokunur hiçbir kategorik ayrımın olmaması sonucu, ayrıştırma işlemi zorunlu olarak başka alanlara kaymaktadır. Bu anlamda tarihsel olarak yapılacak sınıflandırmalar ve belirli politik öznelere atfedilen kopuşlar Türkiye Marksist hareketi için son derece anlamlı iken, bu ayrım halkalarını devrimciler ile bir ayrıştırma işleminin ortasına koymanın, pratik devrimcilik değerlendirmesine yine bir o kadar dışsal olduğu kaydedilmelidir. Devrimciler ile Marksistler arasında ortaya konacak olan belirli ayrım halkalarının nasıl belirlenebileceği ve bu ayrım halkalarının ezilenler nezdinde bir anlamı olup olmadığı ise kayda değer diğer bir soru olarak sorulmalıdır. Bu ve benzeri sorular Marksizmin diğer ezilen ideolojilerinden bir ayrımının olmadığına değil, var olan ayrım halkalarının çok daha net şekilde vurgulanmasına yöneliktir. “Marksizm, Durkheim’ın sosyalizm için söylediği üzere ezilenlerin bir acı çığlığı değildir. Hatta ezilenlerin tüm diğer eğilimlerinden bir acı çığlığı olmamak bakımından ayrılır.”
Bütünsel bir yapı olarak Marksizmin bir işçi ve ezilen ideolojisi olmadığı anlayışı, Teori ve Politika’da değişik vesilelerle ve farklı yollardan sürekli tekrarlandı. Marksizmin işçi sınıfına atfettiği epistemolojik nitelikteki önem, günümüzde reformist kesimler tarafından politik alana ilişkin bir yönerge olarak kabul görmekte ve bu anlayış, Marksizmin bir işçi ideolojisi olarak algılanmasına olanak tanımaktadır.
Geçmişte, “Ne Sam ne Saddam” diye haykıran, Kürt hareketini bir işçi sınıfı hareketi olmadığı için eleştiren, İkiz Kulelerin devrilmesini “masum insanların” ölmesini önlerine koyarak bir “terör” eylemi olarak niteleyen kesimlerin Marksizmi algılayış tarzı, bu ve benzeri konjonktürel durumlar ya da politik hareketlere verilen tepkiden ortaya çıkmaktadır. “El Kaide ABD’yi vururken, dilinde hala onun Sovyetler Birliğine karşı ABD tarafından organize edildiği nakaratı olan birinin, politik niteliği tayin ediciyse gerçekten, Marksist olması imkansızdır. Bir Marksistin somut gerçeğe bu kadar kör olması, onun ancak Marksist olmamasıyla mümkün olabilir.” Egemen iktidarlar karşısında dünya ölçekli politik bir güç konumunda olamayan Marksist özneler, bu anlamda İslamcı hareketin iktidarları sarsan politik pratikleri karşısında, Marksizmi bir “sol” düşünsel alana indirgeyen yaklaşımları olabildiğince yalıtmalıdır.
Ezilenler ve devrimci politika
Türkiye devrimci hareketi içerisinde “ezilenler vurgusu” son dönemde hissedilir ölçüde öne çıkmış durumda. Ancak ezilenlere vurgu yapmanın ezilenlerle pratik bir etkileşime girmekten ne kadar farklı olduğu yine devrimci öznelere bakarak anlaşılabilir.........
© Yurt
visit website