Görülmeyen akademi: atama kültürünün gölgesinde üniversite
Üniversite yalnız bir kurum değil, bir vaattir. Atama kültürü akademiyi bürokratikleştiriyor, sessizce çürütüp dağıtıyor. Fotoğrafta, siyasi atamayula gelen Rektör Naci İnci’nin uygulamalarına karşı protestolarını sürdüren Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri görülüyor.
Üniversite yalnızca bir kurum değil, bir vaattir. Düşünceye, özgürlüğe, sorgulamaya ve ortak akla dair bir vaat. Ancak Türkiye’de bu vaat giderek daha fazla sesini yitiriyor. Yükseköğretim sistemi, uzun süredir niceliği önceleyen, liyakati değil bağlılığı ödüllendiren ve kurum kültürünü yöneticinin kişisel tercihleriyle şekillendiren bir yapıya evrildi. Türkiye’de üniversitelerinde sessizce ilerleyen kırılmalar, atama kültürünün gölgesinde şekillenen temsil krizi ve akademik etiği aşındırıyor.
Bu yazı, kişisel bir deneyimden yola çıkarak, bugünün üniversitelerinde yaşanan sessiz kırılmaları, küçük gibi görünen, ama sistemin geneline dair çok şey anlatan bir örnek üzerinden anlatmayı amaçlıyor.
İsimler değil, ilkeler konuşacak. Bu, bir kurgu ya da hikâye değil; “Ne hâle geldik” sorusunun içerden bir cevabı. Aynı zamanda “nasıl olmalıydı?” sorusuna dair bir iç muhasebe.
Çünkü bazı kırılmalar gürültü çıkarmaz. Sessizce olur. Ama geride iz bırakır.
“Bir üniversitenin görevi, yalnızca bilgi aktarmak değil, bilgiyi üretmek, sorgulamak ve dönüştürmektir. Akademi, toplumun belleği olduğu kadar, vicdanı da olmalıdır.”
Bu cümle, ideal bir üniversite tanımını yapmaya çalışmanın ötesinde, üniversitenin neden var olduğunu hatırlatır bize. Henry Rosovsky’nin “The University: An Owner’s Manual” adlı kitabında altını çizdiği gibi, üniversiteler ne tam anlamıyla bağımsız bir işletme gibi, ne de tam anlamıyla bir demokrasi içinde yönetilir. Ancak tüm bunlara rağmen, içinde bulunduğu toplumla, bilimle ve kendisiyle kurduğu ilişkinin etik, tutarlı ve katılımcı olması zorunludur. Aksi durumda, orta öğretimin açıklarını kapatan bir çeşit ileri liseye dönüşmekten öteye geçemez.
Üniversite, farklı fikirlerin bir araya geldiği, bilimsel üretimin merkezde olduğu, entelektüel tartışmanın normalleştiği ve yönetim mekanizmalarının ise saydamlıkla yürüdüğü bir ortam olmalıdır.
Akademik yöneticilik, tam da bu çerçevenin içinde anlam kazanan bir sorumluluktur. Ancak bu sorumluluk bugün çoğu yerde, biçimsel bir........
© yetkinreport.com
