Narin ve sessizliğin anatomisi
Diyarbakır’da cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran, son yolculuğuna uğurlandı. 21 Ağustos sabahı kaybolan küçük Narin’in ardından Türkiye’nin yüzleşmesi gereken bir soru var: Eğitim zaafiyeti ve cehaletin karanlık kuyusuna daha kaç Narin düşecek? Adalet sadece binaların büyüklüğüyle mi sağlanır, yoksa eğitimsizlik ve kadim bir sessizlik yeni kurbanlarını mı bekler? (Foto: Ahmet Kaplan/AA)
Yine bir kayıp kız çocuğu vakası… Bu sefer, sekiz yaşındaki Narin. Diyarbakır’ın küçük bir köyünde yaşıyordu. Bir sabah Kuran kursuna gitti, geri döndü, ama bir daha kimse onu göremedi. 8 Eylül’de cesedi bulunduğunda, köy bir sessizlik perdesi altında kaybolmuştu. Narin’in bedeni, battaniyeye sarılmış haldeki bu sessizliğin içine gömülmüştü.
İlk itiraf geldiğinde, olayın bir aile trajedisinden fazlası olduğu anlaşıldı. Bu, sadece köyün değil, koca bir toplumun üstünü örtmeye çalıştığı cehaletin sembolüydü. Narin’i ne öldürdü? Bir bıçak darbesi mi, yoksa cehaletin keskin ve derin izleri mi? Yerel siyasiler, olay karşısında “şok oldular” ama bu sahnede oynanan, kökleşmiş cehaletin maskelenmesinden başka bir şey değildi.
Narin’in kayboluşundan sonra başlatılan aramalarda kadavra köpekleri ve dronlar kullanıldı. Sanki adaletin bulunması, bu teknolojik araçlara bağlanmış gibiydi. Oysa gerçek adalet, toplumun vicdanında başlar. Narin’in gözyaşları, sadece bir ceset bulunduğunda dinecek mi? Yoksa toplum olarak her şeyi unutmaya mı hazırlanıyoruz?
Köyde uçan dronlar, sadece bir bedeni değil, aynı zamanda toplumun unuttuğu utancı da arıyordu. Kadavra köpekleri ve dronlarla güç gösterisi yapan yetkililer, adaletin sembolik örtüsünü kalınlaştırıyordu. Çünkü adalet sadece saraylarda, binalarda değil; zihinlerde ve vicdanlarda inşa edilir. Ama bu gerçek, her zaman göz ardı ediliyor.
Narin’in trajedisi ne yazık ki ne ilk ne de son. Müslüme Yağıl, Leyla........
© yetkinreport.com
visit website