Turan’ın Kalbi
Türkler, 745 yılında (Gök) Türk Devleti’nce kurulan “budun birliğinin” dağılmasından 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna kadar bin seneyi aşkın bir süre dünyanın en önemli coğrafyalarında devletler kurmuşlar ama bütün Türk boylarını bir araya getiren ideali unutmuşlardı. Her bir Türk boyu yeryüzünde, gökteki yıldızlar gibi parlayıp sönüyorlar ama asla bir galaksi gibi yekpare bir sistem oluşturamıyorlardı. Bu şaşırtıcı unutuşun en mühim gerekçelerinden biri akıl almaz genişlikte büyük bir coğrafyaya dağılmış olmalarıydı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, “maşeri şuurun” en derinlerine saklanmış olan “Türk” adını devlet adı olarak ilan etmesini, sadece bir kelimenin şuuraltında şura çıkması olarak değil “Turan” şuurunun tecessüm etmiş hâli olarak da telakki etmeliyiz.
19. ve 20. yüzyıllarda dünyanın bütün coğrafyalarında yaşayan Türk aydınlarının yüzünü İstanbul’a çevirmesi, eş zamanlı bir uyanışın tezahürü olarak telakki edilmelidir. Yeşilköy ve Erzurum’a kadar “Devlet-i Alî” topraklarına da tecavüz eden Çarlık Rusya’sının işgal ve temellük ettiği sahalarda, bilhassa Kırım ve Tataristan ile Türkistan semalarında da bir kurt avazı gibi hep bir ağızdan, “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan / Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir, Turan!” ülküsü seslendirilmeye başlanmıştı.
Bu romantik, şairane yakarışlar bile yüzyıl boyunca ağır biçimde cezalandırıldı. Türk milletinin “Turancı aydınları” suikastlara, toplu kıyımlara maruz kaldı. Prof. Dr. Ahmet Buran Hoca’nın “Kurşunlanan Türkoloji”........
© Yeniçağ
visit website